ABD Başkanı Donald Trump, Ortadoğu’da halen var olan savaşlara, yeni gerilimler ekleme olasılığına karşın Kudüs’ü İsrail’in resmi başkenti olarak tanıdı ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınacağını dün akşam yaptığı açıklamayla duyurdu. Kudüs ile ilgili Trump’ın dün attığı bu provokatif adım, 1995 yılından bu yana göreve gelen ABD başkanları tarafından “doğru zaman olmadığı” belirtilerek erteleniyordu. Kararın ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı ilk açıklamada Donald Trump’a teşekkür etti ve “İsrail halkı sonsuza kadar minnettar olacak” dedi. Trump Kudüs’ü başkent olarak tanıma konusunu seçim kampanyası sırasında bir seçim vaadi olarak dile getiriyordu.
Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas ise Trump’ın açıklamalarına tepki göstererek Kudüs’ü ‘Filistinlilerin ebedi başkenti’ olarak tanımlarken, ABD’nin Filistin sorunundaki arabuluculuk rolünü bu kararla fiilen terk ettiğini belirtti. Hamas lideri İsmail Haniye ise, karar sonrası 3. intifada çağrısı yaptı. İşgal altındaki Filistin’de 1987 ve 2000 yıllarında İsrail devlet terörüne karşı intifadalar gerçekleştirilmişti. Bu karar öncesi ise Filistin’deki direniş örgütleri 6,7 ve 8 Aralık’ı “öfke günleri” ilan etmişti.
Kudüs’ün Tarihsel ve Politik Önemi
Hristiyan, Musevi ve İslam dinleri tarafından kutsal sayılan Kudüs, Müslüman ve Museviler için önemli olan Mescid-i Aksa, Ağlama Duvarı gibi mekanlara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Hristiyanlığın kurucusu İsa’nın burada çarmıha gerildiğine inanılıyor. Kudüs’ün, tarihi boyunca 52 saldırıyla karşı karşıya kalarak, 2 kez tamamen yok olma tehlikesi yaşadığı belirtiliyor.
Kentin politik açıdan önemi ve olası gerilimlerde “fay hattı” olması ise, İsrail’in Doğu Kudüs’ü 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında işgal etmesine dayanıyor. İşgalci İsrail devleti doğu ve batı olarak ayrılan Kudüs’ün tamamını “başkent” olarak görüyor. 1980 yılında İsrail Parlamentosu Knesset’de kabul edilen kanunla Kudüs “bölünmez başkent” olarak ilan edilmişti. Filistinliler de, Doğu Kudüs’ü ileride kurulacak bağımsız bir Filistin Devleti’nin başkenti yapmak istiyor.
Kudüs’ün devletler arası politik statüsünün belirlenmesi ise 1993 yılında alınan bir kararla “barış sonrasına” ertelenmişti. Filistin ve İsrail tarafları arasında Oslo’da süren barış görüşmelerinde Kudüs’ün nihai statüsünün barış görüşmelerinin ileri aşamalarında ele alınması öngörülmüştü. Ancak bu karara karşın işgalci devlet provokatif tutumunu sürdürerek bir devletin “başkentinde” olması gereken Meclis, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı,Bakanlıklar gibi kurumlarını Kudüs’e taşımıştı.
Kudüs Provokasyonuna Dünyadan Tepkiler
Birleşmiş Milletler’den yapılan açıklamada, Kudüs’ün statüsünün BMGK ve BM Genel Kurul kararları temel alınarak, iki taraf arasında doğrudan görüşmeler yoluyla en son çözülmesi gereken bir konu olduğu değerlendirmesinde bulunuldu. AB ise, Kudüs’ün iki devletin başkenti olarak statüsünü görüşmeye devam edeceklerini belirtti. Fransa, Almanya ve İngiltere de ABD’nin provokatif kararına katılmadıklarını belirtmekle birlikte, bu karara ilişkin herhangi bir yaptırımı dillendirmediler. Geçtiğimiz Haziran ayından beri Suudi Arabistan ile yaşadığı gerilim sonrası, ABD-İsrail-Suudi Arabistan ittifakına karşı İran-Rusya-TC kampına yakınlaşan Katar ise kararı, “Gerginliği tırmandıracak. Barış isteyenler için ölüm cezası” olarak yorumladı. Mısır ve İran, kararı reddettiklerini belirtirken, Suriye’den yapılan “Kudüs’ün geleceğini bir devlet veya başkan değil, tarih, irade ve Filistin mücadelesinin kararlılığı belirler.” açıklaması dikkat çekti.
ABD’nin Kudüs provokasyonuna ilişkin TC açısından ise, İsrail ile ilişkilerinin arka planı çerçevesinde, iç -dış politika dengelerini ve bölgesel ittifakları gözeten bir tavır söz konusu. Haziran 2016’da İsrail ile ilişkilerini “normalleştirme” kararı alan TC, Katar Krizi, Suriye Savaşı’ndaki bazı gelişmelerin de içinde yer aldığı, Ortadoğu’da değişen bazı dengeler nedeniyle, Trump sonrası belirginleşen İran karşıtı blokta konumlanmamıştı. Kudüs Provokasyonu ile beraber “sert bir İsrail karşıtı” tutum takınarak, İslam İşbirliği Örgütü’nü acil toplantıya çağıran TC’nin bu “sert tavrı” akıllara, dış politikada sıkça yaşadığı keskin dönüşleri de getirdi. 2016’daki “normalleşme” kararı sonrası “Mavi Marmara” eylemcilerine dönük yapılan sert çıkışın bir benzerinin olası bir “dönüş” sonrası tekrarlanması şaşırtıcı olmaz.