Anarşist Seçim Tartışmaları (2)

Meydan Gazetesi’nin bir ön­ceki sayısında ilk kısmına yer verdiğimiz “Anarşistlerin Se­çim Tartışmaları” yazı dizisinin ikinci kısmına bu sayımızda yer verdik. Farklı coğrafyalardan anarşist birey, grup ve örgüt­lerle “seçimler” başlığında ger­çekleştirdiğimiz röportajlarla beraber, seçim aldatmacasıy­la sunulan temsiliyet sistemini sorgulamaya çalıştık.Yerel seçimler öncesinde ve sonrasında yer verdiğimiz bu yazı dizisiyle, umutlarını san­dıklara bağlayanlara toplumsal muhalefetin yerinin neresi ol­ması gerektiğini hatırlatmaya çalıştık. Bu yazı dizisiyle orta­ya koymak istediğimizin, farklı bir siyasal gerçeklik arayışı ve uygulanışı olduğunu, bir önce­ki yazımızın giriş kısmında bah­setmiştik.İkinci yazımızda, Worker So­lidarity Movement (İrlanda)’dan Paul; Federazione Anarchica Italiana’dan Dario ve Anarchist Group Amsterdam’la yaptığımız röportajlara yer verdik.

Chiapasların, Rojavaların, Taksim-Gezi’nin seçimlerle, sandıklarla kazanılmadığını ha­tırlatarak…

Öncelikle ülkenizdeki güncel politik durumdan bahseder misiniz; kaç parti var ve halk üzerindeki etkileri nedir? Bu partiler gerçekten iddia ettikleri gibi toplumun içindeki kesimleri temsil edi­yorlar mı? Ve eskileriyle yenilerini kar­şılaştırırsak, siyasi partilerde büyük de­ğişiklikler var mı?

Paul: İngiltere’ye karşı bağımsızlık ka­zanıldıktan sonraki iç savaşı takip eden ilk seçimlerin yapıldığı 1923’ten beri sırayla ik­tidara gelen iki egemen parti var – Fine Gael ve Fianna Fail. Bu iki parti iç savaşın iki ta­rafını temsil ediyor ve çoğu İrlandalı ailenin soyu birine ya da ötekine dayanıyor. Her iki parti de sağ kanat, savaşı kazananlar, Fine Gael (FG), ulta-muhafazakar tam sağ; ve kaybedenler, Fianna Fail (FF), popülist mer­kez sağ. Savaşı kaybetmesine rağmen, FF cumhuriyetin kısa tarihinin çoğunda efektif olarak iktidarda kaldı. Bir de ufak Emek Par­tisi var. Sosyal-demokrat oldukları varsayılı­yor ama iktidara sadece en sağ kanat parti FG’nin küçük koalisyon ortağı olarak gelebi­liyor. Bugün, kriz, emlak değerlerinin düşü­şü ve Troyka’nın kurtarma planı sonucunda düşen FG koalisyonu yerine, FG-Emek koa­lisyon hükümeti var. Ayrıca Troçkistlerin ve bağımsızların (hem soldan, hem “o-kadar-sol-değiller”den) oluşan Birleşmiş Sol İttifak bloğunun beş üyesi parlamentoda ama blok dağıldı. İrlanda seçim sisteminin, buranın yerel ve kayırmacı politikaları nedeniyle bir­çok bağımsız parlamentere yer açan garip bir yapısı var.

Dario: Tıpkı Avrupa’daki diğer ülkeler gibi İtalya da sert bir ekonomik krizle karşı karşıya. Toplumsal koşullar birkaç yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz seviyelere indi. İtalyan Endüstri Konfederasyonu’nun (pat­ronların birliği) en son açıklamasına göre üretim %25 azaldı. İşsizlik %15’e, genç nü­fus içindeki işsizlik %41’e yükseldi. Yöneten sınıf krizden faydalanıp karlarını ve emek sömürüsünü artırıyor. İşçilerin koşulları kö­tüleşiyor ve sürekli işsizlik tehdidi altındalar.

2011’den beri bu kemer-sıkma politikala­rını yürüten geniş-tabanlı hükümetler, par­lamentoda hem sağ hem sol partiler tara­fından destekleniyor. Bu partiler şimdi de, halkın kurumlara olan inancı kaybolduğu için, yeni liderler çıkarıyorlar ve koalisyon değişikliği yapıyorlar.

PD (Demokratik Parti) son genel seçim­lerde ilk partiydi ve şimdi yenİ bir lideri var: Matteo Renzi. Son haftalarda partisi­nin, Enrico Letta (PD) yönetimindeki geniş tabanlı hükümete olan desteğini geri çekti. Böylece Şubat’ın son günlerinde Letta’nın yerini Renzi aldı ve şimdi aynı geniş koalis­yon tarafından desteklenen yeni hükümetin başında. PD, 1991’den sonra üç kere ismini değiştiren eski Komünist Parti. PD, şu anda orta-sol partilerin en büyüğü. PD, son yıllar­da ABD ve NATO’nun savaşlarını destekledi ve çalışma koşullarını kötüleştiren, ücretleri düşüren iş kanunları önerdi.

2009’da Silvio Berlusconi’nin kurduğu sa­ğın büyük partisi PDL (Özgürlüğün İnsanla­rı) artık yok. 2013’te PDL’nin aşırı-sağ kana­dı ayrılarak Fratelli d’Italia (İtalya’nın erkek kardeşleri, ulusal marşın ilk mısrası) parti­sini kurdu. Tekrardan muhafazakar birliği sağlamak istediler fakat başaramadılar. Son aylarda PDL tümüyle bölündü. İçişleri Baka­nı Angelino Alfano, geniş tabanlı hükümeti doğrudan destekleyen NCD (Yeni Merkez- Sağ)’yi kurdu. Berlusconi, parlamentodan atıldıktan sonra siyasi arenada tekrar rol kapmak için eski partisi doksanların Forza Italia’sını mezarından çıkardı.

Lega Nord partisi (kuzey ligi), kendini ku­zey İtalya’nın göçmen işgali ve devletin uy­guladığı vergilere karşı son savunması ola­rak tanımlayan, sağ-kanadın ırkçı bir partisi. Bu parti doksanlarda doğdu ve geçen yıla kadar kuzeyin endüstri bölgelerinde çoğun­luğu sağlıyordu. Propagandası Roma bürok­rasisine ve güney bölgelerin “parazitliğine” karşı odaklanmıştı. Aslında bu yirmi yıl için­de kuzeyin mitini büyük işletmeler, kumarlar ve onlarca milyonluk karlarla birleştirmişler­di. Lega Nord son yıllardaki rüşvet skandal­larından sonra çökmeye başladı.

Sol ve komünist partiler geçen yıllarda PD hükümetinin savaş yanlısı ve emek karşıtı politikalarını destekledikleri için birliği kay­bettiler. Bu yüzden solun çoğu parlamento dışında.

Şubat 2013’te yapılan son genel seçim­lerde tüm bu partiler oy kaybettiler ve oy vermeyenlerin oranı yükseldi.

Bu durumda, tartışmasız, partiler toplu­mun gerçek bir temsili değiller, tasarruf ted­birleri tüm partilerin (sol ve sağ) desteğini alıyor ve partiler sadece kemer sıkma po­litikaları yürütmek için istikrarlı hükümetler kurmaya çalışıyorlar.

