15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan tutuklama-yargılama süreçleri algı operasyonlarını da beraberinde getirdi. Bunlardan biri İstanbul eski Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun ve İstanbul Emniyet eski Müdürü Hüseyin Çapkın’ın “FETÖ”den tutuklanması oldu. Devlet Hüseyinleri tutuklamıştı ancak görev yaptıkları dönemde patlak veren Taksim Gezi direnişini de unutmadı. Coğrafyanın her yerine sıçrayan direnişi “FETÖ” ile ilişkilendirerek hem yapılan eylemlerin altını boşaltmak istedi, hem de işlediği cinayetlerin faturasını kolay yoldan kesti. Direnişi “FETÖ” örgütlemişti, eyvah kandırıldık!
Hüseyinler haklarında 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyorlar ve haklarında daha bir dolu suçlama var. Bunlardan bizi ilgilendireni Gezi Parkı ile ilişkilendirdikleri kısım. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın “eylemcilerin sokakları ele geçirmesine göz yumması” ve aynı dönemde İstanbul Valisi olan Hüseyin Avni Mutlu’nun “Gençler, Gezi parkında kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış doğru mu? Aranızda olmak isterdim” şeklinde tweetler atması eylemcileri meşru gösterdiği suçlamalarıyla Gezi Parkı eylemlerinin önünü açtığı dillendiriliyor. Bu suçlamalar “havuz medyasında” büyük bir algı seçiciliği ile servis ediliyor. Neden mi? Gezi Parkı olaylarının arkasında “FETÖ”var!
Hafızalarımızdan silinmeyecek direnişe değinmeden önce eski dostlar yeni düşmanlar Hüseyinlerin sabıkalarına bir bakmak gerek. Çapkın Hüseyin’in İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne kadar yükselişi boşuna değildi. Gittiği her ilde devletin bekası için çalıştı. Halka yapılan işkence ve zor kullanmalarda bireysel inisiyatifini fazlasıyla kullandı. 1995 yılında Manisa’da 16 yaşındaki lise öğrencisi bir genç operasyonla gözaltına alındı. 11 gün boyunca Manisa Emniyet Müdürlüğü’nde işkence gördü. Raporlar, ifadeler vs… İşkence kanıtlandı. Genç kurtuldu kurtulmasına ama işkenceci polisleri kollayan, mahkeme kararlarını dahi geçiştiren, işkencecilerin görevlerine devam etmelerini sağlayan görevine henüz yeni artanmış olan Hüseyin Çapkın’dı. İzmir’de başka bir genç, Baran Tursun, polisler tarafından “dur” ihtarına uymadığı için vuruldu. Olay, tutanaklara “trafik kazası” olarak geçirilmişti ama hastanede Baran’ın kafasının arkasında belirgin kurşun yarası vardı. Baran Tursun cinayetinin peşini bırakmayan ailesi dava süreci boyunca polisler tarafından tehdit edildi, haklarında polise hakaretten bir dolu dava açıldı. Olayı örtbas etmek isteyen, katil polisleri kollayan dönemin İzmir Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’dı.
Bugün “güven timi” olarak sokaklarda terör estiren sivil polis anlayışının “sokak timleri” ve “huzur timleri” olarak projelendirilmesini sağlayan ve esnafın polise bilgi vermesi için bu timi kullanmayı savunan da Hüseyin Çapkın’dır. Polislere GBT (Genel Bilgi Tarama) üzerinden ödüllü puan sistemi getirerek halkın yol üzerinde saatlerce bekletilip aranması talimatını getiren de bilin bakalım kim?
Gelelim diğer Hüseyin’e. Hüseyin Avni Mutlu’ya. Kürt halkına yönelik yoğun saldırıların olduğu dönemlerde Kürt illerinde görevini “layığı” ile yerine getirdi. Tarih 28 Eylül 2009. Diyarbakır-Bingöl sınırı Lice’nin Şenlik köyü. Bir mezrada 12 yaşındaki Ceylan isimli kız çocuğu parça parça edildi. Mayın olsa yerde çukur olur, patlayıcı olsa eli yüzü harap olur. Ama öyle değildi. Doğrudan tepeden inme bir bombayla parça parça edildi. Yıllarca katliama ilişkin ne soruşturma açıldı ne de dava. Yetkililer göz göre göre sessiz kaldılar. O zamanın Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ydu. Tarih 1 Mayıs 2013. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma gününü Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen 17 yaşındaki Dilan arkadaşlarıyla beraber Tarlabaşı’ndan Taksim Meydanı’na gitmek istiyordu, istediği buydu. Taksim Meydanı’na ulaşan her sokak polisler tarafından abluka altına alınmıştı. Meydana ulaşmak isteyenlere polis saldırıyordu, o sırada isabet etti Dilan’ın başına gaz bombası. Aylarca komada kaldı, ölümle pençeleşti Dilan. Emri veren de, “ne yapacaktık ya?” diyen de İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ydu. AKP döneminin savaş politikasına hizmet etmek için sıkça bölgeye giden Hüseyin, “barış” sürecine uygun vali imajı ile Diyarbakır Valiliği’ne atanmış ancak devletin sözde barış altındaki savaş politikasını eksiksiz yerine getirmişti. “Barışçıl” olmaktan zerre anlamadığını son olarak Gezi eylemlerinde de gördüğümüz, yüzlerce insanın yaralanmasına, ölüme sebebiyet veren kişi de Hüseyin Avni Mutludur.
