Uzam/Mekan politikalarının, özellikle toplumsal muhalefetin gündeminde yarattığı bakış açısı, bu yaratıcı bakış açısıyla iyi bir eleştirel literatür oluştuğu gerçeğinden hareketle yayınladığımız, coğrafya alanında tartışan Simon Springer ve David Harvey’nin Radikal Coğrafya Tartışması’nın üçüncü ve son bölümündeyiz. Anarşist düşüncenin, toplumsal mücadelelerdeki belirleyici etkisinin kaçınılmaz bir biçimde hissedildiği ve dünyanın farklı coğrafyalarındaki özgün örnekleriyle bizzat pratiklendiği günümüzde, bu ve bunun gibi tartışmaları önemli bulduğumuzu belirtmiştik. David Harvey’nin “Dinle Anarşist!…” başlığıyla yayınladığı metne eleştiri niteliğinde yayınlanan bu yazıda Springer “merkeziyetçilik”, “otorite”, “sansür” ve “Marksistlerin karikatürize ettiği anarşizm” gibi başlıklarda eleştirilerini örneklendirerek sunuyor. Radikal Coğrafya’nın anlatımında anarşist yaklaşımın önemini vurgulamak ve uzam/mekan politikalarıyla olan bağlantılarını yakalamak adına yayınladığımız tartışma dizisini bu yazıyla birlikte sona erdiriyoruz.
Marx’ın Sınırları: David Harvey ve Postkardeşlik Durumu
David Harvey’nin zamanını ayırıp “Radikal Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” başlıklı makaleme cevap vermiş olması gururumu okşadı doğrusu. Bana dinle diyen Harvey’nin aynı nezaketi göstermemesi hem ironik hem de heves kırıcı. Kimi kıymetli eleştiriler ortaya koyduğunu memnuniyetle kabul ediyorum fakat anarşistlerin çok uzun süredir karşılık verdiği aynı bayat Marksist argümanları sorunlu bir şekilde devam ettirdiğini de belirtmeliyim. Kimi yerlerde bu eleştiriler, Mikhail Bakunin’in ve başka anarşistlerin bir asır önce yanıltıcılığını ispat ettiği Marksist karikatürlere bürünüyor. (…)
(…) Bu makale için seçtiğim başlıkta Harvey’nin başlıca eserlerinden ikisinin adlarıyla oynadığımı, yeni yeni ortaya çıkan bu diyalogu devam ettirme temasımı ve Proudhon’un The Philosophy of Poverty’sinin (Sefaletin Felsefesi) başlığındaki isimlerin yerlerini değiştiren Marx’ın başlattığı geleneği ileriye taşımaya çalıştığımı fark edenler olacaktır. Buradaki aşikar eğlence bir yana, aslında bunu yapmanın çok faydalı bir yanı daha olduğunu düşünüyorum. Evvela nasıl ki Marx’ın sınırları olduğu hemen teslim edilecekse anarşizmin de sınırları olduğu teslim edilmeli. Siyasette her derde deva bir çözüm yoktur, zira çözümler hep toplumsal değişim rüzgarlarıyla savrulan kumlara benzer.
(…) Kardeşçe ilişkiler çağı Birinci Enternasyonal’de sona ermişti, fakat dolayımsız radikal coğrafya ailesinde ve daha geniş çerçevede, akademik ve aktivist solun kuzenleri, teyzeleri ve amcaları arasında, açığa çıkarılmayı bekleyen birçok sohbet konusu, karşılaşma ve akılları allak bullak edecek alanlar var. Harvey’e yapmış olduğu katkılara olan hürmetimi göstermek istiyorum ve bunu da anarşizm okumasına ve savunduğu Marksizm yorumuna itiraz etmeye devam ederek yapacağım. Bu minvalde kendi düşüncesinde devlet-merkezciliğinin ve öncücü ideallerin varlığını inkar etmek istese de, bunları sürdürüp otoriterizmle flört ettiğini göstereceğim.
Sansürcülük Mü Zırvalık Mı? Mazide ve Bugün Radikal Coğrafya
Harvey ile benim aramda elbette bazı benzer yanlar var ve bu noktalarda belirli bir yoldaşlık kurmak mümkün. Özellikle de bana verdiği yanıttaki otobiyografik unsurları etkileyici buldum çünkü ben de bunların içinde kendimi kolayca görebildim. Harvey bir Marksist olarak ciddiye alınabilmek için aşırı miktarda yayın yapmak zorunda kalışını hatırlatıyor ki ben de bir anarşist olarak laf anlatırken bunun ağırlığını hissetmişimdir.