Son genel seçimlerde, eski komedyen Beppe Grillo’nun liderliğinde M5S (Beş Yıldız Hareketi) denilen yeni bir parti, %25’e ulaştı ve üçüncü oldu. Bu parti eski politikacı sını­fın rüşvetçiliğine karşı pozisyon aldı ve yok­sullaşan orta sınıfta birlik sağladı. Bu, politik krizden faydalanmaya çalışan yeni popülist partilerden sadece bir tanesi. M5S kendini, rüşvete karşı ve doğrudan demokrasi ta­raftarı, internette doğan bir hareket olarak sunuyor. Gerçekten de internete dayanan, militanı, ofisi ve eski partilerin kullandığı ge­leneksel yapıları kullanmayan bir parti. Fa­kat M5S, doğrudan demokrasiyi sadece içi boş bir slogan olarak kullanıyor çünkü hem yerel, yem de genel seçimlere katılıyorlar. Dahası, üyeleri internet üzerinde partinin duruşunu tartışıp oylayarak tanımlasa da gerçekte politik pozisyonlara liderleri karar veriyor. Bu parti değişimin tek yolu olarak kendini öneriyor ve bu da devlet için kul­lanışlı çünkü geleneksel partilerin kaybettiği güveni tekrar politik sistem içindeki bir al­ternatife yönlendiriyor.

AGA: Hollanda’daki politik durum hakkın­da uzman olmadığımı söylemeliyim. Fakat seçimler ve etrafındaki anarşist örgütlenme hakkında fikrim var, o yüzden bu soruları ce­vaplamak isterim.

Hollanda’da temsili sistem var. Bu, pratik­te her zaman bir koalisyon hükümeti olması ve birçok farklı siyasi partinin olması anla­mına geliyor. Bu aynı zamanda, sanılanın aksine aralarında neredeyse hiç fark olma­ması anlamına geliyor. Tabii ki ben bir anar­şistim ve parlamenter politikaya hiçbir ilgim yok, birçok insan benim söylediğime katıl­mayacaktır. Ama şöyle bakın: Parlamen­todaki 12 siyasi parti arasında, ‘Hayvanlar Partisi’nden 50 yaşın üstündeki insanların partisi (50PLUS)’a ve ‘Sosyalist Parti’ye ka­dar, hiçbir anti-kapitalist parti yok. Anti-ne­oliberal parti bile yok, belki SP hariç.

Partilerin üçü ‘Hristiyan’ parti ve görünüşe göre bunun anlamı kadın haklarına ve LGBT meselesine tepkili bir tavırları var (yine de bence hiçbiri homoseksüelliğe açıkça karşı çıkacak kadar ileri gitmeyecektir). Bunun dı­şında ılımlı neoliberal ve AB yanlısı bir gün­demleri var.

Sol kanat kabul edilen üç partiden sadece Sosyalist Parti sol gözüküyor, o da bir yere kadar. Yüzeyin altına biraz indiğimizde, her zaman bir anti-göçmen duyarlılık varlığını sürdürüyor. Diğer iki parti devlet bürokrasi­sinde sadece birer kariyer aracı ve onlardan ‘sol’ olarak bahsetmenin ideolojik bir teme­li yok. Dahası bu partiler aşırı sağın politik çerçevesini sahiplendiler.

Aşırı sağda Özgürlük ve Demokrasi için Halklar Partisi (VVD) ve yandaşı Özgürlük Partisi (PVV) var. Şu anda iktidarda sayılırlar (Emek Partisiyle (PvdA) birlikte ama bu bir kariyer makinasından başka bir şey değil).

Bugün, üç partili sistemin yaklaşık 55 yıl­da geldiği noktada, politik manzara istik­rarsız hale geldi. Hollanda’da, nerdeyse her yerde olduğu gibi, refah devletini söken ve özelleştirme ve baskı gibi neoliberal politi­kaları yürütenler ‘sol’du. İşçi sınıfının üst katmanındaki ve orta sınıfın alt katmanın­daki seçmen, aşırı derece ihanete uğramış hissediyor ve sağ kanat bunu kendi lehine kullanıyor. Sağ kanat oy kazanmak için ulu­salcılığı, yabancı düşmanlığını ve korkuyu olabildiğince kamçılıyor. Bu yolda, inanıl­maz bir hızla sağa kayarken kontrolü kay­betmekten korkan muhafazakar elit dışında karşılarına çıkan kimse yok. Bu kayma de­vam ederken seçim sonuçlarının pek önemi yok gibi gözüküyor.

