Genelkurmay Başkanlığı’nca, Astana Süreci kapsamında, “ateşkesin tesis, gözetim ve devamını sağlamak, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve yerlerinden edilenlerin evlerine dönmesi için uygun şartları temin etmek amacıyla” bahanesiyle işgal ettiği Suriye’nin İdlib kentine bir süredir yaptığı keşif gözlemlerin ardından, dün keşif bölgelerine giriş yaptığını ve TC askerlerini oraya konuşlandırdığını duyurdu.
Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Astana Süreci kapsamında, ateşkesin tesis, gözetim ve devamını sağlamak, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve yerlerinden edilenlerin evlerine dönmesi için uygun şartları temin etmek maksadıyla İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesinde görev yapacak Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları, 08 Ekim 2017 tarihinde icrasına başlanan keşif faaliyetleri ile koordineli olarak, 12 Ekim 2017 tarihinden itibaren Gözlem Noktalarını teşkil faaliyetlerine başlamıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları bölgedeki görevlerini Astana sürecinde Garantör ülkelerce mutabık kalınan angajman kuralları çerçevesinde sürdürmektedirler.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
TC Devleti Nusra’yla Anlaştı
Öte yandan TSK uzun bir süredir İdlib’deki El Kaide çete örgütü olan Cephet El Nusra’ya karşı operasyon yapacağı algısı oluştururken, son dönemde bu söylemini sınıra getirdiği ÖSO, tankları ve yetkilileriyle daha da yükseltmişti.
Fakat 8 Ekim günü bambaşka bir tablo ortaya çıktı. TSK’ya bağlı zırhlı araçlar Nusra refakatinde İdlib’in sınır bölgesine girdi. Daha sonra ise Nusra ve TC devleti arasında bir anlaşma yapıldığı kamuoyuna yansıdı.
ANF’de yer alan habere göre ise, TC devleti, Nusra’ya bu görüşmede kendisine saldırmayacağına ve rejimin de saldırmasını önleyeceklerine dair şu şekilde söz verdi: “Bizim size karşı savaşmak gibi bir amacımız yok. Amacımız gelip sizleri Kürtlerden korumak. Çünkü Rakka sonrası Kürtlerin İdlib üzerinden Akdeniz’e ulaşma gibi bir niyetleri var ve sizi vuracaklar. Meşruiyetinizi sağlamak için lojistik destekle geliyoruz. Biz gelip arkanızdaki 3 noktayı alacağız ve Kürtler size saldırmak istediğinde uçakla vurup size destek olacağız. Biz artık Rejim’in de size saldırmasını engelleyeceğiz.”
Bu anlaşmada bahsedilen lojistik desteğin de Astana’da ulaşılan karar doğrultusunda çatışmasızlık bölgelerine insani yardım olduğu sonucunu çıkarmak çok zor değil.
SGD yetkilileri bu anlaşmayla Nusra’ya farklı bir biçim verilerek aslında Afrin ve Kürtlere karşı daha fazla kullanılmasının da hedeflendiğini düşünüyor.
Erdoğan’ın İtiraf Ettiği İlişkiler Astana’yla Gerilmişti
Birçok kişi Türkiye ile Nusra arasında gelişen bu anlaşmaya şaşırmadığını zira bu Nusra ve Türk Devleti arasındaki ilişkilerin bizzat Erdoğan tarafından itiraf edildiğini söyleyebilir. Evet, Erdoğan kameralar önünde 2014 yılında “Nusra’ya neden terörist diyorsun?” diye ABD’ye çıkışmış; 24 Ocak 2015’te gelişen uçak krizi ardından ilk defa bir araya geldiği, 9 Ocak 2016 Putin görüşmesi sonrasında ise Halep’deki Nusra’yı ve diğer cihatçı gurupları kast ederek onlarla ilişkilerini itiraf etmişti.
2016 yılı sonlarında Rusya’yla Haleb’e karşı BAB anlaşması yapılmış. Türkiye tarafından cihatçılar İdlib’e geçmeye ikna edilmiş Rusya’da TC devletinin Şehba’yı işgalini onaylamıştı.
Türkiye, Rusya arasındaki yakınlaşma ve Haleb anlaşmasıyla Türkiye ve Nusra’nın bazı gurupları arasında çelişkiler yaşansa da Şam’ın Fethi ismini kullanan Nusra, Türkiye’nin bu önerisine pratikte biat etmişti. Öte yandan binlerce selefi cihatçının Halep’ten İdlib’e taşınmaları basına da yansımıştı.
Fakat Erdoğan ve öncülüğündeki TC devleti diğer ortaklarına yaptığı ihaneti 2017 başlarından itibaren Nusra’ya da yapınca ortaklık tümden bozulmaya doğru evrilmişti.
Ocak 2017 sonunda geliştirilen ilk Astana Görüşmesi TC devleti ve Nusra arasında da temel gerilim noktası olmuş Nusra, Astana’yı tanımayacağını duyurmuştu.
Astana görüşmelerinin başlamasıyla Mart 2015’te, İdlib’in Suriye ordusundan alınması için “Fetih Ordusu” adı altında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan organizasyonuyla bir araya getirilen çete koalisyonu dağıldı. İdlib’deki cihadi selefi çeteler karşıt iki ayrı koalisyon şeklinde ayrıştı. Bu ayrışmanın başını Astana Anlaşması’yla Türkiye’yle çelişkiye giren Cephet El Nusra ve yine Türkiye’ye tabiliğiyle bilinen Ahrar Şam çekti.
Fetih El Şam (Nusra) Astana’yı tanımadığını ifade ederken Ahrar-u Şam, Astana görüşmelerine katılmadı; fakat burada muhalif guruplarla bir anlaşmaya varılması durumunda bunu destekleyeceklerini açıkladı.
Nusra ve Ahrar Şam arasındaki bu ayrışma diğer guruplarda da bu yönlü bir ayrışmayı geliştirmiş; Nusra Cephesi, Nurettin Zengi, Ceyşül’l Sünne, Ensaruddin ve Liva El Hak gurupları, Heyet Tahrir Şam’ı kurarken; Sukur-el Şam, Fastakim Kema Umirt, Ceyşül İslam, Suvvar el Şam, Mücahidi İbni Tevmiyye, Şam Cephesi, Ceyş El Mücahid ve El Mikdat Tugayı da Ahraru’ş Şam Hareketine (AŞH) katıldı.