Altı sene önce Sydney’de, binlerce kurum ve milyonlarca insan, akşam saatlerinde ışıklarını 1 saat süreyle kapayarak iklim değişikliği gibi birçok çevresel sorundan “dünyayı kurtarmıştı”. Çevre sorunlarına ne kadar dikkat çekildi bilinmez ama Sydney Liman Köprüsü’nün ve birçok sembolik yapının ışıklarını söndürmesi oldukça ilgi çekmişti. Bu “başarı”nın ardında, benzeri popüler etkinliklerin vazgeçilmez STK’sı WWF vardı. WWF bu sene de aynı organizasyonu, daha fazla kurumsal ve bireysel katılımla gerçekleştirdi. Dünya çapında sembol binaların ışıklarını söndürterek, “dünyanın kaderinin kimlerin elinde olduğunu” gösterdi.
WWF(World Wild Fund for Nature) yani Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Sydney’de başlattıkları bu yeni ve “yaratıcı” tarzı her sene, dünyanın olabildiğince çok yerinde gerçekleştirebilmek için “Dünya Saati” isimli bir kampanya başlattı. Geçtiğimiz sene bu kampanyaya, 157 ülkeden 7000’in üstünde şehir ve 1 milyardan fazla insan katıldı. Türkiye’de ise 75 binden fazla insan ve 400’ün üstünde kurum destek verdi. FSM ve Boğaziçi Köprüsü, Dolmabahçe Sarayı, Galata Kulesi, Aya Sofya gibi sembolik yapıların ışıkları söndürülerek Türkiye’de de “çevre bilinci”nin gelişmesine katkıda bulunuldu.
Dünya Saati Kampanyası, WWF bünyesinde başlayan bir kampanya olsa da, şu an kendi gönüllüleriyle işleyen bir görüntüsü var. Dünya Saati kampanyası ile hedeflenen; insan etkilerinin neden olduğu, petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri ile salınan sera gazı birikimlerinin artması ve bu hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda ortalama sıcaklıklarda artışların yaşamasına bağlı olarak orta ve uzun vadede yaşam alanlarının bozulması. Ya da en azından WWF’in kampanya sitesinde yazan ya da reklamlarda telkin edilenler bunlar.
Çevre Gönüllüsü Şirketler
“Dünyanın kaderi senin elinde” sloganıyla, küresel çapta bir çevre duyarlılığı oluşturmaya çalışan WWF’in bu kampanyasına destek veren kurumlarsa, kampanya sitesinde destek verenler listesinde yerini alarak “çevreye duyarlı” olduklarını tescillemiş oluyorlar.
2013’ün Dünya Saati sponsorluğunu, Coca Cola, Doğa Koleji, Vodafone ve Garanti Bankası yapıyor. Özellikle Hindistan coğrafyasında su havzalarına, Güney Amerika’da akarsu ve derelere ilişkin şirket politikalarıyla Coca Cola’nın varlığı, bu listenin “çevre duyarlılığı”nı ölçmek adına önem taşıyor. Ana sponsorlardan Garanti Bankası’nın, Karadeniz’de yapımı sürmekte olan HES’lerin büyük bir kısmının sahibi olan Doğuş Holding’e ait olması kampanyanın çevresel duyarlılık yaratmaktan ziyade, şirketlerin çevre politikalarını aklayabilecekleri bir zemin olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.
Destekçiler arasında, BASF ve Roche gibi ilaç ve kimya sektörü tekelleri de yer alıyor. Kampanyanın gururla listesini açıkladığı katılımcılar arasındaysa Borusan Holding, Şekerbank, Denizbank, Koç Bilgi Grubu, İnci Holding, T-bank, TTNet, Zorlu Holding, Citibank, Akbank gibi “çevre gönüllüleri” de yer alıyor. Bu şirketlerin sosyal sorumluluk kapsamında gerçekleştirdiği çevre duyarlılıklı etkinlikler, şirketlerin görünürlüğü açısından çok önem taşıyor. Bir yandan ekolojik yıkım politikalarını gerçekleştiren bu şirketler, WWF gibi organizasyonların dünya çapında etkinlikleriyle tüm bunları gizlemeyi başarabiliyor.
WWF Gerçekte Ne Yapıyor?
WWF, içinde birçok ulusal çevre organizasyonunu barındıran bir şemsiye örgüt. Öncesinde doğal yaşam özelinde daha spesifik bir çalışma alanı olan WWF, 1986 yılından itibaren tüm çevre sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştı.