Anarşistler bu siyasi yapıyı nasıl et­kiliyorlar? Siyasi arenadaki sözü nedir?

Paul: İrlandalı anarşistlerin parlamenter yapı içinde ya da yerel yönetimlerde doğ­rudan hiçbir etkisi yok çünkü ne seçimlere giriyoruz, ne de diğerlerine oy aktarıyoruz. İrlanda’da yerel yönetimlerin alışılmadık ka­dar zayıf olduğunu belirtmemiz gerekir. Fa­kat bir politik aktivistin bir yerel üyesi ola­rak seçilip parlamento üyeliği olma yolunda “yağlı direğe” tırmanması nispeten kolay. Dolayısıyla, anarşistler dışında sol eğilim­lerin hepsi, liberal sol, stalinist, troçkist, her neyse seçim siyasetiyle meşgul oluyor. Anarşistler, bu politik kampanyalara bulaş­manın sol aktivistlere verdiği hasarları eleş­tiriyorlar, çünkü bütün dikkatlerini adayların görünürlüğünü artırmaya ve İrlanda’nın po­litik dünyasındaki bağımlılık ve kayırmacılık ilişkilerini korumaya veriyorlar. Bu da sıra­dan insanları kendi işlerini yapmaktan alıko­yuyor ve bunun yerine işleri bir şefin onlar yerine yapmasını talep ediyorlar.

Dario: Anarşistlerin toplumdaki ve poli­tik duruma etkileri, toplumsal hareketlerle doğrudan ilişkili. Şu anda anarşist hareket bir “avangart” değil. Etkisi, işçilerin ve ezi­lenlerin, devletin baskısına, kapitalizmin tahribatına ve sömürüsüne karşı verdiği mücadelelerden geçiyor. Bu hareketler güç­lü olduğunda, anarşist etki de güçlü oluyor. NO TAV hareketinde bunun net bir örneği var. Bu halk hareketi yirmi yıldır, devletin yüksek-hızlı-tren yolu için uranyum ve as­best dolu dağlarda tünel kazmak istediği Susa Vadisi’nde ekolojik katliama karşı sa­vaşıyor. Anarşistler başından beri bu hareke­tin içindeler. Şimdi TAV hareketi karar alma sürecinde anarşist yöntemlere çok yakın yöntemleri benimsiyor ve uyguluyor. Yüzler­ce insan, hareketin meclislerinde, hiyerarşik bir yapı olmadan, her seferinde oybirliğine ulaşmaya çalışarak tartışıyor. Hareket aynı zamanda mücadele biçimi olarak doğrudan eylem uyguluyor ve baskılara karşı dayanış­mayı örgütlüyor.

Son yıllarda NO TAV hareketi İtalya’daki tüm hareketler için gerçek bir model oldu.

Bu hareketler içinde anarşist etkinin çok güçlü olduğunu söyleyebiliriz.

Ne var ki İtalya’da tasarruf tedbirlerine karşı geniş bir hareket yok, işçi mücade­leleri hala zayıf ve mücadele alanları hala bölünmüş durumda. Yani anarşistler sade­ce mücadelelerin olduğu ve anarşistlerin bu mücadeleye katıldığı şehirlerde toplumu ve işçileri etkiliyorlar.

AGA: Şu anda anarşistleri ulusal politik arenada etkileri yok denecek kadar az. Ra­dikal solda seçim siyaseti karşıtı tavırlar çok karışık. Bazıları sağa kayışı tersine çevirmek için SP’ye oy verilmesini savunuyor. Bazıları güçlü bir ‘sol’ hükümetin bir şekilde radikal solu ve anarşistleri ‘koruyacağını’ bile düşü­nüyor (bana sorarsanız hiç gerçekçi değil). Ve oy vermeyip (oy pusulalarını yakan fo­toğraflarla birlikte tam tekmil) ayaklanma çağrısı yapan bir kısım var. Fakat tartışma­nın dönüp dolaştığı yer SP’ye oy vermek ya da hiç oy vermemek.

