Devrim… O kadar fazla anlamda kullanılmış ki bu sözcük. Bir sözcüğü yasaklayabilir misiniz? Yasaklanmış, devrim. Sadece yaşadığımız coğrafyada mı? Hayır, Güney Amerika’dan Çin Hindi’ne, Asya’nın kuzeyinden Afrika’ya, kendine tehdit gören her iktidar odağı, yasaklamış devrim sözcüğünü. Sadece şimdi mi? Tarihin en erken aşamalarından bu yana. Her zaman ve her yerde birileri çekinmiş bu sözcükten, bazılarıysa hayatlarını anlamlı kılmış bu sözcükle. Geçenlerde ise bir şirketin vitrinine reklam olmuş. Bir satış politikası… Ya da nostaljik bir dizide, hatırlanır bir ayrıntı. Sözcüğü anmaktan korkanların ağzına pelesenk olmuş devrim. Çünkü iktidarların korktuğu devrim, hep gelecekteki bir günle anılır olmuş. Vaat edilen bir kurtuluş günü, gerçekleştiği anda tüm yaşamı değiştirecek sihirli bir an olmuş. Oysa devrim; iktidarlı, otoriter ve itaatkâr, mülkiyetçi reflekslere dönüşmüş ilişkilerin şu andan reddidir. Bu, iktidarlı refleksleri reddetmek değildir sadece. Paylaşma ve dayanışmanın yaşamsal ilişkisine dayalı bir toplum yaratmaya şimdiden gösterilen bir çabadır.
Devrim yapılmaz,
satın alınmaz;
ya ruhumuzda
ya hiçbir
yerde…
Adalet duygusu gelişkin özgür bireylerin, böyle bir çabaya kolektif bir şekilde giriştiği bir süreçtir. Atölyede patronun işçisini sömürdüğü ve bu sömürünün normalleştiği ve bu normalin dünyanın her yerinde bir gerçeklik haline geldiği zamanda, bu sömürüye karşı üretim ve tüketim ilişkilerini şimdiden, tüm bireylerin gönüllü katılımıyla düzenlemektir. Evde erkeğin kadını ezdiği ve bunun toplumun geleneği haline geldiği bir zamanda, herhangi bir bireyin otoriteye ve tahakküme maruz kalmadan kendini gerçekleyebildiği andır. Bilginin, iktidarın süzgecinden geçip toplumsal statü için devlete uygun iradesiz bireyler yetiştirmek uğruna satıldığı bir zamanda, toplumsal deneyimlerin tüm bireylerde paylaşılıp, gerontokratik kaygılar gütmeden, şimdiden ortak pratiklere dökülmesidir.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 3. sayısında yayımlanmıştır.