Yunanca rhetorikos yani hitabet kavramından türemiş olan bu kavram ilk kez Platon’un Gorgias adlı eserinde karşımıza çıkıyor. Retorik zaman içerisinde farklı düşünürlerce, farklı biçimlerde tanımlanmıştır.
Platon’a göre “hakikat yerine yanılsamaları üreten bir konuşma türü” yani “yargı yerlerinde yargıçları, mecliste üyeleri, halk toplantılarında ve bütün yurttaş toplantılarında bulunanları sözle kandırma kudreti”dir. Aristotales’e göre ise “herhangi bir bilimsel bilgi gerektirmeyen ikna metodu”dur. Bu alanda en çok düşünce üretmiş filozoflardan olan Aristoteles, retoriğin üç ana kaynağı olduğunu; bunların, konuşmacının kendi karakteri, dinleyici grubun karakteri ve konuşmacının sözü kullanımı olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde retoriğin yapılış amacı olan inandırma eylemi de, üç farklı boyutta şekillenir. Bunlar Ethos, Pathos ve Logostur. Bu evreler, aynı yöntemin birbiriyle bütün üç parçasıdır. Ethos, konuşmacının kendi konuşmasıyla karakterinin uyumudur. Konuşmacı dinleyicinin gözünde ne kadar tutarlıysa ve karakteriyle ne kadar paralel bir konuşma gerçekleştirirse o kadar inandırıcı olur. İkinci evre Pathos’tur. Bu evrede konuşmacı dinleyiciyle empati yapmak ve bu doğrultuda bir hava yaratmak için uğraşır. Dinleyicinin pozisyonu odak noktasıdır. Üçüncü evre olan Logos ise anlatımın mantık ve kanıtlar çerçevesinde vücut bulduğu evredir. Aristoteles, retoriği kabaca böyle açıklamıştır.
Aristoteles sonraki çalışmalarında retoriğe tekrar dönmüştür. Konuşma biçimlerini sınıflandırırken bahsettiği söylev türlerinden Adli Söylev’de ve Politik Söylev’de retoriğin bolca kullanıldığını söyler. Politikacıların ve hukukçuların retoriği oldukça fazla kullanmasının en önemli nedeni, dinleyicinin pasif kaldığı bu konuşma biçiminde amacın inandırma ya da “kandırma” üzerine kurulu olmasıdır.
Farklı biçimlerde tanımlanmış olsa da en genel anlamıyla retorik etkili konuşma, inandırma ve ikna kavramlarıyla ifade edilmiştir. İkna; insanların inançlarını, tutumlarını, niyetlerini veya davranışlarını değiştirebilecek iletişim sürecidir. Bu süreçte, konuşmanın niteliğinde doğru veya yanlış olanın, gerçeğin bir önemi yoktur. Önemli olan, konuşmacının karşısındakini istediği şeye ne kadar ikna edebildiği, inandırabildiği, kandırabildiğidir.
Not: Bu yazıda retorik kullanılmamıştır!
Didem Deniz Erbak
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.