Her şey, İstanbul Erkek Lisesi müdürünün okulda düzenlenen mezuniyet gününde yaptığı konuşma sırasında, öğrencilerin müdüre sırtını dönmesiyle ve bir bildiri yayınlamasıyla başladı. O gün orada yaşananlar, aslında tüm senenin özetiydi. Arkadaşlarımız dağıttıkları bildiride, okulda yasaklanan etkinliklerden ve şenliklerden, yapılan fişlenmelerden, artan baskıdan söz ediyor ve tüm liselileri bu isyana ortak olmaya çağırıyordu.
O gün orada yapılan ve yüzlerce kişiyi aynı bildiri etrafında toplayan eylem, yıllardır süren baskıların, daha da arttığı bu yeni dönemdeki patlamasıydı. Yapmak istediğimiz etkinliklerin yasaklanması ne ilkti, ne de son.
Bizi baskı altına alıp “eğmek” için her yolun mübah olarak görüldüğü eğitim sisteminde, bu dönemde değişen tek şey mübah olana gidilen yoldu. Değişen iktidarlar, asla bizimle aynı tarafta olamazlardı. AKP iktidarı döneminde öğrenci ve okul yönetimi arasındaki zıtlık, “muhafazakar” politikalardan dolayı daha netleşmiş görünse de; aslında AKP iktidarı öncesi de sonrası da bizim için hep aynı netlikteydi. Yıllardır üzerimize giydirilen üniforma, yasaklanan dergiler, düşüncelerimiz… Okul idaresi ile bizi çok net ayıran statülerimiz kadar ortadaydı.
Okula başlamamızla birlikte karakterlerimiz “itaatkar” hale getirilmek istenirken, bağlandığımız ipler giderek geriliyor ve kopmaya yaklaşıyordu. Kopma anına kadar ne zaman isyan etmeye kalkışsak; o ipin ucunu tutanlar ipi ya boynumuza düğümlüyor ya da gevşeterek bizi “rahatlatıyordu.” Tek seçeneğimiz, o ipleri kesip atmaktı. Ancak bu defa “herkes” o ipleri kesmek yerine iplerin üzerinde yürümeyi seçmişti. Koptu kopacak bir ip üzerinde yürünmekteydi bu defa.
Daha açık söylemek gerekirse, bu süreci yürütenler yıllar boyu devam eden tüm baskıları görmezden gelerek, Kemalist eğitim politikalarının muhafazakarlar kadar baskıcı olduğunu bilmiyormuş gibi, ipin üzerinde cambazlık yapmayı tercih ettiler. Söylemleri, eylemleri hatta isimleri bile her şeyi tektipleştiriyordu, tıpkı eğitim gibi… Karanlığa sırtımızı dönelim derken, aydınlanmadan bahsediyor; gericiliğe karşı duralım derken ilerlemeciliği savunarak yine aynı sistemin değirmenine su taşıyorlardı. Ancak savundukları, baskıların, yasakların bir başka kılığa, Kemalizme bürünümüş haliydi. “Dindar ve kindar nesillerin yetiştirilmesi amaçlanıyor“ diyerek savunulan laiklik ve bilimsellik, yaşadıklarımızı ne kadar özetleyebiliyor? Özetlemek bir yana, bu söylemlerin her biri baskılara karşı hissedilenleri sığlaştırıyor.
Tam bu noktada ip koptu kopacak… Baskıyla, itaatle, otoriteyle, iktidarla boynumuza düğüm düğüm olmuş ipi kesip atmak yerine, ipin üzerinden yürüyüp daha iyi bir eğitimi istemek, daha iyi bir baskıyı, daha iyi bir otoriteyi istemek kadar anlamsızdır.
Bunu söylemek, devletin okullarda yürüttüğü “proje”yi yok saymak değil. Bunu söylemek, devletin yüzyıllardır eğitimdeki değişmez, tek ve en büyük projesinin “kendine uygun insanlar yetiştirmek” olduğu gerçeği üzerinde ısrarcı olmak. Bugün toplumun beyaz yakalı kesimini oluşturacak liselerde eğitilenler üzerinden şekillenen politika, geçtiğimiz dönemlerde “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” projesiyle toplumun mavi yakalılarını hedef almıştı.
İpten kurtulmak, ipi parçalamaktır. O ip üzerinden bir yere varılacağını düşünenler; laikliğe, bilimselliğe, hatta aydınlığa uzanabilirler. Ancak, herkes cambazı hayranlıkla seyrederken, cambazın, ipin kopmasıyla yere çakılmasını da anlatabilmesi gerekir.
Anlatmaya yüzü olur mu bilmem, ama sahneye çıkıp şovunu sürdürebilmek için ipi düğüm düğüm etmesi gerekeceği kesin…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.