(…) Ne var ki meslek hayatımın ilk beş yılında olağanüstü üretken olmuş olsam da, bölümümde bunu kafi görmeyen on üyeden üçü kadro almamı gayet sakin sakin reddetti. Bölüm dışındaki hakemlerden altı tane son derece destekleyici değerlendirme raporları almış ve çetin bir iş yükünün altına girmiş olmama rağmen, bu üç iş arkadaşım isimlerini vermeden “hayır” oyu kullanmıştı. Bunun sebebi geçmişteki performansım değil siyasetimi sevmemeleriydi muhtemelen. Ne yazık ki tarih tekerrür ediyor.
(…) Harvey makalesi boyunca kendi Marksizan yorumunun bir şekilde gayri-ortodoks, yani alışılmadık olduğunu belirtmek istiyor. Yakın zaman önce Chicago’daki Amerikalı Coğrafyacılar Derneği toplantısında yaptığı konuşmada da bu kanısını birkaç kez tekrarlamıştı zaten. Kusura bakmayın, ama ben bunu yemiyorum. Sözgelimi Harvey’nin gayet heterodoks bir şahsiyet olan Henri Lefebvre’e ilişkin yorumu hiç de ilerici değil. Lefebvre’in “kent hakkı” ifadesini de gayet özerk ve radikal demokrat toplumsal hareketleri “eski gözlüklerle” okumaya girişiyor: Yani… “devletçilik merkeziyetçilik ve hiyerarşi gözlükleriyle”.
Yatay Vizyonu Genişletmek: Hiyerarşi ve Otoritenin Ötesinde Federasyon
“Hayat değişimin ne yönde yapılacağını zaten gösterir.
Devletin kuvvetlerini artırmak yönünde değil, halihazırda devletin sıfatları addedilen tüm o dallarda özgür örgütlenme ve özgür federasyona başvurmak yönünde.”
Peter Kropotkin, Anarşist Komünizm
Harvey’nin Barcelona’dan çıkardığı bir diğer temel iddiaya göre, anarşizmin “siyasi eylemciliğin vizyonunu yerelden daha geniş coğrafi ölçeklere çekme” kabiliyeti yok.
Başka bir metninde “örgütsel tercih fetişizmi” diye göndermede bulunduğu şeye, yani örgütlenme yönteminin bu yöntemle hedeflenen sonuca hatalı şekilde yeğlenmesi varsayımına karşı bizi uyarır. Harvey’e göre önceden canlandırmaya dayalı böylesi bir siyaset (ki anarşizmin şimdi ve burada’sına denk düşer) sözüm ona anarşistleri büyük altyapı hamlelerini planlamaktan, çevreci kaygıları idare etmekten ya da ulaşım ve iletişim ağı servislerini sağlamaktan alıkoyar. İlk makalemde buna kısmen bir cevap veriyordum aslında. Colin Ward’un merkezi bir dünya otoritesi aracılığıyla değil, gönüllü mutabakatlarla işleyen posta hizmetleri örneğine değinmiştim. Kropotkin de kendi zamanında Avrupa demiryollarının bağımsız federasyonu olması gerektiğini söylemişti. Harvey ise “(Bookchin) dahil olmak üzere anarşist kent planlamacıları bu sorunu anlamıştı, ama çalışmaları anarşist hareketin içerisinde büyük ölçüde göz ardı edilmişti.” diyerek iddiasının yanlışlığı üzerinden olası bir itirazın baştan önüne geçmeye çalışır.
