Göç Örgütü’nün herhangi bir uluslararası hukuk anlaşmasına uyma zorunluluğu yok. Örgütün bu özelliği, yardım çalışmaları yapıyor izlenimi vermek isteyen devletler için, kendi göçmen politikalarını uygulamakta oldukça kullanışlı.
“Akdeniz’deki duvar, bürokratik ve görünmez. Ancak bu duvarlar sonunda yıkılacak.” Uluslararası Göç Örgütü sözcüsü Joel Millman, Ocak 2017’de yayınlanan bir röportajında göçmenler ve devletler arasındaki ilişkiyi duvar metaforuyla anlatıyor. Bu metafor dünyanın birçok yerinde, devletler tarafından “göçmen sorununa” karşı somut bir çözüm olarak görülmeye başlandı bile.
Dünyada 1 milyar nüfuslu yeni bir insan grubu var; göçmenler. Yani dünyada her yedi kişiden birisi göçmen. Bu küresel “soruna” karşı, uzun yıllardır yardım ve destek kampanyaları yapan binlerce yerel dernek ve uluslararası kuruluş var. İçerisinde bulunduğumuz coğrafyada da bu dernek ve kuruluşlara rastlamak mümkün. Ama hepsinin ortak noktası olan bir başka uluslararası kurum var: Uluslararası Göç Örgütü (IOM).
Örgütün varlığı, faaliyetleri, hedef edindiği ilkeler ve tüm bunların ardında yatan gerçekler, göçmen meselesini farklı bir yerden anlamamıza olanak verdiği gibi, bu ve bunun gibi “yardım” etkinliklerinin aslında nereye denk düştüğünü görmemiz açısından önem taşıyor.
Avrupa Göç Komitesi’nden Uluslararası Örgüte
1951 yılında II. Dünya Savaşı sonucu yerinden edilen insanlar için Avrupa Hükümetlerarası Göç Komitesi ismiyle faaliyetlerine başlayan Uluslararası Göç Örgütü (IOM), bugün dünyanın birçok coğrafyasında 1,3 milyar dolarlık bütçesiyle, 8400 kişilik yönetici kadrosuyla ve 2016 itibarıyla bünyesinde barındırdığı 166 üye devleti ve 8 gözlemci devletiyle çalışmalarını sürdüren devletler arası bir kuruluş.
II. Dünya Savaşı sonucunda yerinden edilen 11 milyon insanın yerleşimini organize etmek için kurulan örgüt, önceden Avrupa merkezli hareket eden bir yapıyken 1954’te çalışma alanını daha da genişletti. Macaristan İşgali’nden, Şili Darbesi’ne; Vietnam Savaşı’ndan, Asya Tsunamisi’ne insan eliyle yaratılan felaketlerden doğal felaketlere; ortaya çıkan olumsuzluklardan kaçmak zorunda kalan insanlara insani yardımı ilke edinmiş bir örgüt Göç Örgütü. Eylül 2016’da ise UNICEF, IMF, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar gibi Birleşmiş Milletler’e bağlı bir örgüt haline geldi.
Göç Örgütü Ne Yapar?
Göç Örgütü’nün temel etkinlik alanı; göçmenler, mülteciler ve göçmen işçilere hizmet sağlamak ve önerilerde bulunmak. Tabi bu etkinlik alanının diğer tarafı, göç edilen devletler… Göç Örgütü, “düzgün ve insancıl bir göç için uygun koşulları sağlamak” ve “hükümetlere ve göçmenlere tavsiyelerde bulunmak” olarak kendi yaptıklarını özetliyor.
1991 Körfez Savaşı’ndan mağdur olan göçmenler için Türkiye etkinliklerine başlayan kuruluş, 2004’te TC’nin Göç Örgütü’ne üye olmasıyla Türkiye ofisini geliştirdi. Suriyeli göçmenler konusunda çalışma yapan tüm dernek ve vakıfları destekleyen bir pozisyon aldı. Bugün coğrafyada, Suriyelilere ilişkin girişilen neredeyse bütün yardım kampanyalarında Göç Örgütü’nün ismini görmek mümkün.
Gerçekte Ne Yapar?
Göç Örgütü, 1951 yılında ABD güdümlü anti-komünist lojistik bir kuruluş olarak kuruldu. 1990 ve 2000 arasında artan göçler, sınır değişiklikleri, savaşlarla bağlantılı olarak devletler sınır kontrol rejimlerini arttırdı. Göç Örgütü işte tam da bu yıllarda büyüdü.
Göç Örgütü, her ne kadar STK görünümlü bir yapıya sahip olsa da; aslında bir devletler arası kuruluştur. Yani üyeleri devletlerdir. Bütçesini bu devletler aracılığıyla, hazırladığı projelere göre oluşturur. Dolayısıyla, projeler devletlerin sınır ve güvenlik politikalarına aykırı olamaz. Göç Örgütü’nün göçmen, mülteci ve göçmen işçiler için uyguladığı projeler, bir bakıma devletlerin projeleridir. Vize, sınır kontrolü, gözaltı ve geri gönderme gibi uygulamalar için temel ölçek uluslararası haklar, mülteci yasaları vb.’dir. Ancak, Göç Örgütü’nün herhangi bir uluslararası hukuk anlaşmasına uyma zorunluluğu yok. Örgüt’ün bu özelliği, yardım çalışmaları yapıyor izlenimi vermek isteyen devletler için, kendi göçmen politikalarını uygulamakta oldukça kullanışlı.
Göç Örgütü’nün bütçesinin %96’sını devam etmekte olan projeler oluşturuyor. Yani örgütün devamlılığı projelerin devamlılığına bağlı, dolayısıyla örgüt, o parayı aldığı üye devletlere bağımlıdır.