Anarşistlerin özellikle seçim zaman­larındaki yaklaşımı nedir? Ve bu yakla­şım toplumda nasıl yer alıyor?

Paul: Geçmişte “Hiç-kimseye oy verin, Hiç-kimse sorunlarınızı dert ediyor, Hiç-kimse sizi gerçekten dinleyecek” gibi sayısız hiciv kampanyası yaptık. Fakat şimdilerde öyle geliyor ki, böyle bir yaklaşım sadece alaycılığı yaygınlaştırıyor ve seçimlerin ken­disi kadar güçsüzleştiriyor. Dolayısıyla ge­nelde sadece seçimlerden değil, anti-seçim­cilikten de uzak duruyoruz. Bize göre sorun insanların oy kullanması değil, oy kullanmak dışında hiçbir bir şey yapmadan bir şeyleri değiştirmeyi beklemeleri. Bu yüzden seçim zamanı bütün sol, adayların fotoğrafları ga­zete ve TV’ye çıksın diye sembolik olarak ey­lemlere katılmak ve seçim gezileri yapmak somut hiçbir şey yapmazken, biz doğrudan eyleme dayalı kampanyalar yürütüyoruz ya da desteklemeye çalışıyoruz. Ayrıca kendi çevremiz için, seçim yerine doğrudan eylemi neden seçtiğimizi anlatan öğretici çalışmalar (miting, propaganda, vb.) yapıyoruz.

Dario: Anarşistler olarak politik güç so­rununda net pozisyonlarımız var. Anarşist hareket 1872’de İsviçre’de, Saint Imier Kongresi’nde doğdu. Kongrenin kararı şu anlama geliyordu: “herhangi bir politik ik­tidarın yok edilmesi proletaryanın ilk göre­vidir”. Dolayısıyla oy vermemek, anarşistler için bir taktik ve strateji meselesi değildir. Anarşizmin teorik sisteminin bir parçasıdır.

Oy vermemek ideolojik bir soru değildir, sadece bir slogan değildir. Somut bir pozis­yondur çünkü anarşistlerin istediği şey, iş­çilerin ve halkın, eylemleri yoluyla herhangi bir politik iktidarın baskısından kurtulduğu, öz-yönetime dayalı, devrimci bir toplumsal dönüşümüdür.

İtalya’da anarşistler seçimleri boykot propagandası yaparlar. Bu kampanyada anarşistler somut toplumsal alternatiflerin örneklerini de gösterirler. İşçiler ve halk, sadece anarşistlerin iktidarı istemediğini ve hiçbir zaman onları ezmeyeceğini ya da sö­mürmeyeceğini biliyor.

İtalya’da şu anda oy vermeme oranı çok yüksek ve belki de oy vermeme kampan­yaları yapmak daha önemli. Partilere artık güvenmeyenler ve oy vermeyenler aslında devrimci değiller. Ama anarşistler onlara bir değişim yolu gösterebilir ve öz-yönetimin somut örneklerini verebilirler.

AGA: Anarşistler Hollanda’da ufak bir azınlık ve seçimlere anarşist bir yaklaşım uzun zamandır yok. Bunu bazı çıkartmalar ve posterlerdeki sloganlarla özetleyebiliriz: Oy verme, kararları kendin ver! Ve eğer oy vermek bir şeyi değiştirebilseydi çoktan yasaklanmış olurdu. Seçimlerde verilen oy sisteme olan güvenin oyu olarak da görü­lebildiği için insanlara oy vermeme çağrısı yapıyoruz.