WWF’in şirketlerle iç içe geçmiş kampanya tarzı, vakfın kurulma nedenlerinden bağımsız değil. Bunu vakfın kuruluşundan bu yana, yönetici kadrolarda isimlere bakarak anlamak mümkün. 1972-78 yılları arasında üst düzey yöneticilerden Godfrey Rockefeller hemen göze çarpan isimler arasında. Kapitalist ideolojinin en “kararlı” savunucularından biri olan Rockefeller ailesinin, küresel ekonomiyi yönlendirebilme gücünün etkilerini, özellikle Üçüncü Dünya diye adlandırılan coğrafyalardan gözlemlemek mümkün. Tüm bu sömürü politikalarının yanında, Rockefeller ailesinin petrol ve enerji tutkusu, Rockefeller’ların neden vakfın içerisinde yer aldığını görmek açısından önemli. Küresel ekolojik yıkımın en önemli mimarları arasında ailenin holdingleri yer alıyor.
Bu yönetici kadrolar arasında göze batan başka bir isimse Linda Coady’di. Vakfın Pasifik Bölgesel Yöneteciliği’ne 2002’nin Aralık ayında getirilen Linda Coady, Weyerhaeuser şirketinin yürütme kurulu yöneticilerinden. Weyerhaeuser, ABD’nin en büyük kereste şirketlerinden biri. Özellikle inşaat sanayiinde ve kağıt sanayiinde ABD’de neredeyse en büyük şirket konumunda bulunan Weyerhaeuser, ABD’de 6.4 milyon dönüm, Kanada’da 30 milyon dönüm ormanlık alanın sahibidir. Vakfın temel ilkelerinden biri olan “ormansızlaştırma” gibi ilkeleri en çok çiğneyen kurumlardan biri Weyerhaeuser’dir.
WWF’in maddi destekçileri arasında yer alan Alcoa, Citigroup, Bank of America, Kodak, J.P. Morgan, Bank of Tokyo, Philip Morris, Waste Management ve DuPont gibi büyük şirketler, bu yardımları karşılığında “Doğa Dostu Şirket” ödülleri alıyorlar. Vakfın bu “saygın” ödüllerinin ismi J. Paul Getty Doğal Hayatı Koruma Ödülleri. Ödüllere ismini veren şahıssa, dünyanın önde gelen petrol baronlarından J. Paul Getty.
Yakın bir zamanda, HSBC ve WWF arasında yapılan yıllık 1 milyon poundluk “yağmur ormanlarına bağış” anlaşması ekolojiye duyarlı muhalif çevrelerce gündeme getirilmişti. Bu kampanyaya göre HSBC’ye yatırılan her 2 Pound karşılığında, Brezilya’daki yağmur ormanlarını koruma projesine o kadar katkı yapılmış oluyordu. HSBC ile ortak iş yapan birçok şirket, mevzubahis yağmur ormanlarını kendi çıkarları için yok ederken HSBC’nin bu kampanyası ne anlama geliyor?
2007 yılının Haziran ayında WWF’in anlaşma yaptığı bir başka şirketse Coca Cola. 20 milyon dolar değerindeki bu anlaşmayla, Coca Cola “doğal su kaynaklarını korumada” WWF’e yardım edeceğini beyan ediyor. Coca Cola’nın özellikle Hindistan’daki su varlıklarına yönelik, şirketin şişeleme havzalarıyla yarattığı doğa katliamları ve buna bağlı olarak gerçekleşen ölümler hafızalardayken, bu tarz bir anlaşmayla Coca Cola’nın ne yapmaya çalıştığı açık. WWF’in yöneticilerinin “şirket geçmiş hatalarından ders çıkartıp, daha önce hiç fon verilmemiş bir alana fon vermeleri önemlidir” açıklamaları, bu anlaşmanın arkasındaki niyeti belli ediyor.
Greenwashing Ya da Eko-emperyalizm
Jay Wetervelt, 1986’da terimi hotel endüstrisine ilişkin bir uygulama için kullandı. Wetervelt, bu terimle hotellerde o dönem yeni başlamış bir uygulamadan söz ediyordu. Uygulamaya göre, artık havlular çöpe atılmadan, “yıkanarak” tekrar kullanıma hazır hale getiriliyordu. Hotel işletmecileri, bu yöntemin “doğayı korumak ve enerji tasarrufu yapmak için” kullanıldığını belirten “yeşil çamaşırhane kartları”nı odalara bırakıyordu. Oysa, Wetervelt birçok işletmede herhangi enerji tasarrufu örneğine rastlanmadığını vurguladı. Dahası, bu yöntemin hotel müşterilerinin hoşuna gittiği ve hotellerin karlarını arttırdığıydı. Yani “yeşil kampanya” kar için kullanılan bir yöntem haline gelmişti. Wetervelt, bu gibi “doğaya duyarlı” gibi hareket edip karının artmasını hedefleyen her şirket eylemini greenwashing (yeşil yıkama/aklama) diye isimlendirdi.
