Tıpkı insanlara karşı olduğu gibi; insan dışı varlıklara yönelik saldırıların da bir hayli arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu saldırı öylesine bir saldırı ki, ağacından kent hayvanlarına, yaban hayvanlardan cansız varlıklara kadar her şeyi hedef alabiliyor. Fakat açığa çıkan bu “şiddet” öylesine uygulanan kör bir şiddet olmanın ötesinde, son derece planlı ve sistematik saldırıların bir parçası olarak hayata geçiriliyor.
Toplama Kampları
Son dönemlerde sokak hayvanlarına yönelik saldırıların bilançosuna bakarsak eğer, tüm bu saldırıların ortak bir algıdan beslendiğini görürüz. Bu algı kendisi dışında hiçbir canlının “biricik” olarak varlığını sürdürmesine tahammül edemeyen “devlet ve kapitalizmin” algısıdır. Bugün kent hayvanlarına Kısırkaya Toplama Kampı ile yapılmak istenen şey, bu algının ürünüdür. Kentler, zenginlerin, elitlerin soylulaştırılmış mekanları olmalıdır, bu yüzden “sokak hayvanlarının, seks işçilerinin, eşcinsellerin, yoksul insanların kent merkezinde işi yoktur; “ötekiler” efendilerin nezdinde gönülden ıraktır, gözden de ırak olmalıdırlar!” Efendiler bu kıyıcı algının en önemli aracına kısaca Kentsel Dönüşüm derler, biz ezilenler ise “soykırım” ya da en iyi ihtimalle “sürgün” deriz!
Gösterişli Spor Organizasyonlarının, Gizleyemediği Gerçekler
Bu “soykırım” ya da sürgün politikasını hayata geçirmenin en elverişli koşulları ise, büyük spor organizasyonlarının arifesinde oluşuyor. Çünkü böylesi dönemlerde her şeyi yapmak mübah oluyor. Mahallenizin ortasına kocaman bir stadyum kurulabilir, eviniz yıkılıp yerine bir AVM ya da otel yapılabilir ya da geçtiğimiz günlerde Bakü’de olduğu gibi “2015 Avrupa Olimpiyatları” bahane edilerek, şehirdeki tüm sokak hayvanları toplanıp yakılarak katledilebilir!
Hem Kürt, Hem Kaçakçı, Üstüne Üstlük Hayvan
Bu katliamlar sadece rant projeleri ile değil, devletin siyasi ve militarist hamleleriyle de kesişebiliyor. Geçtiğimiz yıllarda Roboski’de “kaçakçılık” yaptıkları bahanesiyle 34 insan ve 50 katır katledilmişti. Bu katliam, devletin Kürdistan coğrafyasında uyguladığı sistematik şiddetin bir parçasıydı. Fakat anlaşılan devlet hızını alamamış olacak ki, yakın zamanda, bu köydeki diğer katırları da katletmeye başladı. Devletin Kürtler üzerinde yoğunlaşan ezilenden nefret etme geleneğinden, doğası gereği Kürt ya da Türk olmayan katırlar da nasipleniyordu. Fakat bu hayvanların katledilmesi sadece Kürdistan coğrafyasında yaşamaları ile açıklanamaz. Bu katliam biraz da devletin lügati ile alakalıdır. Çünkü bu lügatte, “yaşam” ya da “yaşayan” yoktur. Bu lügatte “araçlar” vardır. Şöyle ki, eğer borcunuzdan dolayı, evinize icra gelirse, sizinle beraber yaşayan bir hayvan borcunuza karşılık tıpkı bir buzdolabı ya da çamaşır makinesi gibi alınıp “yeni sahibi” gelip kendisini ucuza kapatana dek, yediemine kaldırılabiliyor! Devlet Roboski’de de benzer bir refleks gösteriyor. Devletin kast ettiği kaçakçılık eylemi sırasında eşyaları taşıyan katır son derece soğukkanlı bir şekilde “itlaf” ediliyor. Eğer burada katırların yerinde, araba ya da motosiklet olsaydı, emin olun ya el konulacak ya da “imha” edilecekti. Biz buna katliam ya da en iyi ihtimalle özünden kopartıp araçsallaştırma diyoruz, devlet ise “itlaf” ya da “el koyma”!
Bütün bunlar göz önüne alındığında, artık katlanılmaz boyuta gelen bu saldırıların, insanın diğer türlere uyguladığı alelade bir şiddet olmanın ötesinde, devletin ve kapitalizmin doğasındaki kıyıcılıktan ve “ötekine” olan tahammülsüzlüğünden kaynaklanan bir şiddet olduğunu söyleyebiliriz. Buradan bize kalan şey ise, bu kurumların bütünlüklü saldırılarına karşı bütünlüklü bir mücadele vermek olmalıdır. Yaşam insanıyla hayvanıyla ağacıyla bu kıyıcılığa karşı koymalı, eğer özgürlük isteniyorsa, bu özgürlük yaşamın içindeki canlı-cansız her “şey” için istenmelidir!