Bu çalışmaların göz ardı edildiğini söylemek Harvey’nin söz konusu literatüre ilişkin sınırlı bilgisini ve anarşist külliyata, bilhassa da anarşizmin endüstri ilişkilerine verdiği en eski cevabı anarko-sendikalizmle, işçilerce idare edilen üretim sistemlerinin devletsiz bir sosyalist topluma dönüşmesini öngören bu sisteme ne kadar az dikkat gösterdiğini ortaya koyuyor. Harvey Bookchin’in özgürlükçü belediyeciliğini pekala biliyor ama bunu ciddiye almıyor. (…)
Harvey’nin tüm makalesindeki belki de en şaşırtıcı ifade ise şu: “Adem-i merkezileşme ve merkezileşme arasındaki diyalektik, sermayenin en önemli çelişkilerinden biridir… Ve Springer gibi adem-i merkezileşmeyi katışıksız iyi olarak gören diğer herkesin bunun neticelerine ve çelişkilerine daha yakından bakmasını isterim.” Tam da bu meseleye koca bir makale ayırmıştım. Dolayısıyla Harvey’nin kendisi dinlemezken benden bunu isteyebilmesi biraz incitici oluyor. Adem-i merkezileşmeyi saf bir erdem gibi görmek şöyle dursun, ilerici ve anarşist bir adem-i merkeziyetçi yataycılık çerçevesinde meramımı ifade ediyorum. Harvey’nin ideolojik siyasi bakışında pusuya yatıp bekleyen çelişkileri bir bir saptayıp şunları söyleyeyim: “(Harvey) adem-i merkezileşmenin olanaklarını baştan reddederek daha otonom bir siyasi düzenlemeye yönelen her hareketi neoliberal bir gelecek için rayları istisnasız raylayan bir gereç olarak konumlandırdığında, aslında adem-i merkezileşmenin kuyusunu kazıyor. Harvey anarşizmin adem-i merkeziyetçiliği anti-kapitalizmle ilişkilendirmesine olumlu yaklaşmıyor. Bunun sebebi, tam da Marksizmin önceden canlandırmaya dayalı siyasete kendi ufkunda yer ayıramaması ve yataysallığı da cezbedici, fakat nihayetinde büyük devrimci tasarıyı gerçekleştirme arayışı da dikkat dağıtan sınırlı bir girişim olarak görmesi. İşte bu yüzden yataycılık, vadedilen o büyük sönümlenmenin ardından gerçekleşebilecek bir şey olarak konumlandırılır, dolayısıyla “tarihin aşamalarının” bir karikatür değil, Marksist projeye musallat olmaya devam eden, yadsınan bir heyula olduğunu açıkça görebiliriz. Marksizmin bu sınırını anlayamayan Harvey şöyle diyor: “Mutabakata dayalı yataysallığı çok daha geniş ölçeklere çekmek… olanaksız değilse de zor” ve “örgütsel düşüncede kurumsallaşmış denetim biçimlerinde ciddi ayarlamaların yapılmasını beraberinde getiren -konfederal- veya -iç içe geçmiş- karar verme yapıları (yani kaçınılmaz olarak hiyerarşik yapılar, ama tabi bu sırf semantik bir mesele de olabilir) oluşturmadan ilerlemek imkansızdır. Buna uzun uzadıya cevap vermiş, ölçek ile hiyerarşi arasındaki ilişkinin sırf semantik bir mesele olmadığını açıkça belirtmiştim. (…) Anarşistler hiyerarşiye uzun zamandır federalizmle yanıt vermekte ama görünen o ki Harvey anarşistlerin tutumlarındaki çeşitlilikler üzerine kafa yormaya zahmet etmiyor.
Harvey bununla yetinmeyip yatay örgütlenmeyi alaya almaya devam eder ve iddiasını ortaya koyabilmek için nükleer santraller ve hava trafiği kontrolü gibi aşırı örneklere başvurur. (…) Gelgelelim anarşizmdeki yatay örgütlenme taktikleri çoğu zaman genel bir sınıf mücadelesinin parçası olduğundan, nükleer erime ya da uçak indirme gibi karmaşık işlem sırasında anarşistlerin (federatif veya başka türlü) topluluk kuracağı bir zamanın gelip çatacağını söylemek saçmadır. Karşı çıkılacak gözle görülür bir hiyerarşi olmaksızın, “Bu tür riskli dönemlerde kolektif mücadele ne gibi olası koşullarda gerekli olabilir?” Bununla beraber karşılıklı yardımlaşma gerek doğal gerekse toplumsal felaket zamanlarında insanlar arasında devamlı gündeme gelen bir temadır; böyle zamanlarda insanlar düzenli olarak bir araya gelir ve merkezi bir otoritenin yokluğundaki süreğen kriz içerisinde kendini etkili şekilde örgütler. Bu muazzam etkiyi Katrina kasırgası sonrasında görmüştük; devlet burada yardım ve kurtarma çabalarına yoğunlaşmak yerine, “kanun ve düzen”i yeniden tesis etmeyi ve biçare insanları mücrimleştirmeyi dert edinmişti. Devletin gerekeni yapmaktaki başarısızlığına tepki olarak insanlar, özellikle de Ortak Zemin Kolektifi’ni oluşturarak, kendilerine ve birbirlerine yardım etmeye başlamıştı. Kropotkin’e göre karşılıklı yardımlaşma eğilimi “kökleri çok eskiye uzandığından ve insan soyunun geçmişteki evrimiyle olan derin bağlantısından ötürü, tarihin tüm gelgitlerine rağmen muhafaza edilmiştir.”