Ama son zamanlarda insanlar bu tutum­larını değiştirmiş, seçimler sirkinin vadetti­ği imkanların kokusunu almış gözüküyorlar. Artık o kadar içi boş bir ritüel (Bir Demokrasi Şöleni!) haline geldi ki, o kadar gerçekler­den uzaklaştı ki, çoğu insan, bazı anarşistler bile, basitçe, kime oy verdiğinizi geçin, oy verip vermediğinizin bile fazla önemi olma­dığını düşünüyor. Dolayısıyla meseleyi oy vermeye odaklamak gerçekten anlamamak demektir.

Anarşist bir ağ örgüt olan Vrije Bond’a bağlı bir grup, iki yıl önceki genel seçimler zamanında astıkları afişlerde biraz farklı bir yaklaşım getirdiler. Örneğin bir tanesinde Tahrir Meydanı’ndaki bir Mısırlı kadın var­dı ve şöyle yazıyordu: Bu Mısırlı kadına oy verilemiyor… Ama yine de o, diğer binler­cesiyle birlikte Tahrir Meydanı’nda protesto ederek, bir diktatörü devirmeyi başardı. Bu, anlamlı politik değişimin oy vererek değil kolektif eylem yoluyla olacağına işaret eder.

Anarşistlerin seçim zamanı düzenle­dikleri ana eylemler ya da kampanya­lar nelerdir? Anarşistler tarafından ha­rekete geçirilen bu kampanyalar ya da eylemler amaçlarına ulaştı mı?

Paul: Son seçimler 2011’de, 2008 sonrası kemer sıkma politikalarına ve 2010 Troyka kurtarma paketine karşı kitle hareketleri­nin olduğu zamanlarda yapıldı. Çoğunluğun beklentisi, hükümetten kurtulup yerine ye­nisini koyunca bir değişim olacağı yönün­deydi ve bu beklenti hareketi sabote etti. Tabii ki beklentiler gerçekleşmedi.

Dario: Seçimler sırasında anarşistler oy vermeme kampanyalarının yanı sıra her zamanki girişimlerine devam edebilirler. Anarşistler politik girişimlerinin herhangi bir alanında basitçe böyle bir kampanyayı ge­tirebilirler, öz-yönetim örneklerini herhangi bir mücadelede ya da içinde bulundukları herhangi bir harekette verebilirler. Tek amaç devletin ezmesine karşı bir alternatif göster­mek olduğu için genelde amaca ulaşılır.

AGA: Seçimlerin aldığı gösterişli saçma­lığa alternatif arayan insanlara yönelik ya­yınlar yapan anarşistler var. Ve 2012’de ‘Tilburg Anarko-cemiyeti’, seçimlerin olduğu gece “Oy vermek daha iyi bir dünyaya götü­rür mü?” konulu bir forum düzenledi.

Ama seçim siyasetine karşı en iyi pro­paganda yine seçim siyasetinin kendisidir. Şüphesiz bu zamanlarda politik sistemin boş propagandası bir hezeyana dönüşüyor ve ona kendi mesajınızı iliştirmek çok kolay ol­malı. Bu fırsatı, diğer zamanlarda karşımıza çıkanlarla karşılaştırdığımızda, bu dünyanın geçip gitmesini seyretmek yazık olur. Ama artık hatalı şekilde, oy verme eylemine çok fazla ağırlık vermeyi bırakmalıyız. Birkaç yılda bir oy pusulasını doldurup doldurma­manız önemli değil. Bunu bir mesele olarak koymayı tamamen bırakmalı ve gerçek me­selelere odaklanmalıyız.

Dünya çapında, birbirinden etkilen­diği söylenen hareketler olduğunu bi­liyoruz. Bunlardan bazıları doğrudan demokrasiye ilişkin büyük deneyimler yarattılar. Ve bazıları da hükümet gücü­nü amaçlayan partilerin seçim kampan­yalarına evrildi. Tüm dünyada meyda­na gelen bu yeni toplumsal hareketler sonrasında seçimlerin yeni anlamını yorumlar mısınız?

