Haziran’da yapılacak genel seçimler öncesi, devletin bürokrasi kadrolarında yoğun istifalar yaşandı. Bu istifalardan en çok konuşulan ve kamuoyunu meşgul edeni ise; MİT müsteşarlığından AKP aday adayı olmak üzere istifa eden Hakan Fidan’dı. Bir yanıyla, “eski Türkiye’de” emekli olan ya da farklı bir nedenle istifa eden MİT müsteşarlarının genellikle gündelik politikaya girmeden “huzurlu” bir şekilde emeklilik günlerini geçirdiğini düşündüğümüzde; Fidan’ın siyasete dahil olmak üzere MİT gibi kilit bir görevden istifası, yeterince sıradışı bir durum. Öte yandan ise, istifa sonrası konunun iktidar yanlısı ve muhalif medyada ele alınışı, sonrasında Erdoğan’ın istifayı “tasvip etmediği” yönünde belirttiği görüşler, Davutoğlu-Fidan-Erdoğan denkleminde, AKP karşıtı olarak konumlanan bazı muhalif kesimlerde “AKP surunda açılan bir gedik” olarak görüldü. Ancak bununla birlikte söz konusu tasvip etmeme durumunu, coğrafyanın tek adam atmosferli politik havasıyla tezat bularak bu durumun aslında bir “mizansen”den ibaret olduğunu görenler de vardı.
Verimliliği koca bir soru işreti olan tüm bu tartışmaların, politik analizlerin ötesinde, sarf edilmiş bir sözün içinde bulunduğumuz konjonktürde hakkıyla tartışılmadığını söylemek gerek. Erdoğan, Fidan’ın istifası sonrası gazetecilere verdiği mülakatta, MİT eski müsteşarını o mevkiye kendisinin getirdiğini söyledikten sonra kısa ama önemli bir cümle kurmuştu: ”O benim sır küpümdü.”
Cümlede geçen “sır” sözcüğünü, cümleyi sarf edenin devletin bir numaralı muktediri olduğu gerçeği ile birlikte düşündüğümüzde, gerçek anlamı olan “gizli kalması gereken bilgi ya da bilgiler” bağlamından çıktığını görmek çok da zor değil. Coğrafyamızda özelikle son birkaç yıldır yaşanan gerçekler göz önünde bulundurulduğunda ve yukarıdaki cümleyi devlet kurumları bazındaki özneleriyle birlikte ele aldığımızda, bahse konu olan “sırlar” dökülürken söylenen bolca yalan ortaya çıkıyor.
Geçtiğimiz yıl Suriye’deki Türkmenlere gönderilen insani yardım olarak gösterilmek istenen tüm gizleme ve hasıraltı etme çabalarına karşın, kamuoyunda “MİT TIR’ları” olarak bilinen gerçekliğin, bölgede Selefi terör örgütlerinin daha da palazlanarak etki alanını geliştirmelerinde ve son olarak Kobanê’yi muktedirin “düştü düşüyor” iştahıyla tehdit eder hale gelmesinde hangi rolü oynadığı artık sağır sultanın bile duyduğu bir “sır”dır örneğin.
Daha uzak bir coğrafyayı ilgilendiren başka bir “sır”da ise, yine MİT aracılığıyla THY uçaklarıyla Nijerya’ya gönderilen silahlar geçiyordu. Bugünlerde Boko Haram adlı selefi örgütün terör estirdiği bu ülkeye gönderilen silahlar ile ilgili olarak devlet görevlilerinin kaygısı ise, silahların Müslümanlar yerine yanlışlıkla Hristiyanlara gitme olasılığıydı.
Yine yakın bir süreçte, Ekim ayındaki Kobanê Serhildanı sırasında Bingöl’de bir polis şefine yönelik olarak gerçekleştirilen bir eylem sonrası, bir araç içinde eylemle ilgisi olmayan 4 kişinin katledilmesi de, söz konusu “sırlar” içinde ele alınabilir. Bu devlet infazı sonrası TC başbakanı ise Bingöl’de polis şefine yönelik yapılan eylemin “faillerinin cezalandırıldığı” yalanını söylemişti.
Devletin sır, yalan ve gerçek denklemlerinde en çarpıcı örnek ise, evine giderken yanan bir belediye otobüsünde yaşamını yitiren Serap Eser. Devletin iktidarın hala büyük bir pişkinlikle sürdürmeye çalıştığı bu yalanın bir dönem içişleri bakanlığı yapan İdris Naim Şahin tarafından itiraf edilmesinin yanı sıra, olayla ilgili olarak açılan davada “gizli tanık” ifadeleri sonucu da ifşa oldu.
Devlet yalanlarla, gizlenemeyen “sırlarla” gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmek istediği katliamları örtmeye ya da başkalarına yıkmaya çalışırken; aslında belki bir gerçeği görmek istemiyor. Yazılı olamayan kural gibi bir sözdür: Gerçeklerin, bir gün er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır ve o gerçekler, yalanlarla korumaya alındığı sanılsa da dökülen “sırların” altından ortaya çıkar.
Mercan Doğan
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.