Faşizm ideolojisinin temelinde tek tipleştirme, tüm ötekileri yok ederek yeknesak bir kitle yaratmak vardır. Bu yok etme, her zaman toplu katliamlarla yapılmaz. Toplu kıyımlara benzer başka bir yok etme yöntemi de iktidarın eğitim-ordu gibi kurumlarıyla, basın ve kitlesel propaganda yöntemleriyle toplumu militarize etmesidir. Faşizm, sadece toplumsal alanda hakim olmayı değil; kendi normlarını toplumsal alanın her tarafına ve her bireyin beynine kadar işlemeyi amaç edinir. Militarizmin ana kodları olan disiplin, itaat ve yok etme de, her bir bireye ve toplumun tamamına egemen kılınmaya çalışılır.
İtaat, sadece bireyin kendisinin bir otoriteye boyun eğmesini ifade etmez. Herhangi bir otorite altında baskılanan birey, itaatin, toplumsal yaşamın devam etmesinde en temel kod olduğuna inandırılır ve toplumdaki tüm diğer bireylerin de itaat etmesi gerektiğini düşünür. Kişinin, ne düşüneceğinden kendisini ne kadar ifade edeceğine; sokakta nasıl hareket edeceğinden nasıl giyineceğine kadar, yaşamın her alanında hakim kültüre biat etmesi istenir.
İktidarlarsa faşizmi bir yöntem olarak belirler ve kendisine biat etmesini istediği her bireyi de faşist saldırılarıyla tehdit eder. Varlığını sağlamlaştırmak ve kalıcılaştırmak için her defasında başvurduğu yöntemlerle iktidar, toplumun her alanında baskısını ve şiddetini arttırır. Karşısında yükselecek her muhalefeti ya da yükselmeye meyledecek her sesi de, daha en başından, görünmez kılmak ve yok etmek için çalışır.
Bu çabanın yansıması farklı biçimlerde topluma nüfus ederken, faşizm de kendisini farklı birçok biçimde belirginleştirir. Kimi zaman asker-yargı işbirliği, kimi zaman polise tanınan sınırsız yetki, toplumsal alanının tamamında baskının artmasına sebep olurken, iktidar da yaratmayı amaçladığı korku politikasıyla varlığını kalıcılaştırmak ister.
Devlet, bazen övgü yağdırdığı polisiyle; bazen asker-polis-hakim ilan ettiği esnafıyla sürdürür faşist saldırılarını. Bu saldırılar kimi zaman “Irkçı Türkiye” pankartlarıyla sokaklarda yürüyenlerle ve onları koruyan devletin polisleriyle; kimi zaman da “gerektiğinde asayişi tesis etme yetkisi verilen” ve “raporum var, bana bir şey olmaz” diyen esnafın Nuh Köklü’yü katletmesiyle yaşanır. İktidar polisini övdükçe, polis hedef alarak ateş açabilme yetkisine güvenir; iktidar tecavüzcüyü akladıkça nice erkek tecavüze yeltenir.
Gündelik yaşamın her alanında karşımıza çıkabilecek saldırılar, iktidarın baskısıyla giderek sistematikleşir; en küçük yaşamsal reflekslere indirgenir. Kadın katili erkekler, kendi iktidarlarını devlet garantörlüğünde pekiştirdikçe ortaya çıkan tablo sayısız erkek için yeni bir güvenceye dönüşür. Taciz cezalarının ertelendiğini, tecavüzcülerin iyi halden aklandığı, katillerin haksız tahrik indiriminden yararlandığı her bir yargı sürecinin ardından; daha nice kadın tacize ve tecavüze uğrar, erkekliğinin ve devletinin iktidarına güvenen erkekler sayısız kadını katleder. İktidarla olan aynılığına (“Türk”lüğüne, “Sünni”liğine ve ideolojik birliğine) güvenen her bir kimse, gündelik yaşam içinde, devletin devamını sağlayacak kimse misyonuna bürünür; üstlendiği bu görevle saldırıları sürdürür. Siyasal iktidara yakın duranlar ya da hali hazırda bu iktidarın sürdürücüsü olanlar kendilerine verilen yetkinin güveniyle daha da cürretkarlaşır ve cesaretle faşist saldırılarını arttırır.
İktidarlar, kendisine biat etmeyenleri ötekileştirdikçe; kendi bekası için toplumsal alanda yaşanacak her bir çatışmanın “garantör”ü rolünü üstlendikçe, toplum içerisinde yaşanan faşist saldırılar ve ayrılıklar artıyor. Devlet yeni kimyasalları, mermileri ve son model TOMA’larıyla toplumsal alandaki baskısını ve militarizasyonunu yükseltiyor. Ama, bir yöntem olarak faşizmi kullananların bu hazırlıklarının altında da, artan baskıya karşın patlak vermesi mümkün olan bir isyanın korkusu yatıyor.