Türkiye diye ifade edilen 783.562 km karelik alanda 74,93 milyon insan yaşıyor. Haziran ayında yapılacak genel seçimler sonucunda meclise girecek 550 kişi, 74.93 milyon kişinin iradesi olmakla kalmayacak, yakın, orta ve uzak gelecekte tüm bu insanların ekonomik, siyasi ve sosyal ihtiyaçlarının belirlenmesi, karşılanmasının organize edilmesi noktasında karar verici konumda bulunacak.
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Her seçim döneminde yaşananlar, seçim sonuçlarının açıklanmasıyla unutulur ve bir dahaki seçim dönemine girildiğinde aynı senaryo aynı repliklerle tekrar sahneye konulur. İktidar bakımından “bunlar hep provakasyon” dönemidir. Seçimlere kadar yaprak da düşse kıyamet de kopsa iktidarın tek açıklaması vardır: Provokasyon. Başka cevaplar aramak için zahmet etmeye hiç gerek yoktur.
Son bir ay içinde yaşanan doların tarihi rekor seviyesine ulaşması, Berkin’in katillerinin açıklanması için Çağlayan adliyesinde yapılan eylem, Ağrı’da savaşa karşı canlı kalkan olmak isteyen insanların katledilmesiyle sonuçlanan TSK operasyonu ve son olarak ülke çapında yaşanan elektrik kesintileri dahil her şey, “tam seçim ortamına girilmişken, herkes seçim kampanyasına hazırlanırken gerçekleşen provokasyonlar”dı şüphesiz!
Bugünden Haziran ayında gerçekleşecek seçimlere gelinceye kadar da, bizi daha birçok provokasyon bekliyor. Maden altında yüzlerce işçinin kalıp can vermesi veya onlarcasının inşaattan düşmesi olabilir bu provokasyon. Kardeşlerinin katledilmesine karşı sokaklara çıkan binler ya da katliama karşı direnen bir halk da olsa olsa provokasyondur…
Muhalefet bakımındansa geleneksel “bu seçim çok önemli” dönemidir bu takvim. Hayalciliği bir kanara bırakarak realist olmak gereklidir. Zira bu seçim şimdiye kadarki en kritik seçimdir. Her zaman bir gerekçe vardır, nitekim 2015 seçimleri de “bu coğrafyanın göreceği son seçim olabilir”.
Stratejik bir hamle olarak “boykot” tavrı olmadığı sürece sağından soluna kadar her kesim bir şekilde bu seçim oyununun kıyısında köşesinde bir yerde konumlanacak. Anarşistlerin seçimlere yönelik eleştirileri ise her zamanki gibi “hayalcilik” olarak yaftalanarak çabucak seçim çalışmalarına geri dönülecek.
Anarşizm, bireyin iradesinin temsil edilemezliği; başka bir bireye ya da kuruma devredilemezliği noktasında nettir. Çünkü irade, kişinin düşündüğünü eyleyebilmesiyle yani özgürlüğüyle doğrudan bağlantılıdır. Seçimler, bireylerin irade temsilini değil teslimini amaçlar. Her temsilci, iradesi teslim alınan milyonlarca insan demektir.
Anarşizmin toplumsal karar alma süreci olarak ortaya koyduğu çözüm, bireylerin oluşturduğu toplulukların kendilerine ilişkin kararları kolektif almalarına olanak verecek doğrudan demokratik karar alma süreçleridir. Bireylerin iradelerini doğrudan yansıtabildiği karar süreçleri aynı zamanda alınan kararların doğrudan uygulamaya geçeceğinin de belirlendiği alanlardır.
Tabi ki 74.93 milyon insanın doğrudan demokratik bir yapı oluşturup tüm kararları böyle alacağından bahsetmiyoruz. Anarşizmin teorik yaratımı ve tarihinden deneyimledikleriyle oluşturduğu, farklı bir siyasal biçimdir. Bu siyasal biçimin, devletin birey iradesini yok etmeye odaklanmış merkeziyetçi mülkiyetçi doğasında yer bulamayacağı açıktır.
Anarşizmin parlamenter demokrasiye yönelik eleştirilerine hak veren bir kesimse reel politik durumdan dem vuracaktır. Hadi bir önceki ya da ondan önceki seçim döneminin reel politik durumuna hiç girmeyelim, ama toplumsal muhalefet iddiası bulunanların bu seçimlerde bir beklenti içerisine girmesi gerçekten büyük hayalcilik.
Tayyip Erdoğan’ın seçimler, hükümetler ve meclisler üstü; siyaset, hukuk, anayasa üstü konumunu her geçen gün daha da pekiştirdiği, ve hatta bütün bu kurumları istediği gibi evirip çevirebildiği, başkanlık tartışmaları devam ededursun, cumhurbaşkanı üzerinden merkezileşmenin devam ettiği, güçler ayrılığı anayasal ilkesine rağmen yasama-yürütme-yargı dengesinin cumhurbaşkanı lehine ortadan kaybolduğu bir düzlemde seçimlere bel bağlamak serap görmektir. Zira halihazırdaki devletin işleyiş mekanizmasının, ne seçimle belirleneceği iddia edilen yasama ve yürütme ile, ne de bağımsız olduğu iddia edilen yargıyla hiçbir ilgisi yok.
Erdoğan’ın 12 yıldan beri kadrolaşarak merkezde ve yerellerde kendi ideolojik ve politik yönetimini, aygıtlarını, kurum ve kuruluşlarını güçlendirdiği, bağımsız medyanın kontrolünün “beyefendi”de olduğu, yine ayı kişinin gözetiminde rantın açıktan dağıtımının yapıldığı bu demokratik sistemde seçimleri bir çıkış olarak görmek gerçekten büyük hayalciliktir. Seçimler -hiç olmadığı ya da hep olduğu kadar- çocukların eline verilmiş bir oyuncaktan başka hiçbir anlam taşımıyor.
Şimdiye kadar hep biz gerçekçi olmamakla suçlandık. Şimdi sıra seçimleri çözüm görenlerde. Ne zaman makinesine ne de çok uzaklara gitmeye gerek var; birkaç kulaç atarak bir seçim kandırmacası, birkaç adım atarak da bir toplumsal devrimi görmek mümkün. Neyin gerçekçilik neyinse hayalcilik olduğu ortada, seçim sizin…