Paul: Bizim için, gerçek hareketlerin – yani üyelerinin gerçekten katılımına, doğru­dan demokrasiye, doğrudan eyleme dayalı hareketlerin- temsili biçimlere, seçimciliğe ve sonra da hükümete dönüşmeleri ve ardın­dan kaçınılmaz olarak bunu başlatan gerçek hareketin baskılanmasına yol açması, yeni bir şey değil. İşçi hareketlinin doğuşundan beri sürekli tekrarlanan çok, çok eski bir hi­kaye. Burada, İrlanda’da Yeşiller Partisi ku­rulurken radikal iddiaları vardı. Liderlerinin bazıları, Batı Mayo’da Shell’e karşı direnişte doğrudan eyleme katılmışlardı. Bir sonraki seçimlerden sonra Yeşiller Partisi bu son FF hükümetinin küçük koalisyon ortağı oldu ve zamanında direnişe katılan aynı Yeşiller Par­tisi lideri Shell tesislerini destekleme göre­vini aldı ve bu işi yaptı. Eğer bir gün Syriza Yunanistan’da iktidara gelirse, hikaye aynı olacak. Hep böyle oldu ve hiç kimse değişik bir sonuç almak için materyalist perspek­tifte aslında neyin değiştiğini gösteremedi. Deliliğin tanımı, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı bir sonuç beklemektir sözü, Einstein bunu hiçbir zaman söylememiş olsa da, sol ve seçimler söz konusu olduğunda kesinlikle doğru.

Dario: Değişik ülkelerde, çok değişik geç­mişleri olan değişik hareketleri ele almak zor bir iş. Her halükarda, son yıllarda, ezilmeye ve sömürüye karşı yeni bir direniş dalgası­nın Akdeniz bölgesini ve ötesini salladığı bir gerçek.

Bu yüzden sadece bazı genel yorumlarda bulunacağım. Her şeyden önce, bazı hare­ketlerin ya da bu hareketlerin bazı kısım­larının sandık yoluna gitmeleri yeni bir şey değil. Ne hareketler, yeni liderler, yeni gün­demler çıkabilir ama sandık yolu her zaman aynı “iktidara gelme” mitolojisini takip eder. Bu bir yanılsamadır ve 150 yıllık bir numara­dır. Fakat bu son hareketlerde bir şey değiş­ti. Doğrudan demokrasi ve öz-örgütlenme yaygınlaştı. Bu hareketlerin içinde aktif olan anarşistler olarak, devlet olmadan toplum­sal ve politik dönüşüm konusunda toplumsal bir tartışma başlatmamız gerekiyor. Bu ha­reketlerin içindeki direnişin ve öz-yönetimin somut potansiyelini vurgulamamız gereki­yor.

AGA: Seçimler, yöneten elitin sistemi çö­kertmeden kendi farklılıklarını yarıştırma yoludur. Bugün de eskisinden farklı bir an­lam taşıdığını düşünmüyorum. Ama çoğu insan, politikacıların işsizlik, kriz ve ekolojik yıkım konusunda hiçbir şey yapamayacağını artık açıkça görüyor. Tüm dünya meydana gelen isyanlarda gördüğümüz umut verici gelişmelerden biri politikacılara ve politika­ya yönelik genel tiksinti. Kolektif mücadele, katılan insanları dönüştürüyor ve öyle büyük ufuklar ve olanaklar açıyor ki sistemin bize sunduğu sınırlı seçenekleri daha da bunaltıcı hale geliyor. Ama şu anda tüm dünyadaki bu toplumsal hareketlerin, temeldeki sis­temi yok etmeye gücü yetmiyor. Bu durum değişmediği sürece ‘hareketi temsil etmeye’ hazır politikacılar hep olacaktır ve fark yara­tan bir alternatif görmedikleri sürece, onlara oy veren insanlar olacaktır.

Çeviri: Özgür Oktay

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.