C. Bríd Nicholson’ın yazdığı biyografide bir devrimci kadının soluksuz süren yaşamı, kadın mücadelesinin yapı taşı, iktidarların korkulu rüyası Emma Goldman’ın biyografisi “Emma Goldman: Hala Tehlikeli” Amara Yayıncılık’tan çıktı.
C. Bríd Nicholson’ın kalem aldığı, Burcu Taşçı’nın Türkçe’ye çevirdiği kitap Goldman’ın otobiyografisi olan “Hayatımı Yaşarken”den referanslar içeriyor.
“Emma Goldman: Hala Tehlikeli” kitabından bir bölüm :
Suç ve Ceza
Anarşistlerin karşılaştığı en büyük sorunlardan biri suç ve ceza kavramıydı. Ne de olsa insanoğlunun özünde iyi olduğuna inandıkları için ortada hiç suç olmayacağına göre cezaya gerek yoktu. Bu konu anarşistler için o kadar önemliydi ki Goldman, Berkman ve Kropotkin tarafından yazılan çok sayıda makale ve Berkman ve Goldman’ın birbirlerine yazdıkları bir dizi mektup vardır. Mother Earth Dergisi’nin 1906 Ağustos sayısında Berkman, cezaevlerini, bir kurum içerisinde alınan intikam olarak tanımlar. Orada cezalarını çeken insanlara hiçbir şey öğretilmediği aksine, insan haklarının tümünden mahrum bırakıldıklarına ve doğal dürtülerinin bastırıldığına dikkat çeker. Hapishaneler, insanları toplum dışına itip acımasız kimseler haline getirmektedir. Hapishaneler pahalıya mal olur ve hapse giren insan sayısının artması, hapishanelerin başarısız olması ve ilelebet başarısız olmaya devam edeceği anlamına gelmektedir. Ekim 1913’teki bir yazısında Peter Kropotkin hapishaneleri, “intikam” alma amacında olan “aşağılayıcı ve adaletsiz” bir kurum olarak tanımlar. “Hapishaneler toplum karşıtı davranışları azaltma amaçlarını gerçekleştiriyor mu?” sorusunu sorar. Kendi çıkardığı sonuç basitçe olumsuzdur. Bu amacı gerçekleştirebilecek kurumların okullar ve üniversiteler olduğunu ileri sürer.
1911 yılında Goldman bu konuda “Prisons: A Social Crime and Failure” (Hapishaneler: Toplumsal Bir Suç ve Başarısızlık) başlıklı bir makale yazdı. Bu makalede Goldman hapisanelerin toplumu koruyan bir role sahip olmadığını açıkça ortaya koyar. Goldman’a göre hapishaneler daha fazla suçlunun nasıl ortaya çıkacağı dışında hiçbir şey öğretmez. Toplumun intikam alma içgüdüsünden kurtulması gerektiğini savunur. Goldman’ın, suçun önüne geçmek için başka önerileri vardır.
Öncelikle, insanoğlundaki suç potansiyelinin farkında olmamız gerektiğini savunur. Ardından, kınamadan önce onları anlamaya başlayabileceğimizi ifade eder. İkincisi, mahkûmların hapishanelerde para kazanabileceği ve bir şeyler öğrenebileceği bir ortama sahip olmaları gerektiğini böylece serbest kaldıktan sonra hem kendilerine hem de topluma hizmet edebilecekleri beceriler elde edeceklerini savunur. Aynı zamanda, hem hapishanelerde hem dışarda maaşların insanların yaşamını idame ettirebilecekleri seviyede olması gerektiğini savunur. Aksi takdirde, mahkûm serbest kaldıktan sonra suça dâhil olmaya devam edecek işçiler de suç işlemekten başka çarelerinin olmadığını hissetmeye başlayacaktır.
Sonuç olarak Goldman’a göre suç sorununu çözmenin, toplumun tamamını elden geçirmekten ve anarşist bir yolla yeniden düzenlemekten başka bir yolu yoktur. Bu şekilde adalet, tüm sosyal yapılara eklenmiş olacaktır. Ancak, bu çabucak sonlandırılabilecek bir tartışma değildi. İnsanın insana zalimliği yaşamın sıkça karşılaşılan bir parçası olduğu için suçun nerde başladığı ve suçluya neler yapılabileceği tartışmaları Goldman ve Berkman için ömürleri boyunca sürmüştür.