Marksist Karikatürcü ve Anarşist Öteki
Yaşadığınız anda tam fark edemeyebilirsiniz, ama beklenmedik bir zamanda alacağınız bir darbe sizin için dünyadaki en iyi şey olabilir.
Disney Miller, The Story of Walt Disney
Harvey bazı yanıtlarında göz göre göre öyle yanlış yerlere gidiyor ki, işin içinde bariz bir mizah bulmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Gerek makalemin gerekse anarşist praksisin merkezindeki karşılıklılığın, etkin eleştirel düşüncenin ve otoriteye dönük sağlıklı bir kuşkuculuğun siyasi içerimlerini hepten ıskalıyor. Anarşizmin dünyeviliğine ilişkin verdiğim örnekler dile getirmek istediğim şeyin karşılıklı yardımlaşma, gönüllü olarak bir araya gelme, özyönetim ve doğrudan eylem ilkeleri olduğunu takdir etmektense, Harvey kendi argümanını şu şekilde budalalığa indirgiyor: “Otoriteyi, kuralları ve davranış kodlarını mütemadiyen sorgulayıp aptal veya alakasız kurallara uymak başka…” Springer’ın vaz’ ettiği gibi bu tür buyrukların tümüne anarşist gerekçelerle uymaksa başka bir şey.” Böyle bir şey vaz’ etmiyorum elbette, kaldı ki bir “buyruk” fikri de abes kaçıyor.(…)
Üzerinde “Bu alanda zehirli sinekler vardır” yazılı bir tabelayı görmezden gelip yoluna devam etmek eğlendirici bir analoji olabilir, ama bir de 1955’te Rosa Parks’a üzerinde “Zenciler otobüsün arkasına” yazılı tabelayı soralım, tüm eğlence sona erer. Tek bir itaatsizlik ve kendi başımıza başkaldırma erdeminin özgürleştirici potansiyelini birden bire idrak ederiz. Bu duyarlılık anlamsız bir şiddet biçiminde değil, tam da Stirner’in bir isyan edimi olarak başkaldırıyı etimolojik açıdan tanımladığı, baskıcı toplumsal-ekonomik ve siyasal-ideolojik koşulların üzerine yükselme olarak ortaya çıkar. Mesele şu ki, anarşizm bizi kurallar ve bu kuralların aslında kime hizmet ettiği hakkında eleştirel düşünmeye zorlayan bir siyaset biçimidir. Harvey’nin karikatüründe anarşistler hiçbir kurala uymaz. Zehirli hayvanlarla ilgili bir uyarı tabelasına uymak makul tabi ama eğer bir banyonun girişinde “sadece Beyazlar” yazılı bir tabelayla karşılaşırsak işte o zaman itaat etmemek için çok güçlü bir gerekçemiz olur. Otobüsün arkasında oturmayı reddedip bir isyan edimiyle kendini özgürleştiren Rosa Parks, böyle bir riske girmeyi göze alan kişilerden yalnızca biriydi. Bu meydan okuyuş genel bir hareketin parçasıydı, fakat herkesin nasıl özgürleşebileceğine dair bir öncünün çıkıp ona yol göstermesini beklememişti. Bizzatihi, bilfiil doğrudan eyleme girişmişti, çünkü pes etmekten ve boyun eğmekten bıkıp usanmıştı.(…)
Burada kimsenin herhangi bir zorunluluktan ötürü her şeye karşı çıktığı yok: Anarşiden bahsediyoruz, anomiden değil: Yani hangi kuralların saçma ve hangi kuralların işlevsel olduğuna dair eleştirel bir düşünce söz konusu. Anarşizm, “kuralsızlık” değil, “kural koyucusuzluk”, hükümdarsızlık anlamına gelir. (…) Anarşizmle alay etmek yerine sunduğu olanakları ciddiye almaya başladığınızda, anarşizmin sunabileceği potansiyeller kolayca anlaşılır. Harvey meslek hayatını Marksizme adadığından kaleyi müdafaa etmesi bizi şaşırtmamalı…
