Kadın olmak yaşamın her alanında zorken hapishanede kadın tutsak olmak iki kere zordur. Her savaşta, her saldırıda bir kere iradene saldırır devlet, bir kere de kadınlığına. İraden ne kadar dayanırsa, kadınlığın o kadar maruz kalır işkenceye, baskıya, tecrite.
Devlet hapishanelerdeki devrimci tutsakları yıldırmak için hep yeni uygulamalara, yeni yasaklara başvurmuş- tur. Bu yasakları artırmak istediğinde, süreci kendi fırsatına çevirmiştir; tıpkı içinden geçtiğimiz OHAL sürecinde olduğu gibi.
İçinden geçtiğimiz zamanlarda baskı ve zulüm en üst noktaya çıkmışken, kadın hapishanelerinde artan işkenceler ve tecrit içinde tecrit uygulamaları, tutsakların kısılmak istenen seslerine rağmen dışarıya zor da olsa ulaşıyor. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu’ndan Mine Nazeri’nin bilgilendirmesine göre, Tarsus C Tipi Hapishanesi, Gebze Kapalı Kadın Hapishanesi, Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi, Elazığ E Tipi Hapishanesi ve Şakran (Aliağa) T Tipi Kapalı Hapishanesi devletin kadın tutsaklara karşı baskıyı arttırdığı hapishanelerden sadece birkaçı.
Tutsaklar yaşadıklarını görüşlerle veya yazdıkları mektuplarla dışarıya duyurmaya çalıştıklarında, görüş yasağıyla karşı karşıya kalıyor. Yaptıkları açlık grevleri, görüş protestoları ve diğer direnişleri sayesinde seslerini ancak duyurabiliyorlar.
Birçok hapishanede olduğu gibi Tarsus ve Gebze Hapishanelerinde de hasta tutsakların tedavileri gerçekleştirilmiyor. Kanser sebebiyle göğsünde kist olan kadın tutsak ve diğer hasta kadın tutsaklara çıplak aramaya maruz bırakılıyor; hastaneye ambulansla gitmesi gereken tutsaklar ring araçlarında götürülüyor. Gerçekleştirilmiyor çünkü askerlerin önünde “soyun”, “kelepçeyi açmam”, “çıplak arayacağım yoksa olmaz” deniyor. Gerçekleştirilmiyor çünkü kadınlar ne çıplak arama işkencesine baş eğiyorlar ne de kadın oldukları için bedenlerini, kimliklerini yok sayan diğer uygulamalara.
Çıplak aramalara ve görüş yasakları- na direnen Bakırköy Hapishanesi’ndeki kadın tutsaklar, gardiyanların sayımları bahane ederek koğuşlara kalabalık girmesine karşı ne direnişi bırakıyor ne de seslerini duyurmak için çabalamayı. Kadınlar seslerini tel örgülerle kapatılan havalandırmalarından dışarıya ulaştırmak için koğuşlarını ateşe veriyor, açlık grevi yapıyor, görüşlere çıkmıyor.
Muş E Tipi Hapishanesi’ndeki kadınların koğuşu JÖH ekipleri, maskeli ve silahlı askerler tarafından basılıyor. Bir kadının burnu kırılıyor; 5 yaşındaki Roni olanları izlemek zorunda bırakılıyor.
Aliağa Hapishanesi’nde jandarma ve gardiyanlar odalara arama gerekçesiyle girip kadın tutsakların kitaplarını, dergilerini ve gazetelerini topluyor. Sanki ilk kez hapishaneye girermiş gibi, koğuş giriş ve çıkışlarında kimlik soruluyor. Elazığ Hapishanesi’nde banyolara, tuvaletlere ve koğuşlara kamera takılıyor.
3 yaşındaki çocuklarının önünde tutsak kadınlara işkence yapılıyor. Kadınlar hapishanelerde işkenceye maruz kalıyor, hem devrimci hem de kadın oldukları için. Tüm bunların yanında Tarsus’ta kadınların direnişi kazanıyor. Kadınların eylemleri sonucunda 40 kişilik koğuşta 90 kişi kalan kadınlar için yeni bir koğuş açılıyor iletişim yasağı kaldırılıyor.
Tarsus Hapishane’sinde bir çiçek açıyor. Tecritte çiçek yasaktır. Zaten yoktan bir çiçek yaratmak da zordur. Tıpkı devletin işkencelerine, baskılarına, yasaklarına, bir kitaba bile tahammülsüzlüğüne direnebilmek gibi zordur. Ama çayın demiyle yumurta kabuğunu karıştırırsan toprak yaparsın; toprağa bir fasulye tanesi gömersen bir çiçek filizlenir.
Gardiyan, çiçeği gördüğü ilk anda duvara fırlatacaktır; sanki karşısında yenemeyeceği bir güç varmış gibi ne yapacağını şaşıracak, defalarca tekmeleyecektir. Ama çiçek filizlenmiştir bir kere, toprağı delmiştir. Aynı kadınların direnişi gibi.