Ankara’da Yüksel Caddesi’nde elinde dövizi, gözlerindeki kararlılığıyla direnişe başlarken tek başınaydı Nuriye Gülmen. Coğrafyayı kana bulamış iktidarın ilan ettiği OHAL’in ardından yayınlanan KHK’lardan biri ile işine son verilmişti. Nuriye’nin kararlılığı ve hazırladığı “açığa alındım, işimi geri istiyorum” yazılı dövizi binlerce insanın dahil olacağı dayanışmayla büyüyen bir direnişin başlatıcısı oldu.
“FETÖ” iddiasıyla açılan soruşturma gerekçe gösterilerek açığa alındığı sırada Konya Selçuk Üniversitesi’nde bir akademisyendi Nuriye Gülmen; işine geri dönmek istedi ve gerçekleştireceği eylemin daha fazla ses getirmesi için Ankara’ya geldi. O andan sonra artık Yüksel Caddesi yeni adresi, çantası da -kendi deyimiyle- eviydi.
9 Kasım’da İnsan Hakları Anıtı önünde gerçekleştirdiği ilk oturma eyleminde polisler Nuriye daha açıklamasını bitirmeden gelmiş, onu gözaltına almıştı. “Ben açığa alınmış bir akademisyenim…” sözleriyle başlattığı direniş de o günden sonra büyüdü. Her gün yılmadan usanmadan, kar, soğuk, yağmur, çamur dinlemeden Yüksel Caddesi’ne gelerek gerçekleştirdiği oturma eylemlerinin ilk başlarında her gün gözaltına alınıyor, ertesi gün tekrar orada oluyordu Nuriye; kararlıydı. Gerek caddedeki esnaflar gerek caddeden geçenler onunla dayanışmaya başladı. Desteğe gelenlerin sayısı gün geçtikçe arttı. Yeni direnişçiler de eklendi Nuriye’nin başlattığı Yüksel Caddesi Direnişi’ne: Semih Özakça, Acun Karadağ, Veli Saçılık, Esra Özakça ve Mehmet Dersulu. Teker teker her birinin kararlılığı büyüttü her birinin inancını.
Dayanışmaya destekler ve direnişin kazanımına yönelik inançlar büyürken Nuriye ve Semih, Mart ayında direniş 100 günü aşmışken gerek devlet gerekse medyası tarafından görmezden gelinmelere karşı açlık eylemlerine başlayarak direnişleri için daha hareketli bir dönemin başlangıç adımını atmış oldular. Bu günden sonra görmeyeni duymayanı kalmadı direnişin. Açlık eylemleri sürdükçe dayanışmacılar arttığı gibi devletin dikkati de üzerlerine çevrildi.
Ezilenlerin dayanışmasından ve birlikteliğinden korkan devlet de Mayıs’ın son haftasında açlık eylemlerinin 75. gününde evlerine düzenlenen operasyon sonucu Nuriye ve Semih’i gözaltına aldı. Açlık grevi eylemleri sebebiyle ciddi sağlık problemleri yaşamaya başladıkları bir dönemde Nuriye ve Semih’e yapılan gözaltı ve iki gün sonra verilen tutuklama kararları devletin Nuriye ve Semih’in direnişlerini kırma amaçlarıyla gerçekleştirdiği saldırılardı.
Devlet, Yüksel Caddesi Direnişi’nin simgesi olan ve açlık grevine başlayan Nuriye ve Semih’i tutukladığı gibi caddede İnsan Hakları Anıtı önünde eylemlerine devam eden direnişçilere yönelik saldırılarını da arttırdı. Sayısız gözaltı ve şiddet uygulayan polis çareyi çaresizce anıtın etrafını kapamakta aradı.
Devletin polisi Yüksel Caddesi’nde copuyla, kalkanıyla saldırdı, gözaltına aldı. Bu saldırılara karşı da özgürlük ve adalet isteyen herkes dayanışma açıklamaları ve eylemleri gerçekleştirmeye başladı. Direniş Yüksel Caddesi’nden taşarak, İstanbul’da İstiklal Caddesi’ne ve Kadıköy’e, İzmir’de Alsancak’a ve pek çok şehirde pek çok alana yayıldı. Nuriye ve Semih’in başlattığı direniş şimdi her yerde.
Devletin direnişe, dayanışmaya karşı saldırıları kolluk kuvvetleriyle bitmedi. Devrimcilere ve kürtlere yönelik nefreti ve düşmanlığıyla bilinen içişleri bakanı Süleyman Soylu karalayıcı söylemlerle; devletin medyası ise yine karalayıcı söylem ve çirkin ithamlarla Nuriye ve Semih’e saldırdı. Bakanı, medyası, yandaşı emeği ve özgürlüğü için direnenleri teröristlikle suçlasa da asıl terörist; özgürlük mücadelesi veren halkları katledenler; daha çok güç ve daha çok kazanç için işçileri sömürenler yani Nuriye ve Semih’e terörist diyenlerin ta kendisi değil miydi?
Devlet tarafından Nuriye ve Semih’in yemek yedikleri yalanları da uyduruldu bu süreçte. Devlete göre 138 gündür aşkın açlık eyleminde olan Nuriye ve Semih aç değildiler. Peki aç olan kimdi? Açıkça söylemek gerekirse asıl aç olanlar, bedenleri aç kalan Nuriye ve Semih değil; gözü aç olanlar, daha fazla güce, servete, iktidara aç olan ezenler, asıl aç olan, ezilenlerin ekmek, adalet ve özgürlük mücadelelerine karşı rahatsız olanlar, onlara saldıranlardır.
Şimdi dışarıda, gerçekten aç olanlara, teröristlere karşı Nuriye ve Semih’in mücadelesini sürdürenler olarak hep birlikte sesleniyoruz: “Nuriye ve Semih Yalnız Değilsiniz!”
Pelin Derici