ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk Ortadoğu gezisi sonrası Körfez devletleri arasında, daha önce de emareleri görülen ancak giderek derinleşen bir kriz açığa çıktı. Göreve geldikten sonra, Ortadoğu’da İran karşıtı politikaları merkezine alacağını açık açık belirten Trump’ın Riyad ziyareti sonrası, Haziran ayı başlarında Suudi Arabistan, Mısır, Emirlikler (BAE) ve Bahreyn, Katar’a bir dizi yaptırım uyguladı. Bu dört devlet, Katar’la hava, kara ve deniz trafiğini kapatırken, bu ülkelerde bulunan Katarlı diplomatlar sınır dışı edildi, gıda ambargosu uygulanmaya başlandı.
Söz konusu devletlerin Katar’a uyguladığı bu yaptırımların odağında ise Katar’ın, cihatçı örgütler üzerinden, terörizme destek iddiaları ve İran ile olan ilişkileri bulunuyordu. Katar’ın Filistin’de, terör listesine yeni alınan Hamas ve Mısır’da İhvan’a verdiği destek ve sahibi olduğu Al Jazeera kanalının, Müslüman ülkelere önerdiği “seçim-sandık demokrasisi” içerikli yayınları aracılığıyla Körfez monarşilerini tehdit eden politikaları ise başını Suud krallığının çektiği, söz konusu yaptırımların görünmeyen nedeniydi.
Peki ne oldu da, daha düne kadar el birliğiyle, destekledikleri cihatçı çeteler aracılığıyla Suriye’yi cehenneme çeviren bu devletler şimdi düşman kesildi? Şu anda kriz yaşayan taraflar aslında aralıklarla şimdiki kadar olmasa da çeşitli gerilimler yaşamıştı. Yine Katar’ın İhvan ile ilişkisi nedeniyle, 2014’te Suud, BAE, Bahreyn ve Mısır ilişkilerini dondurma aşamasına gelmiş, Katar’ın İhvan yöneticilerini sınır dışı etmesiyle sorun “çözülmüştü.” O süreçte yaşanan bu dönemsel krizin aksine, Suriye’nin yanı sıra, 2015’te “ Teröre Karşı İslam İttifakı” adı altında Yemen’e açılan savaş da dahil, başka coğrafyalarda binlerce insanın katledilmesinden sorumlu olan bu devletlerin yaşadıkları şimdiki krizin temelinde ise, Ortadoğu’da yeni nüfuz alanları üzerinden yaşanması beklenen çekişme yatıyor.
1971’de Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını kazanan ve üzerinde oturduğu doğalgaz zenginliğini 1990’larda keşfedene dek, Suudi Arabistan’ın arka bahçesi niteliğinde bir Körfez monarşisi olan Katar, bugün küresel düzeydeki yatırımlarıyla, küçük sınırlarının aksine, ekonomik gücüyle siyasi nüfuzunu artıran bir şirket-devlet. Bu açıdan söz konusu krizin, Suudi Arabistan açısından, Arap yarımadasının ucunda bir küçük yarımada olarak Katar’a “sınır çizme” amacı taşıdığını da belirtmek gerek. Ancak Katar’ın kendisine çizilecek bu sınıra, halihazırdaki ekonomik gücüyle vereceği yanıtın kapasitesi, Maliye Bakanı Ali Şerif el Emadi’nin “Tehdit edilemeyecek kadar zengin bir ülke olduklarını” belirttiği açıklamasında gizli.
Dünyada doğalgaz üretiminde üçüncü sırada Katar’ın, doğalgaz gelirleriyle kurulan 2.8 trilyon dolar hacimli Ulusal Refah Fonu, Katar Yatırım Otoritesi (KYO) adlı, küresel yatırım ağının bir parçası. KYO aracılığıyla Volkswagen’den Deutsche Bank’a, British Airways’den, Londra Heathrow Havalimanı’na, Rusya’da Rosneft’in yanı sıra, Çin, Japonya, Hollanda ve “elbette” Türkiye, Katar’ın küresel bazda yatırımlarının olduğu yerlerden sadece bazıları. Bu örnekler de Katar Maliye Bakanı’nın “zenginlik” merkezli özgüven dolu bu sözlerini anlaşılır kılarken, nihayetinde Körfez monarşileri arasındaki bu gerilimin neden küresel bazda bu kadar endişe yarattığını da açıklıyor.
Söz konusu açıklama nezdinde cisimleşen ve tüm yaptırımlara karşın geri adım atmayan Katar’ın “zenginliğini” anlaşılır kılan diğer veçheyi ise, aslında tüm Ortadoğu monarşilerindeki kapitalizmi ayakta tutan bir emek sömürüsü oluşturuyor.
“Kafala Sistemi” adı verilen ve “kefillik” adı altında, ülkeye giren göçmen işçilerin ülkeye giriş çıkışı ve Katar’da bulundukları sürede çalışma ve ikamet koşullarını düzenleyen modern bir kölelik sistemi olan Kafala, 2.5 milyonluk nüfusunun 2 milyondan fazlasını Malezya, Pakistan, Hindistan, Filipinler.. gibi ülkelerden gelen göçmen işçilerin oluşturduğu Katar’da yoğun bir şekilde uygulanıyor. Bu sisteme göre, çalışmak için Katar’a gelen göçmen işçi, Katar’lı herhangi bir kişinin “kefilliği” adı altında bir anlamda onun kölesi oluyor. Öyle ki, bu işçi “kefilinin” izni olmaksızın ülkeye giriş yapamıyor, iş değiştiremiyor, Katar’ı terk edemiyor. Sistem, kağıt üzerinde görünen bu uygulamaların dışında ise “görünmeyen” tarafında, “sahip, kölesine” cinsel istismarda bulunma, dayak, pasaportuna el koyma, ayak ilerine koşma gibi “haklar” tanıyor.
Katar dışında, şu anda kriz yaşanılan “düşman kardeşler” BAE ve Suudi Arabistan’da da uygulanan Kafala , enerji zengini bu monarşilerin kurduğu enerji satıp silah alma, cihatçı terörizm aracılığıyla savaşlar çıkarıp, ideolojilerini sınırları dışına yayma paralelindeki sistemin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bir aydan fazladır süren ve devam etmesi beklenen Katar-Körfez krizinde, krizin her iki tarafının sahip olduğu “büyük pastaya hürmeten” devletler tarafından görmezden gelinen bu modern kölelik sistemi, taraflar için bu ve benzeri krizlerden güçlenerek çıkmanın, dizginsiz emek sömürüsüne dayalı garantisini oluşturuyor.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.