Dünya, Ortadoğu’daki savaşları, patlayan bombaları, “otoriter liderler”i, Davos Zirvesi’ni ve 4. Sanayi Dönemi’nin ilanını konuşurken; Dünya Bankası -belki beklenmedik bir şekilde değil ama- kaşla göz arasında “Tarım Sektörünün Etkinleştirilmesi” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor her ne kadar, “Tarım İçin İyi Uygulamalar” başlığında toplansa da, geçmiş deneyimlerimize dayanarak, Dünya Bankası’nın raporla birlikte dünyamız hakkında “pek de iyi” önerilerde bulunmadığını tahmin edebiliriz.
Öncelikle raporun piyangodan çıkmadığını, G8 Zirvesi’nde ele alınan “Yeni Gıda Güvenliği ve Beslenme İttifakı” başlığı doğrultusunda hazırlandığını belirtmek gerekiyor. Özetlemek gerekirse rapor tohum yönetiminin neredeyse tamamını çiftçilerden alıp, zaten bu alanda tekel olan altı tohum firmasına devredilmesini öneriyor; hatta önermekle kalmıyor tüm çiftçilere bunu dayatıyor.
Literatürde, “Büyük Altılı” olarak geçen şirketler hayli tanıdık. BASF, Bayer, Dupont, Dow Chemical, Monsanto ve Syngenta’nın oluşturduğu bu kartel, 2013 verilerine göre, dünyada tarım kimyasallarının %75’ine, tohum piyasasının %63’üne, tohum ve pestisit konusunda özel sektörde yapılan araştırmaların %75’ine sahip. Şirketler ayrıca tohum ve biyo-teknolojiden toplamda 65 milyar Dolar gelir ediyorlar.
Söz konusu şirketlerin kendi aralarındaki pazar payları şöyle: Tohum piyasasının, %29’u Monsanto/Bayer’e aitken; ChemChina/Syngenta %9, DowDuPont Agri %21, endüstrinin geri kalanı %41 ile bu piyasayı paylaşıyorlar. Tarım ilaçlarındaysa pazarın paylaşımı şöyle: ChemChina/Syngenta %23, Bayer/Monsanto, %24, DowDuPont Agri %16, diğerleri %11,37.
Bu projeye kaynak ayıran ve sponsor olan beş adet vakıf ve kurum bulunuyor. Bu sponsorların arasında elbette “bu işte kesin bir bit yeniği” var dedirtecek bir isim de var: Bill Gates ve ona bağlı Bill Melinda Gates Vakfı. (21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri : KAPİTALİSTLERİN HAYIRSEVERLİK KUMPASI – Meydan Gazetesi, Sayı: 4)
Durum böyleyken, Dünya Bankası ne demeye böyle bir rapor yayınlıyor demeyin. Çünkü, “gelişmekte olan ülkelerdeki” tohum tedarikinin yüzde 80 ila 90’ı hala çiftçiler arası tohum alışverişi yoluyla sağlanıyor. İşte bu rapor da, özellikle bu bölgelerdeki çiftçilerin üzerinde baskı kurmak ve onların tohum üzerindeki söz hakkının büyük altılıya devredilmesini sağlamak için çalışıyor. Çünkü bu şirketler için daha fazla pazar genişlemesi, çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerinin küçülmesine bağlı.
Dünya Bankası’nın 2016 EBA raporunun hemen ardından bir araya gelen 157 kurum “Dünya Bankası Ortaklıkların Tohumu Ele Geçirmesine İzin Veriyor” başlıklı bir karşı rapor yayınlayarak EBA’nın içeriğine dair endişelerini dile getirdiler. Karşı raporda şunlara dikkat çekiliyor:
“… Söz konusu raporda, büyük altılıyı “düzenleyici yüklerin” engellediğini belirlemek için dünyanın en büyük zirai ilaç şirketlerinin (Bayer, Monsanto, Syngenta, Pioneer, Yara başta olmak üzere küresel şirketlerin) uzmanlığına başvurmuştur…”
“… En iyi puanı, özel şirketlerin -ancak çiftçilerin değil- kamusal gen bankalarına erişimi kolaylaştıran ülkeler için veriyor.”
“… Projenin belirtilen hedefi politika yapıcıları ‘akıllı ve dengeli politikalar’ uygulamaya yönlendirmek olsa da EBA, gelişmekte olan ülkelerde çiftçilerin tohum tedarikinin %80 ila %90’ını sağlayan ve tarımsal biyolojik çeşitliliğin korunması için anahtar olan çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerini yok sayıyor …”
Aslında, bütün bu yorumların ve tespitlerin sonu aynı yere çıkıyor; büyük altılı kurduğu kartelle arkasına hatırı sayılır devletleri, vakıfları şirketleri de alarak dünyadaki açlık sorununu çözüyor; “tarımı daha verimli hale getiriyoruz” sloganlarıyla, doğada “canlılık” ile ilgili ne varsa onu patentleyip, mülküne geçirmeye çalışıyor.
Bildiğimiz gibi, yaşadığımız topraklarda da söz konusu uygulamalar özellikle 12 Eylül ve sonrasında hayata geçirilmeye çalışılmış ve son yıllarda harfiyen uygulanmaya başlamıştı. Bugün coğrafyamızda köylü “ticari” amaçlarla kendi tohumunu kullanamazken, katır tohum dediğimiz patentli tohum kullanmak zorunda kalıyor. Patentli tohumlar ise, yalnızca bir sene kullanılabiliyor. Bu yüzden çiftçi her sene adını andığımız şirketlerden birinin kapısını çalmak zorunda kalıyor. Sonuç olarak, köylüler köylerini ve topraklarını terk etmek zorunda kalırken; onların boşalttığı alanlarda endüstriyel tarımcılar yer alıyor.
Halihazırda durum böyleyken, kapitalistler şimdi “son darbeyi” vurmaya hazırlanıyor. Bu son darbeyi karşılamak da başta biz yaşam savunucularına ve çiftçilere düşerken; aslında bütün bir yaşam için tüm insanlığa düşüyor.