Örgütün esas olarak ne yaptığını anlamak için bakılması gereken en önemli kelime “göç yönetimi”dir. Bu göçmenleri geldikleri coğrafyalara ya da aracı başka coğrafyalara “kendi rızalarıyla” geri döndürmek demektir. Devletlerle bu kadar doğrudan ilişkisi olan örgüt, aslında göçmenlere gönüllü geri dönüş dışında, zorla sınır dışı edilmek, hapis, hak mahrumiyetleri gibi yaptırımları sunuyor. Yani göçmenlerin “gönüllü” olarak geri dönmediği takdirde karşılaşacakları yaptırımlar bunlar. Örgüt açısından, gönüllü geri dönüşler maliyet açısından da diğerleriyle kıyaslandığında daha ucuz olduğundan, “gönüllü geri dönüş”lerde başarı sağlanması önemli!
Gönüllü Geri Dönüş
2001 yılının Ocak ayında, Avustralya’ya göç etmek isteyen Papua Yeni Gineliler için toplama merkezi olan Nauru ve Manus adalarındaki kamplarda, kampa geri getirilen göçmenler “gönüllü geri dönüş” adı altında Göç Örgütü’nün zoruna maruz bırakıldı. Aslında bu örnek, örgütün “gönüllü geri dönüş” adı altındaki uygulamasının aslını ortaya koymakta. Özellikle bu toplama kamplarında, BM’nin Göçmen Haklarına ilişkin uluslararası arenada savunduğu hakların da ihlal edildiği, BM’nin bünyesinde çalışan başka STK’lar tarafından bile rapor edilmiştir.
Devlet ve Kapitalizmin Ortak Stratejisi Olarak Göç Yönetimi
Küresel kapitalizm dalgası, sadece AB gibi ortak pazarların kurulmasına, küresel şirketlerin üretim ve ticareti küreselleştirmelerine olanak vermedi. Batı dışı coğrafyalarda, zaten yoğunluklu olarak ana sektör konumunda bulunan tarımın da küreselleşmesine, büyük şirketlerin kontrolüne girmesine olanak verdi. Bu durumla baş edemeyecek milyonlarca insan topraklarından koparıldı ve ekonomik olarak işlevsizleştirildi. Özellikle 1990’lardan itibaren aralıksız bir şekilde yine aynı coğrafyalarda yaşanan işgaller, petrol savaşları, iç savaşlar, devlet terörünün yarattığı siyasi olumsuzluklarla da beraber, milyonlarca insan köylerden şehirlere; dünyanın yoksul çevre bölgelerinden kapitalist merkezlere doğru göç etmeye başladı.
1980’lerden bu yana “göç” olgusu, göç edilen coğrafyalardaki küresel kapitalizm ve devletler arası siyasi ilişkilerle ilgili. Batılı devletlerin sınır politikaları, toplama kamplarını, göçmen kaçakçılığını, kitlesel sınır dışı edimleri açığa çıkaran en büyük etmendir. Bunların sonucunda yüz binlerce insan sınırdan geçmeye çalışırken Akdeniz’de boğuluyor ya da Sahra Çölü’nü geçerken susuzluktan ölüyor.
Göç Örgütü, dünyanın farklı coğrafyalarındaki bu göçmen hareketlerini kontrol etmek amacıyla varlığını sürdürüyor. Örgüt büyüdükçe kontrol de küreselleşiyor. Göç Örgütü, sınırların, kaçakçılığın, toplama kamplarının ve sınır dışı edilmenin kontrolünü sağlarken, diğer yandan el altından aslında göçmen iş gücü hareketini kontrol etmeye çalışıyor. Dünya nüfusu, kapitalizmin ve hegemonik devletlerin çıkarlarına göre şekillendirilirken, göçmenler üretimin yapıldığı alanlara yönlendiriliyor. Bu küresel nüfus politikasında Göç Örgütü, daha işe yarar ve kalifiye göçmenleri Batı’nın etrafına örülmüş duvarlardan içeriye alıyor; geri kalanları aracı coğrafyalara ya da savaş ve ekonomik sömürünün her geçen gün artan bir şekilde devam ettiği coğrafyalara geri gönderiyor. Göç Örgütü, devlet siyasetleriyle ilgisiz ve teknik bir şeymiş gibi gösterdiği uygulamalarını insani yardım söylemleri arkasına gizleyerek, varlığını meşrulaştırıyor.
William L. Swing
Göç Örgütü’nün 2008’den bu yana başkanlığını yürüten William L. Swing, ABD eski Büyükelçisi’dir. Kongo’da elçilik yaptığı sırada aynı zamanda, BM özel temsilcisidir. William L. Swing’in Afrika’daki görevini de bırakmasına yol açan BM askerlerinin karıştığı skandallardır. 2005 Mart’ında BM Barış Gücü’ne bağlı 50 askerin, savaş mağduru kadın ve çocuklara yönelik toplu tecavüzler de dahil olmak üzere, cinsel saldırıları özellikle dönemin ABD basınında yer almıştı. Üst düzey askeri yöneticilerin de aralarında bulunduğu bu skandalın örtbas edilmesi için Swing’in gayretine de basında genişçe yer verildi. Skandala adı karışan üst düzey yöneticilerin tolere edilmesi ve gizlenmesinde Swing’in parmağı olduğu o dönem açıkça konuşulanlar arasındaydı.
Swing, BM’nin sayıca en çok askerle katıldığı Kongo Müdahalesi’nin başındaki en yetkili isimlerdendi. Sonraki süreçte yaşanan bu skandallardan önce, Swing’in adı sivil insanların öldürülmesinden, 2012’de savaş suçlusu olarak yargılanacak bir askerin Kongo Ordusu’nun başına geçirilmesine bir dizi skandala karışmıştır.