Paris’te, 1928 yılında Berkman “1) devrimi nasıl gerçekleştireceği 2) devrimi nasıl yürüteceği 3) devrimden anarşist koşullara nasıl geçileceği üzerine kesin PLANLAR ve ÖNERİLER” ortaya koymayı umduğu kitabı üzerine çalışırken üç karmaşık soruyla karşı karşıya kaldı;
Bir taraftan, tatmin edici bir şekilde çözümlenmeyen sorularla baş başa kaldım. Örneğin;
*Devrim, kendini savunma hakkına sahip midir? O halde, aktif düşmanlara ve karşı devrimcilere neler yapılması gerekir? Mantıksal olarak hapse ya da kampa göndermek gerekiyor.
*Eğer bir yerde sorun çıkarsa kalabalık tarafından yakalanmış bir katil veya tecavüzcü gibi, halkın topluca saldırmasına izin verilecek mi? Ya da suçluya konuşma fırsatı vermek daha iyi bir fikir değil mi? Diğer bir ifadeyle, tribünlerde, mahkemelerde ve karakollarda suçluyu dinlemek. Peki, mahkemeler ne yapmalıdır? Suçlunun sonraki faaliyetlerini engellemeyecekse onları elde tutmanın hiçbir yararı olmayacaktır. Bu da hapishane demek oluyor.
*Bir örnek vermek gerekirse muhtemelen sonuçlar şöyle olacaktır: Rusya’da insanların kıyım yapmaya başladığı, ya da Amerika’da (devrimci çağda) beyazların bir zenciyi linç etmeye çalıştığı sırada, buna devam etmelerine izin mi vereceğiz? Aktif müdahale gerekli değil midir? Aktif müdahale kim tarafından gerçekleştirilecek? “Halk” tarafından mı? Ancak farz edelim ki halk müdahale etmeyi göze alamıyor. Bu şu anlama geliyor; bu durumlarda, hatta ayaktakımına karşı tekrar silahlı kuvvetlere ihtiyaç duyulacak. Irkçı ve nefretlerinde ısrar eden çete liderlerinin eylemlerini devam etmelerine göz mü yumulacak?
Berkman, “Korkarım ki bu soruların hiçbir yanıtı yok. İş dönüp dolaşıp hapishaneye geliyor. Ancak işe hapishaneyle başlarsak bunun sonunu getiremeyiz.” sözleriyle içinde bulunduğu çaresizliği açıklar.
Goldman, dört gün sonra verdiği yanıtta Berkman’ın kendisini şaşırttığını ve düş kırıklığına uğrattığını ifade eder. Ona, çalışmalarının önemini ve felsefi tartışmalarını hatırlatır ve basitçe, bazı soruların yanıtsız kalabileceğini söyler. Bununla birlikte, bu üç sorunun cevap verilmeye değer olduklarını da belirtir. Devrimin kendisini savunma hakkına sahip olduğunu söyler. Şiddetin hiçbir şeyi çözmemesine ve Goldman’ın deyimiyle “yapıcı sonuçlar” doğurmamasına rağmen, eğer gerekli ise şiddetli bir savunmanın doğru olduğunu savunur.
Goldman, gerçek bir ifade özgürlüğüyle, “aktif düşmanlar” olarak adlandırılan sorunun çözüleceğini savunmuştur. Birçok terör eyleminin ardındaki neden “teröristlerin” şikâyetlerini başka türlü ifade etme fırsatlarının olmamasıdır. ABD gibi sözde özgür toplumlarda, esasında ifade özgürlüğü yoktur ve biriken öfke şiddete ve teröre neden olur. Goldman ve Berkman tarafından öngörülen yeni toplumda tüm şikâyetlere kulak verilip çözüme kavuşturulacağı için “aktif düşmanlar” var olmayacaktır.