(…) Yataylığın savunusu ve öncülüğün olumsuzlanmasıyla dile getirilen hepimizin birer rol oynadığı, katkıda bulunduğu ve önemli olduğudur. Niyetim burada mağduriyetten bahsetmek değil. Beklenmedik bir darbe almaya amenna, fakat yakınıp durduğum mevzu coğrafyacıların anarşizme pek önem vermemiş olması. Son kırk yıl zarfında radikal eleştirinin büyük bir kısmının Marksist bir damardan geliştiği inkar edilemez. Kabul etmeye razı olsun ya da olmasın, Harvey’nin derin etkisinin de bununla muhakkak bir ilgisi var. (…) David Harvey’nin coğrafya alanında yaptığı olağanüstü şeyleri kim yadısabilir ki! Ama bu Harvey’i eleştiriden muaf tutmaz. (…) Meslek hayatımın sonlarına doğru geldiğimde genç meslektaşlarımın arasından çetin ceviz kişilerin çıkıp bana meydan okumalarını dilerim, çünkü bu yaptığım işlerin bir önemi olduğunu, coğrafya camiasına üzerinde durulacak bir şeyler vermiş olduğumu ve radikal düşünsel eleştirinin özünün yaşamaya devam ettiğini gösterir.
(…) Benim radikal coğrafya yaklaşımımda peşin tercihler söz konusu değil; anarşizme dönülürse ve Kropotkin ve Reclus’nün kat etmiş olduğu özgürlükçü saha bir kez daha irdelenirse, elde edilecek birçok kazanım olduğuna dair bir kanaat var sadece. Bu minvalde, Harvey’nin apolitik ağıdı hem ironik hem de yanlış görünüyor. Marksist kalmaya devam eden çalışmalar anarşist bir çizgiye git gide daha fazla yakınlaşıyor, zaten Harvey de Rebel Cities (Asi Şehirler)’de bundan fena halde yakınır. (…) Düello çağrım Marksistleri dinlemeye (ve beni de kendilerini dinlemem için çağırmaya) zorlama ve böylelikle yepyeni bir diyalog kurma girişimiydi. İlk makalemin Dialogues in Human Geography (İnsan Coğrafyasında Diyaloglar) dergisinde yayınlanmasının sebebi de buydu. Saflığımdan olacak ama ne yazık ki, sonrasında başka Marksistler tarafından alaya alınıp saldırıya uğrayacağımı tahmin etmiyordum. Bazılarının Marksist düşünceyi niçin böyle saçma ve kendi kendilerine köstek olacak şekilde müdafaa etme ihtiyacı hissettiğine hala akıl sır erdiremiyorum.
Bir anarşist olarak çatışmadan sakınılan veya çatışmanın kökünün kazınmaya çalışıldığı bir mutabakat siyasetine ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum. Eninde sonunda fikir birliğine varacağımızı varsayan apolitik son-durum ütopyacılığına karşı fark ve uyuşmazlık olasılığını benimsiyorum. (…) Böyle bir siyaset sayesinde anarşistler, Marksistler, feministler, otonomcular, sitüasyonalistler vb. arasındaki tüm farkların ortadan kaldırılabileceği fikrinin ötesine geçeriz.
Birbirimizi dinlemeye razı olduğumuz sürece: “yasaklamalar, kısıtlamalar ve uyarı işaretlerinin usandırıcılığına kapılmadan birbirimize dostça jestler yaparak, başımızı sallayıp göz teması kurarak, yani kardeş gibi etkileşim kurduğumuz müddetçe, yaşanabilecek kazaların sayısı çarpıcı bir şekilde azaltılabilir.
İngilizce’den çeviren Erkan Ünal’ın Cogito dergisinin 84. sayısında yer alan çevirisinden yararlanılmıştır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.