Gelelim “Hüseyinler”in arkasına saklanan algı operasyonuna, yani Taksim Gezi Direnişi’ne. Taksim Gezi Direnişi’nin patlak verdiği dönemde Hüseyinler’den biri İstanbul Valisi diğeri İstanbul Emniyet Müdürü’ydü. Ne büyük rastlantı değil mi? Değil aslında, her ikisi de bu dönemde iktidarın sadık ve güvenilir iki dostuydu.
Hafızalarımızdan silinmeyecek direnişin ilk günlerinde gerçekleşen zabıta-polis iş birliğindeki saldırılar Hüseyinler tarafından koordineli bir şekilde gerçekleştirildi. 31 Mayıs günü İstanbul’un farklı semtlerinden Taksim’e gelen yüz binlerce insan, başta İstiklal Caddesi olmak üzere, tüm ara sokakları, Tarlabaşı’nı, Dolmabahçe’yi, Halaskargazi Caddesi’ni, Gümüşsuyu yokuşunu doldurup dört bir yandan Taksim’e yürümek istiyordu. Bu muazzam kararlılığa karşı devlet güçleri bir meydanı sadece 24 saat tutabilecekti. 31 Mayıs akşamüstü polisin yoğun saldırısı ile İstiklal Caddesi kontrol altına alınmıştı, fakat ara sokaklarda eylemciler sabaha kadar bekleyerek sokakları tutmaya devam etti. Sokaklardaki inat “sık bakalım sık bakalım” diye slogan atarken polisler yorgun ve aptallaşmış bir şekilde ambulanslarla oradan oraya biber gazı nakletmekle uğraşıyordu. Taksim’deki kararlılığa destek için aynı anda coğrafyanın her yerinde başlayan eylemler oldu. Gündüz gece demeden süren bu eylemler iktidarı fazlasıyla korkuttu. Sadece 48 saat içinde Türkiye genelinde 5 bin 685 kişi gözaltına alındı. Yüzlerce kişi polis saldırılarında yaralandı. 7 devrimci genç katledildi. 4 yıl oldu ancak Taksim Gezi Direnişi hafızalarımıza öyle bir kazındı ki, bizler unutturmamak; düşman algı operasyonlarıyla unutturmak için hala çabalıyor.
Unutmamak gerekir; çünkü örgütlü bir halkın gücü karşısında hiçbir güç duramaz. Hatırla, polis Taksim meydanından nasıl da kaçmıştı, arkasına bile bakmadan. Arkasında onlarca ekipman ve polis aracını bırakarak… Dönemin başbakanı Reis Tayyip, aniden yurtdışı gezisi organize edip “durumları” ülke dışından yutkunarak izlemişti. Zenginler sofrasında “Geziciler” iftar bile açmışlardı, unutma.
Unutmamak gerekir; Ethem Ankara’nın göbeğinde silahla, Filistinli Lobna Allani Taksim’in ortasında fişekle vuruldu. Okmeydanı’nda Berkin, 1 Mayıs Mahallesi’nde Mehmet, Eskişehir de Ali İsmail, Hatay’da Ahmet Atakan, Abdocan… Unutma Taksim’de yanan ateş sokak sokak sıçradı, her yere yayıldı. Biz kazandık unutma.
Tüm bu süreçte “polise emri ben verdim”, “polisimiz destan yazdı” diyen Tayyip, şimdi emir verdiklerini “FETÖ”cü diyerek attı içeri. Bir algı operasyonunun, Taksim Gezi Direnişi’nin ardında “FETÖ” var diyebilme uğraşıdır Hüseyinler.
Hafızalarımız gerçekleri unutmuyor, unutmayacak! Ethem’in, Berkin’in, Ahmet’in, Ali İsmail’in ve diğer kardeşlerimizin katillerinin kim olduğunu unutmadığı gibi, “emri veren”leri unutmadığı gibi, Hüseyinler’in kim olduğunu unutmadığı gibi!