Doğaya duyarlı bankalar, havayı kirletmeyen otomobiller, ormanların tahribatına karşı alınan her ürünle bir fidan dikimi, geri dönüşümü daha kolay maddelerden ürün poşetleri… Benzeri birçok kampanya ile birçok şirketin, doğaya ne kadar da duyarlı olduğunu görüyoruz! Büyük şirketler bu görünürlüğü sağlamak adına, en az 300 milyon dolarlık reklam harcaması yapıyorlar. Neden? İnsanların “doğaya duyarlı” ürünler tercih etmesi artan bir hızla yaygınlaşırken, şirketler de politikalarını buna göre değiştiriyor.
Çevre hareketi, ABD’de yıllık 4 milyar dolarlık, küresel çaptaysa 8 milyar dolarlık bir endüstri. Bu endüstride sadece büyük şirketler yer almıyor. WWF, Greenpeace gibi kuruluşlar da yer alıyor. Bu kuruluşların gönüllülük yoluyla insanlardan sağladığı gelir, büyük şirketlerin destekleriyle kıyaslanınca çok küçük kalıyor. Örneğin WWF’in 2007’de Küresel Ağ’ından sağladığı gelir 0.8 milyar dolar. Tabi ki bu durum, zaten siyasi elitler ve güçlü şirketlerin kurduğu WWF için şaşırtıcı değil. WWF gibi kurumların önceliği “doğal” olarak kendini destekleyen şirketlerin ve elitlerin küresel politikaları olacak.
WWF’in toplamda 90 ülkede ofisi var. Bu kadar yaygın bir ağ ile hareket eden kurumun (ve benzeri diğer “doğayı koruyalım” kurumlarının da) küresel politikaları, ekolojiye duyarlı toplumsal muhalefet arasında eko-emperyalizm diye adlandırılıyor. Bu eko-emperyalist politikaların en bilindik örneği ise, WWF’in Moğolistan’daki faaliyetleri ile ilgili. “Yasadışı avlanma, su kaynaklarının kirletilmesi, madenler ve buna bağlı zehirli kimyasal atıklar” gibi konularda Moğolistan coğrafyasında önceliklerini belirleyen WWF, özellikle madencilikle ilgili kaygılarını kendi web sitesinde belirtiyor. Tabi ki bu kaygıları ortaya atarken, Moğolistan’ın “kalkınmasında” önemli rol oynayacak madenciliğin, “bu işi bilenlerin” denetiminde gelişmesini istiyor. Ve bu doğrultuda, Asya Kalkınma Bankası ve Transparency Vakfı’nın fonlarıyla bir model hazırlıyor.
Asya Kalkınma Bankası, Dünya Bankası’yla yakın ilişkisi olan, ancak ortaklığını ABD, Japonya, Çin ve Hindistan’ın yürüttüğü “Asya’yı ekonomik açıdan geliştirmeyi amaçlayan” bir kuruluş. Özellikle ABD ve Japonya, kuruluşun ekonomi politikaları üzerinde belirleyici etkiye sahip. Temel politika, “kaynakların” küresel şirketlerin yönlendirdiği bir programla gelişmesi. Transparency Vakfı ise, 2000’lerin başında Britanya’da, Birleşmiş Milletler Gelişme Programı ve Dünya Bankası’nın desteğini alarak, “hayırsever bir vakıf” tarafından oluşturuldu. Vakfın amacı dünyanın her yerinde demokrasinin gelişimine katkıda bulunmak. Moğolistan’da bu iki büyük küresel kurum, WWF aracılığıyla hem ekonomiyi hem de demokrasiyi geliştirmeyi hedefliyor!
Televizyonlarda, reklam panolarında ya da internet üzerinde yaygınlaşan “yeşil” furyasının bu kadar artmış olması, genel olarak artan bir “doğa duyarlılığı”na işaret etmiyor. Ya da WWF gibi kuruluşların gerçekleştirdiği Dünya Saati gibi ses getiren kampanyaları, bir bilinç oluşturma girişimleri değil. Dahası bu ve benzeri etkinlikler, küresel şirketleri bir yandan “iyi gösterme” çabasıyla oluşturulmuş aklama, öte yandan kapitalist politikaların gizleneceği bir zemin olma özelliği taşıyor. WWF gibi kurumların sadece faaliyetleri üzerinden bir değerlendirmeye girmeden, kimlerin ne amaçla bu kurumları oluşturduğunun sorgulanması, kendi muhalefetini oluşturmaya soyunan kapitalizmi anlamak açısından önem taşıyor.
Not: Yazıda geçen iddialara ilişkin referanslar için;
http://www.spiegel.de/international/world/wwf-helps-industry-more-than-environment-a-835712.html
http://thesietch.org/mysietch/keith/2008/01/15/wwf-buy-yourself-a-new-corporate-image-part-1/
http://www.zcommunications.org/wwfs-eco-imperialism-by-michael-barker
Alp Temiz
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.