Goldman, suçlulara ilişkin şunları söyler: “Eğer bir hırsız tarafından saldırıya uğrarsanız ve üzerinizde silah varsa kullanırsınız. Ben bunda hiçbir tutarsızlık göremiyorum.” Goldman, tecavüzün korkunç bir suç olduğu ve titizlikle ele alınması gerektiği konusuna Berkman’la hemfikirken, tecavüzcülerin ayrı bir yere konması gibi çözümler önerir ancak hapishanenin bu gibi suçlarla ve herhangi diğer sorunlarla başa çıkma yöntemi olarak düşünülemeyeceğini ileri sürer.
Bu nedenle, hapishane fikrine net bir şekilde karşı çıkmaları gerektiğini söylüyorum. Kurtulmak istediğimiz, toplum düzeninde başarısızlıktan başka hiçbir sonuç getirmeyen hapishaneler gibi kurumlar tekrar kurulursa tüm devrimi boşuna gerçekleştirmiş olacağız.
Bununla birlikte Goldman’ın fikirleri genişletildiğinde gerçek yaşamda başa çıkılması gereken bir şeydi. Hapishaneden çıktıktan sonra, 1919 yılında sınır dışı edilene kadar kişisel yaşamı ona daha çok acı ve düşmanlık getirecekti.
Emma Goldman’ın yaşamını ve mücadelesini anlatan belgesel “Fevkalade Tehlikeli Kadın”
Kadınlarsokakta.org sitesinde yer alan Emma Goldman’ın hayatı ve Anarşizmin tarihine fikirleriyle işlenen mücadelesi :
20 yaşındayken New York’a taşınan Emma Goldman orada Almanca çıkarılan anarşist dergi Freiheit’ın editörü Johann Most ile tanıştı ve onun düşüncelerinden etkilendi. Bir süre sonra anarşizm konusunda konferanslar vermeye başladı.
Emma Goldman yoldaşı Alexander Berkman ile birlikte 1892 Homestead çelik grevi sırasında, fabrikadan attığı işçilerin yerine 300 grev kırıcıyı almaya niyetlenen fabrika müdürü Henry Clay Frick’i öldürmeyi planladı. Silah satın almak için gerekli parayı kazanmak amacıyla on dördüncü caddede fahişelik yapmaya karar verdiyse de bunu asla yapamayacağını anladı ve sonunda kız kardeşinden borç aldı.
Alexander Berkman, planladıkları gibi Frick’in bürosuna girdi ve fabrika müdürünü vurdu. Frick ağır yaralandı ve Berkman bu eylemin ardından 14 yıl hapiste kaldı. Çıkarıldığı mahkemede suikast girişimini açıklamaya ve savunmaya çalışan Emma Goldman’ınsa konferansları bu olaydan sonra sık sık engellendi.
Emma Goldman 1893′te işsizleri “zor kullanarak” ekmek almaya teşvik ettiği iddiasıyla tutuklandı ve Blackwell Adası’ndaki hapishanede bir yıl tutuklu kaldı. Hapishaneden çıktığında çoktan iktidarların korkulu rüyası olmaya başladığını gördü.
1901′de Genç Polonyalı göçmen Czolgosz Başkan McKinley’i öldürdüğünde, onu Emma Goldman’ın kışkırttığı söylendi. Emma Goldman Czolgosz’u tanıdığını reddetse de genç suikastçının eylemini savundu. Bu olayın ardından anarşistlere yapılan baskılar nedeniyle bir süre saklanmak zorunda kaldı.
1907′de Berkman ile birlikte aylık Mother Earth’ı (Toprak Ana) çıkarmaya başladı. Derginin sayfalarında sadece anarşist fikirler tartışılmıyor, Ibsen, Thoreau, Nietzsche ve Wilde gibi yazarlar Amerikalılara tanıtılıyordu.
1910′da Anarşizm ve Diğer Denemeler adlı kitabı yayınlanınca, bir konferans turu düzenledi ve 37 kentte 120 konuşma yaparak 25 bin kişiye hitap etti. Özgürlük mücadelesine estetik bir boyut kazandırdığını düşündüğü drama ile ilgili konferansları da 1914′te Modern Dramanın Toplumsal Anlamı başlığıyla yayınlandı.
