Sömürgecilik Döneminde Küba
Buharlı gemilerin hızla okyanusları aşıp dünyanın dört bir yanında yeni koloniler oluşturduğu dönemde, sömürge karşıtı hareketler dört bir yanda filizlenmeye başlamıştı. 19. yüzyılın ilk yarısı bittiğinde, Küba’da da bu filizler büyümeye başlayacaktı.
Pierre-Joseph Proudhon’un kendisi Küba’ya hiç ayak basmasa da fikirleri ulaşmıştı. 1857 yılında ilk Proudhoncu topluluk oluşmuş, bu topluluk 1865’te Saturnine Martinez editörlüğünde La Aurora (Şafak) adlı yayını çıkarmıştı. Bu dönemde Puro üreticileri, matbaacılar, zanaatkarlar arasında ilk anarşist birlikler oluşmaya başlamıştı. İş yerlerinin yanı sıra yaşamın diğer alanlarında örgütlenen anarşistler için sağlık ocaklarının, karşılıklı yardımlaşma kooperatiflerinin kurulmasında da Proudhon’un fikirleri referans olmuştur.
Sömürgecilik Karşıtı Direniş
İspanyol sömürgesi olan Küba’da özgürlük fikirleri hızla yayılmaya başlamıştı. Köleliğin devam etmesi, ağır çalışma koşulları ve İspanyol yönetiminin baskıları halkın tepkilerine neden olmuştu. Kübalıların İspanya’dan ayrılmak için başlattıkları ilk direnişleri, On Yıl Savaşları olarak adlandırılan 1868 – 1878 yılları arasında gerçekleşmişti. Direnişte önemli rol oynayan isimlerin başında Proudhon’un oluşturduğu federalizm fikrinden oldukça etkilenen Vincente Garcia ve Salvador Cisneros Betancourt bulunmaktaydı. 10 Yıl Savaşları sonrasında Küba federalist bir sisteme geçemese de, gelişen barış sürecinde ilk adım olarak 1880’de kölelik kaldırılmıştı.
Küba’da özgürlük hareketi başlarken İspanya’dan da işçi ve köylüler çalışmak için Küba’ya göç etmişti. 1882-94 yılları arasında gelen İspanyolların sayısının en az 224.000 bin olduğu tahmin ediliyor. O dönemde Küba’nın nüfusunun 2 milyon olduğunu düşünürsek, önemli bir göç dalgası olduğunu anlayabiliriz. Hayvan ve tarım çiftliklerinde çalışmak için Küba’ya gelen işçi ve köylüler arasında, İspanyol anarşistler de yoğunluklu olarak bulunmaktaydılar.
1885 sonlarında Enrique Roig de San Martin’in editörlüğünde çıkan haftalık El Productor, Küba’nın en prestijli anarşist yayını olmuştu. Bu tarihlerde işçiler arasında örgütlenen bütün grevler, anarşistler tarafından yapılmış ve El Productor dergisi çevresinde örgütlenilmişti. Bakunin’in 1. Enternasyonel’deki fikirlerinin etkisiyle “İşçilerin Birliği” örgütü kurulmuş ve tütün işçileri ağırlıklı olmak üzere işçiler, bu örgütte bir araya gelmiştir.
1889’da Key West’de genel grev ilan edildi ve 1890’ın ilk günlerinde işçilerin zaferiyle sonuçlandı. İşçilerin Birliği örgütü daha da büyüyordu. Birçok farklı şehirde sayısız grevler örgütlemişti. Bu sıralarda José Martí Küba’nın bağımsızlığı için mücadeleye başlamıştı. Enrique Roig bu mücadeleyi gördüğünde, tüm işçileri ve işçi örgütlerini Küba bağımsızlık mücadelesine ikna etmek için ölümüne değin çabalamıştı. Enrique Roig 1889’da öldükten sonra da İşçilerin Birliği propaganda gücünü Küba bağımsızlığı için çabalamaya başlamıştı.
1890 1 Mayısı’nda Havana’da İşçilerin Birliği tarafından Chicago’da idam edilen anarşistlerin anısına bir yürüyüş düzenlendi. 1892’de anarşistler ilk Küba Bölgesel Kongresi’ni düzenlediler. Kongrede Küba işçi sınıfına “devrimci toplumcu” saflara ve Marti’nin ilan ettiği bağımsızlık yoluna katılmaları yönünde çağrı yapıldı.
