2015 yılının Temmuz ayından bu yana Kürdistan’da süren devlet saldırıları, yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor. Gazetemizin 31. ve 33. sayılarında yayınladığımız bazı yazılarda da değindiğimiz Kürdistan’a yönelik imar planları halen tartışılırken; Kürdistan’da asimilasyonun zemini olacak başkaca planlar dillendirildi devlet yetkilileri tarafından. Yakın zamanda Bakanlar Kurulu toplantısında alınan bir kararla, Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in, Kürdistan’da yürütülecek “inşa ve ihya” sürecinin koordinatörlüğünü yürüteceği duyuruldu.
“Toplumsal ve sosyal bir rehabilitasyon çalışması” olarak açıklanan bu süreçle birlikte devlet, devletin Kürdistan’ı yeniden dizayn etme politikalarına yenisini ekledi. Peki, bölgeyi rant alanına dönüştürmenin paralelinde işleyecek olan toplumsal bir Türkleştirme projesi olarak rehabilitasyon ne anlama geliyor?
Sağlığına kavuşturma ya da tedavi edip bir işe alıştırma olarak tanımlanan rehabilitasyonun, devlet tarafından Kürdistan’da yürütülecek bir “iyileştirme” projesi olarak sunulması aslında bir savaş stratejisi olarak karşımızda.
Uyguladığı baskıcı politikalarla toplumun ruh sağlığında kalıcı hasarlara neden olan devlet, sonrasında, bu “hastalıkları” “iyileştirmek” için uğraşır. Bu durumun kendisi “rehabilite etme” olarak tanımlansa da, bu iyileştirme sürecinde, var olan durum geri dönüşü mümkün olmayacak bir şekilde “kötüleştirilir”. Devlet; kendinden olmayanı ya da onun dayattığına biat etmeyeni “hasta” ilan edip, çeşitli projeleriyle bu “hastalıkları tedavi etmek” isterken aslında bu tedavinin ardında başka bir savaş yöntemini uygulamaya koyar: Asimilasyon
MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş’in MHP’den ayrılarak AKP’ye geçmesi, MHP kanadında tartışmalara neden olmuştu. Türkeş, 1 Kasım seçimlerinden sonra edindiği başbakan yardımcılığı pozisyonunu Binali Yıldırım döneminde de sürdürerek kendine yönelen eleştirileri de bertaraf etmişti.
Savaş stratejisinin bir uzantısı olarak bölgede gerçekleştirilecek “rehabilitasyon” çalışmasının koordinatörlüğünde, Tuğrul Türkeş gibi ırkçı geçmişi aşikar olan bir ismin görevlendirmesi, savaşın psikolojik yönünü açıkça gösterir nitelikte. Kendi siyasi varlığını babası Alparslan Türkeş’in siyasi varlığı üzerinden sağlayan ve bu geleneğin savunucusu olan Türkeş’in koordinatörlüğünün, denk düştüğü yeri iyi görmek gerek.
Türklük konusunda Nazi ırkçılığına varan bir ırkçılığı savunan; işçilere ve devrimcilere karşı ülkücü grupları silahlandıran; sendikacıların ve devrimcilerin katledilmesi emrini veren; Alevilerin ve Kürtlerin katledilmesinde aktif rol oynayan bir geleneğe sahip olan Türkeş’in, Kürdistan’da ne gibi çalışmaları koordine edeceğini bugünden tahmin etmek zor değil.
Batman Valiliği’nden Diyarbakır Valiliği’ne uzanan baskıcı ve katliamcı özgeçmişiyle bilinen Efkan Ala’nın, Kürt halkının yaralarını deşmek istercesine Başbakanlık Müsteşarlığı’ndan İçişleri Bakanlığı’na getirilmesi ile Tuğrul Türkeş’in rehabilitasyon koordinatörlüğünün benzerliği açık.
Devletin rehabilitasyon adı altında amaçladığı; bölgede yıllardır uyguladığı asimilasyon politikasını farklı bir boyutta sürdürebilmektir. Bu asimilasyon politikasının hedefi, babası Alparslan Türkeş’in sözünü hatırlatan Tuğrul Türkeş’in açıklamasında da oldukça nettir: “Biz ne kadar Türksek onlar da o kadar Türk, biz ne kadar Kürtsek onlar da o kadar Kürttür.”