Doğum kontrolüyle ilgili yayın dağıttığı için ikinci kez hapse atıldı; fakat hayatı boyunca altı kez hapse atılan Emma Goldman en uzun cezayı Askerlik Karşıtı Liga’nın kuruluş faaliyetlerine katıldığı ve Birinci Dünya Savaşı’na karşı yürüyüş düzenlediği için aldı. Berkman ile birlikte 1917′de zorunlu askerliği engellemek için komplo kurmaktan tutuklandı ve 2 yıla mahkum edildi. Bunun ardından Amerikan vatandaşlığından çıkarıldı ve 1919′da Rusya’ya iade edildi.
Rusya’da önceleri Marksist merkeziyetçiliğe ve devletçiliğe duyduğu tepkiyi devrim uğruna bastırdı ve Bolşeviklerle çalışmaya başladı. Kısa süre içinde serbest konuşmanın engellenmesi ve Komünist Parti üyelerinin yararlandıkları ayrıcalıklar yüzünden düş kırıklığına uğradı. Devrim arşivleri için belge toplamak üzere bütün ülkeyi dolaştı ve artan bürokrasi, siyasi baskılar ve zorunlu emek karşısında dehşete kapıldı.
Mart 1921′de ayaklanan Kronştadlı denizcilerin Troçki ve Kızıl Ordu tarafından katledilmesi hem Emma Goldman hem de Alexander Berkman için bir kopuş noktası oldu. Goldman ve Berkman Rusya’da kalmalarının anlamsız olduğuna karar verdiler ve Aralık 1921′de Avrupa’ya gittiler.
Goldman, Rusya’da geçirdiği iki yılı Rusya’da Düş Kırıklığım (1923) ve Rusya’daki Daha da Büyük Düş Kırıklığım (1924) başlıklı iki kitapta anlattı.
Rusya’dan ayrılan Goldman ve Berkman’ın Amerika’ya dönmelerine izin verilmedi. Berkman Fransa’ya, Goldman ise İngiltere’ye yerleşti. Burada kaldığı süre içinde Bolşevikleri eleştirdiği için tepki gördü. 1925′te Welshli yaşlı bir maden işçisi sınır dışı edilebileceğini işittiği Goldman’a anlaşma evliliği teklif etti. Bu sayede Goldman pasaport çıkartarak Fransa ve Kanada seyahatine çıkmayı başardı. 1931′de iki ciltlik Hayatımı Yaşarken isimli otobiyografisini yazdı. 1934′te Birleşik Devletler’de bir konferans turu yapmasına izin verildi.
İberya Devrimi, Emma Goldman’ın anarşizm mücadelesiyle dolu yaşamının son yıllarında yaşadığı en büyük deneyim oldu. Berkman’ın intihar etmesi ve faşizmin yükselişiyle sarsılan Goldman, 1936′da, 67 yaşında mücadeleye katılmak için Barcelona’ya gitti. CNT-FAI ile birlikte çalıştı; bültenlerinin İngilizce baskısını yaptı ve onların davasını İngiltere’de savunma görevini üstlendi.
Goldman, CNT-FAI’li anarşistlerin 1937′de koalisyon hükümetine katılmalarını, giderek güçlenen komünistlere savaş faaliyetinin daha iyi yürütülebilmesi için taviz vermelerini onaylamadı. Bütün bunların anarşist harekete zarar vereceğini gördü. Franco’nun zaferi ve faşizmin bütün Avrupa’ya yayılması karşısında derin bir üzüntüye kapılmasına rağmen Goldman anarşist ilkelerinden taviz vermeyi reddetti.
1940′ta Kanada’nın Toronto kentinde felç geçiren Emma Goldman bundan üç ay sonra, 14 Mayıs 1940′ta hayata veda etti. Cesedi, Haymarket olaylarının ardından idam edilen ve ona ilham kaynağı olan anarşistlerin mezarlarının yakınına gömüldü.