ABD Başkanı Trump’un, trans bireylerin ABD ordusuna girmesine izin verilmeyeceğine ilişkin açıklamalar sonrası uluslararası düzeyde ve yaşadığımız coğrafyada “ayrımcılık” başlığıyla birçok yazı yayımlandı, birçok tartışma vuku buldu. Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı Merve Arkun’un tartışmanın militarizm ve erkek-egemen sistemin ayrılmazlığı perspektifinden yazdığı köşe yazısını paylaşıyoruz.
Trans Askerler de “Asker”dir
ABD Başkanı Donald Trump yakın zamanda kendi twitter hesabından yapmış olduğu bir paylaşımla, trans bireylerin Amerikan ordusunda görev yapmasının yasaklandığını duyurmuştu. Söz konusu paylaşımda Trump, “Generallerime ve askeri uzmanlarıma danıştıktan sonra, ABD hükümetinin trans bireyleri ABD ordusuna kabul etmeyeceğini ve ordunun hiçbir kademesinde görev yapmalarına izin verilmeyeceğini bilgilerinize sunuyorum. Ordumuz kesin ve ezici zafere odaklanmalı. Ordu, trans bireylerin neden olacağı muazzam tıbbi masraflar ve aksamanın yükünü üstlenemez. Teşekkür ederim” demişti.
Trump’ın bu paylaşımının ardından bir yandan hali hazırda orduda görevli trans askerlerin statüsünün nasıl şekilleneceği tartışılırken bir yandan da yasağa yönelik tepkiler dillendirilmeye başlandı. Beyaz Saray Sözcüsü Sarah Sanders yasağın nasıl hayata geçirileceği konusundaki kararların Pentagon ile birlikte alınacağını vurgulasa da bugün dünyanın farklı yerlerinden yasağa tepkiler gelmeye devam ediyor.
Trans bireylerin orduda görev almasının yasaklanmasına ABD’de Demokratkar, Cumhuriyetçiler, LGBTI bireyler tepki gösterirken; yasağa ilişkin en dikkat çeken tepki ise Kanada’dan geldi. Kanada Silahlı Kuvvetleri resmi Twitter hesabından Onur Yürüyüş’ne katılan Kanadalı askerlerin fotoğrafını da kullanarak yaptığı açıklamada “Tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikteki Kanadalıları hoş karşılarız. Bize katılın!” diyerek, LGBTI vatandaşlarına orduya katılma çağrısı yaptı.
Bill Clinton’ın başkanlık döneminde yasalaşan ve 1993-2001 yılları arasında uygulamada olan “Don’t Ask Don’t Tell” (Sorma, Söyleme) politikası ile ABD ordusunda yer alan eşcinsel askerlerin cinsel kimlikleri hakkında konuşması yasaklanmış, eşcinsel olduğu tespit edilen askerlerinse ordudan ihraç edilmesinin zemini hazırlanmıştı. Yasanın yürürlükte olduğu yıllar boyunca binlerce eşcinsel asker ordudan atılmış, bir o kadarı da orduda görev yaptığı sürece ayrımcı uygulamalara maruz kalmıştı. Barack Obama’nın başkanlık döneminde kaldırılan yasa ile eşcinsel bireyler ordu içerisinde “özgürce” yer almaya başlamıştı.
Şimdi ise Trump’ın getirdiği yasakla birlikte ABD ordusunda “yer almak isteyen” LGBTI bireylere yönelik homofobik/transfobik uygulamalar yeniden gündemde.
Donald Trump’ın bu yasağının zemini elbette ki ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve transfobiye dayanıyor. Başkanlık seçim sürecinde oy için “tüm LGBTI bireylere teşekkür eden” Trump bu kez transfobik bir uygulama ile karşımıza çıkıyor.
Ancak Trump’ın transfobisine odaklanırken, bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor.
Temelini şiddetten, erkek egemenliğinden ve ayrımcılıktan alan; ölmek ve öldürmek üzerine kurulu olan; bir parçası olan herkesin iradesini yok eden orduya “dahil olma” mücadelesi, bir özgürlük arayışı olamaz.
Bugün Trump’ın gündeme getirdiği yasağın ardından tartışılmaya başlanan “orduya dahil olma hakkı/özgürlüğü” bir hak ve özgürlükten öte tartışılmalıdır.
Ordunun LGBTI bireyler icin ne kadar “özgür” bir alan olduğunu görmek için Don’t Ask Don’t Tell politikasının uygulamada olduğu yıllarda ordudan ihraç edilenlerin sayısına, homofobik/transfobik uygulamalara maruz kalanların sayısına ve hatta cinsel kimlikleri sebebiyle öldürülen askerlerin sayısına bakmak yeterli olacaktır.
Söz konusu yasağı salt “trabsfobik bir uygulama” olarak değerlendirmek; bizleri gerçeği görmekten uzaklaştıracak, ordunun “asıl varoluş amacını” görünmez kılacaktır.
“Trump transfobisi”ne karşı “orduda yer alma özgürlüğü” arayışına girmek; bizleri, ordunun varlığını besleyen şiddeti, erkek egemenliğini, ayrımcılığı daha da beslemek yanlışına düşürecektir.
Yaşadığımız topraklarda “pembe tezkere” ya da “çürük” diyerek LGBTI bireyleri ötekileştiren orduya karşı verdiğimiz var oluş mücadelesi gibi, ABD ordusunun “transfobik” uygulamalarına karsi da aynı var oluş mücadelesini vermeliyiz.
Beslendigi militarizmi, şiddeti, erkek egemenliğini göz ardı etmeden, transfobik ABD ordusuna, LGBTI dostu Kanada ordusuna ve tüm ordulara karşı mücadele etmeli ve yaşamı savunmalıyız.
Merve Arkun (Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı)