Matematik kitabında, F noktasından G noktasına giden otomobilin hızının sorulduğu problem… Bir başka ders kitabında, galaksinin adının neden “Samanyolu” olduğu… F serisi 1 dolarlarla verilen “gizli mesajlar”… Bir derbi maçı öncesi gerçekleştirilen tribün koreografisindeki “Ayağa Kalk” sloganının çağrıştırdıkları… Darbe girişiminde yargılananların mahkemeye çıkarken giydikleri HERO tişörtü ve bu tişörte atfedilen “anlam” sonrası başlayan gözaltı- tutuklama dalgası…
Yukarıda sıralananlar aslında -15 Temmuz sonrası artan- devletin önceleri paralel yapı/devlet dediği, sonrasında ise FETÖ olarak kodladığı Gülen cemaati ile ilişkilendirdiği paranoyak bulgulardan birkaçı. Bu paranoyanın kökenini, biri eski olmak üzere iki iktidar odağı arasındaki kavganın başlangıcına tarihlemek de mümkün. Devletin şu andaki iktidar alanlarını domine eden AKP cenahı, bu paranoyayı canlı tutarak kendisini azade kılmak istediği her musibetten eski ortağını sorumlu tutma yoluna gitti. Bu “musibetler” arasında, Gezi Parkı’nda direnişçilerin çadırlarının yakılmasından Manisa’da zehirlenen askerlere; Kayseri’de köpeklerin katledilmesinden İstanbul Pendik’te bir minibüste şort giydiği için bir kadına saldıran erkeğe varana dek, geniş bir skalanın yer aldığını gördük. Sonuçları ve verdiği görüntü açısından toplum nezdinde olumsuz algıya neden oluşturabilecek tüm bu ve buna benzer olayların sorumlusu olarak aynı adres gösterildi devlet tarafından: “FETÖ”
Toplumun “buluttan nem kapan” bir paranoyayla, yaratılan bu korku öznesiyle (cemaat) sindirilmesini amaçlayan devlet, OHAL’le oluşturulan uygun iklimin psikolojik boyutunu böyle oluşturmak istedi. Bu politikada belirli bir “başarı” sağlandığından da söz edilebilir. Evlilik teklifini kabul etmeyen kadını “FETÖ’cü” olarak ihbar etmek, aynı üniversitedeki arkadaşlarını akademik başarıları nedeniyle ihbar ederek onların yerine yerleşmek gibi örnekler, yaratılan bu korku sendromunun psikiyatri alanında incelenmesini gerektirir. Diğer taraftan ise, bu suçlamalarla karşılaşmaktan korkanların ciddi paralar ödeyerek Avrupa veya ABD’ye yerleştiği ya da evinin yakınında alışveriş yaptığı esnafın, marketin, tedavi olduğu hastanenin “malum bağlantıları” nedeniyle ev hatta şehir değiştirmek gibi örnekler karşısında, psikologlar tarafından literatüre “FETÖ Sendromu” şeklinde bir kavram sokuldu.
Devletin, öteden beri toplumdaki kaygıları yöneterek benzer korku odakları yarattığı, apaçık ortada olan bir gerçek. Bu yanıyla bir tehdit ve şantaj öznesi olan devlet, bu ve buna benzer odakları tarih boyunca kullandı. Bugün “FETÖ” olarak kullanımda olan bu özne, daha birkaç yıl öncesine kadar, devletin o dönemdeki ittifak ve düşman denklemleri çerçevesinde, şimdilerde kimsenin anımsamadığı ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) ya da 1990’ların “derin devleti” idi. Ya da biraz daha eskiye gidildiğinde, toplumun, 12 Eylül darbesine karşı koyması halinde, terörizmle tehdit edildiğini biliyoruz.
Devletin aşıladığı korku ya da alıştırmaya çalıştığı paranoyak haller, aslında tüm topluma uyguladığı baskı, sömürü ve adaletsizliklerin kabullenilmesi, sorgulanmaması ve görünmez kılınması içindir. Fakat bu korku ve paranoid durumların toplumun tamamına uygulanmak istenen birer duygu durumu (psikolojik vakalar) olması sebebiyle, her daim sürdürülemeyeceği açıktır. Sürdürülemeyen durumlarda da ucu kendine dokunacak, ters tepecek toplumsal davranışlar gerçekleşecektir.
Fuat Çakır
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.