“Siz hiç kadın filozof duydunuz mu? Ya da neden kadın yazar yok? Hangi edebiyat şaheseri bir kadına aittir?”
Hepimiz bunun gibi sorularla karşılaşmışızdır. Bu sorulara verilecek cevabın pek bir önemi yoktur. Asıl önemli şey, bunların daha kılcal bir soruyu doğuruyor olmasıdır. Tarihte, yok sayma çabalarının gölgesinde var olmuş birçok kadın yazar ve düşünür olmasına rağmen, bu sorular neden yüzlerce yıldır felsefe dünyasının ana tartışmalarından biri haline gelmiştir?
Mizojin, yani kadın düşmanlığı… Kimilerine göre bir hastalık olan mizojin erk’ek egemen toplumun ortaya çıkmasından bu yana örtük ya da açık bir şekilde git gide daha da büyüyen bir erk’ek refleksi haline geliyor. Üstelik bu düşmanlık sadece biyolojik olarak erkeklerde değil, toplumun erk’leştirdiği kadınlarda da kendisini gösteriyor. Spordan, sinemaya; müzikten edebiyata kadar bir insanın faaliyet gösterebileceği tüm alanları erkekleştiren bir algıdır mizojin.
Elbette ki yine bir erkek faaliyet alanı olarak tanımlanan felsefe ve edebiyat da bunun dışında kalamamıştır. Felsefe tarihi, parlak fikirlerin, akıl almaz soruların ve bu sorulara verilen cevapların çeşitliliğiyle gözümüzü aldığından olsa gerek, bu dahi filozofların kadın düşmanı fikirlerine karşı körleşmişizdir belki.
Tarihte ilk kadın düşmanı metine MÖ 7. yüzyılda rastlıyoruz. Kadın düşmanlığının en belirgin olduğu yer ve dönem Antik Yunan’dı. Klasik Atina’da kadınların siyasete katılmaması bir kenara, kadınlar hakkında konuşmak dahi yasaktı. Antik Yunan Şairi Simonides; kadınların erkekler gibi tanrı soyundan gelmediklerini savunurken, Sokrates de kadınları yarım kalmış bir erkeğe benzetir. “Evlenin karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz.” sözü ona aittir. Aristotales kadınları doğanın bir garabeti, evcilleştirilmiş bir hayvandan biraz daha iyi durumda olan bir yaratık olarak görür. Ona göre kadınla erkek arasındaki ilişki köle-efendi arasındaki ilişki gibi iktidarlı olmalıdır. Kadın yönetilmeye muhtaçtır. Platon ise Timaios Diyaloğu’nda her insanın bilgiyi sevdiği, bilgiye yöneldiğini ancak bilgiden kaçan uzak kalan erkeklerin ölüp dünyaya tekrar geldiklerinde kadın olarak geleceklerini düşünür.
Antik Yunan’da durum böyleyken yansımaları kaçınılmaz olmuştur. Yaşlandıkça erkeğin yüz hatları derinleşir, kadınınkiler ise buruşur diyen Goethe, en tanınmış mizojinlerden birini Schopenhauer’u etkilemiştir. Kadınlar adaletten yoksunlardır ona göre ve muhakeme kabiliyetleri yoktur. Fakat kurnazlığa yatkındırlar. Hile ve yalana bağımlıdırlar. İşi aklını kullanmak olan birisi için; “Kadınlar aklın miyobudur” benzetmesi yapmak azımsanmayacak derecede korkunç bir algıyı yansıtır.
”Kadınlara mı gidiyorsun? Öyleyse kırbacını unutma!” diyen Nietzsche, gerek eserlerinde gerek gündelik yaşamında kadınlarla yaşadığı gerilimleri üst perdeden haykıran düşünürlerden birisi olmuştur. Hayatında büyük etkisi olan sevgilisi Lou Salome ve ablası Elizabeth hakkındaki nefret dolu sözleri, düşünürün kadın düşmanı olduğunu doğrular niteliktedir.
Bu isimlerin arasına, edebiyat dünyasında “Don Kişot” gibi bir eserle arz -ı endam eden Cervantes de eklenebilir. Yazar “Don Kişot” kitabında şöyle bir pasaja yer verir:”Bir kadın, yargıç önünde bir erkeği şiddet kullanarak namusunu kirletme suçuyla itham eder. Sanço, , kadına zararının karşılığı olarak adamdan aldığı bir kese altını verir ve sonrasında da adama, kadın gittikten sonra onu takip edip kesesini çalmasını söyler. Tabi adam keseyi çalmakta başarısız olur ve kadın ile erkek itişe kakışa tekrar yargıcın yanına geri dönerler. Kadın, adama keseyi kaptırmadığı için övünmektedir. Sanço şöyle söyler: “Eğer namusunu bu keseyi savunduğunun yarısı kadar savunmuş olsaydın, hâlen iffetli bir kadın olurdun…”
Psikanalizin “baba”sı olarak anılan Freud kadınlara da namına yaraşır bir şekilde yaklaşır. “30 yıldır insan ruhunu arıyorum, yine de kadınların ne istediğini anlayamadım.” diyen Freud, kadının erkekten daha kibirli olduğunu, erk’ekleşmek isteyip de bunu yapamadığı için kadının kıskançlık ve haset duyguları kapıldığından bahseder.
21. Yüzyıla geldiğimizde ise mizojinin örtük de olsa, sanat ve felsefe dünyası da dahil olmak üzere hala varolduğunu görmek çok da zor değil. Antik Yunan’dan bu yana değişen tek şey artık kadınlar hakkında konuşmanın yasak olmaması, aksine biz kadınları rahatsız edecek kadar fazla olması. Bedenimize, giyimimize, düşüncelerimize hatta duygularımıza bile karar vermeyi meşru gören mizojinistler, kadının kendi özgün fikirlerini ve bu fikirler doğrultusunda ürettiği eserleri en iyi ihtimalle görmezden geliyorlar. Sonuç olarak, ilkel çağlardan bugüne gelen mizojin, kadınları toplumun dışına iterken erk’lerin de nefretine kılıf oluyor.
Selin Derici
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.