İspanyol Devleti hemen harekete geçerek kongreyi yasakladı. Anarşist yayınların dağıtımı engelledi. İşçilerin Birliği örgütünü yasa dışı ilan etti. José Martí tarafından örgütlenen Küba Bağımsızlık Savaşı 1895 yılının Şubat ayında patlak verdi. Anarşist örgütler de sömürgeci İspanya devletinin ordusuna karşı bu mücadele içerisine girdiler. 1895’te Martí, ardından 1896’ta anarşist Enrique Creci çatışmada yaşamını yitirdi.
“Kasap” Küba’da
Halk direnişinin tüm adaya yayılmasının ardından İspanya Başbakanı Canovas en iyi generali olan Valeriano Weyler’i adaya gönderdi. Weyler 10 Şubat 1896’da 200.000 İspanya askeriyle beraber adaya ayak basacaktı. Bu, o dönem için Atlantik’i geçen en büyük askeri birlikti. Weyler, Canovas’ın isteklerini karşılamıştı ve kısa sürede adada ona “kasap” lakabı takılmıştı.
Kasap’ın yönetiminde ada nüfusu 1895-99 yılları arasında 1.800.000’den 1.500.000’e düşmüştü. Adada büyük toplama kampları oluşturulmuş, yüzlerce anarşist katledilmiş ve binlercesi esir düşüp işkence görmüşlerdi.
1897’de Londra’daki Trafalgar Meydanı’nda anarşist bir miting düzenlenmişti. Mitingte İspanyol Krallığı’nın Küba’da yaptığı katliamları anlatan anarşist Fernando Tarrida del Marmol konuşmasını “Canovas’tan intikamı kim alacak?” diyerek sonlandırmıştı. Marmol’un ardından Canovas’ın hapishane ve kamplarında işkence gören anarşistler sahneye çıkarak gördükleri işkenceleri anlatmışlardı. Mitingte bulunan alman anarşist Rudof Rocker o anı şu sözleriyle anlatmıştı:
“O gece yoldaşlarımız bize sakatlanmış uzuvlarını ve tüm vücutlarındaki işkence izlerini gösterdiğinde, bu meseleyi mağdurların kendi ağzından dinlemenin yazılıp çizilenlerden okumaktan çok farklı bir şey olduğunu anladık. Sanki taş kesilmiş, oturup kalmıştık, birkaç öfkeli kelam edebilir hale gelinceye kadar birkaç dakika geçti. Sadece Angiolillo tek bir söz bile etmedi. Sonra fırlayıp kalktı, üstün körü bir-iki vedalaşma sözü ederek çıkıp gitti. Onu son görüşüm bu oldu.”
Germinal: (Fransızca: Tohum)Emile Zola’nın romanından esinlenilerek anarşistlerin direniş nidası olarak kullanılmıştır. Bu sembol nida, baharın ilk ayının aynı adla anıldığı Fransız Devrimi’ne kadar uzanır. Şöyle söylenir; “Kış geldiyse eğer, bahar ne kadar uzak olabilir ki!”
Rocker’in son kez gördüğü italyan anarşist Michele Angiolillo’yu bir daha gören olmayacaktı. Londra’da edindiği silahla İspanya’ya geçip 1897 yılında Santa Agueda şehrinde İspanya başbakanı, Küba katliamının baş sorumlusu Canovas’ı vurarak öldürecekti. Londra mitinginde Tarrida del Marmol’un sorduğu soru, artık cevap bulmuştu. Angiolillo eylemi sonrasında hiçbir şekilde kaçmaya çalışmamış ve bir hafta sonra idam edildiğinde son sözünde şunu haykırmıştı “Germinal!
Küba’da ise “Kasabın” köşkündeki bir tuvalete anarşistler bomba yerleştirmiş, fakat Weyler’in basur olması hayatını kurtarmıştı. Bomba patlamış fakat kimse ölmemişti. Canovas’ın öldürülmesi sonrasında Weyler de Küba’da tutunamamıştı. İspanya’ya geri kaçmıştı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.