Amed’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilmesinin yıldönümü nedeniyle insan hakları örgütleri, ortak bir basın açıklaması yaptı.
Resmi isimleri İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Hak İnisiyatifi, Diyarbakır Barosu ile Diyarbakır Tabip Odası olan örgütlerin temsilcileri, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilmesinin 69’uncu yıldönümü nedeniyle ortak bir basın toplantısı düzenledi.
Başlıca olarak yaşam hakkı ve işkence yasağına vurgu yapılan açıklamada örgütler adına İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici basın açıklamasını okudu. Açıklamada barışın önemine vurgu yapılırken 28 Kasım 2015’de faili meşhur cinayete kurban giden Tahir Elçi’nin de anıldığı açıklamalar şu şekilde:
“Değerli Basın Emekçileri,
Bugün BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 69. yıl dönümündeyiz. Bu vesileyle uluslararası bildirgenin, insanın doğuştan kazandığı hakların dokunulmazlığını ve kutsallığını koruma altına aldığını yeniden hatırlatma ihtiyacı hissederken, taraf devletleri, başta yaşam hakkı ve işkence yasağı olmak üzere insan hakları ihlallerine karşı önleyici bir duyarlılığa sahip olmaya ve sözleşmenin yükümlülüklerini hiçbir istisnai duruma mahal vermeden yerine getirmeye davet ediyoruz.
Yine açıklamamıza başlarken, 28 Kasım 2015 tarihinde Sur ilçesinde bulanan Dört Ayaklı minare önünde hunharca bir cinayet sonucu katledilen değerli hukuk ve insan hakları savunucusu kıymetli yoldaşımız Tahir Elçi’yi saygıyla anıyoruz. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen etkin bir soruşturma yapılmadığını ve faillerin ortaya çıkarılamadığını üzüntüyle ifade etmek istiyoruz. Meslek yaşamının neredeyse tamamını zorla kaybetmelerin ve faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasına ve faillerin ortaya çıkarılmasına adayan Tahir Elçi’ye yönelik gerçekleşen cinayetin soruşturma dosyasına yönelik gösterilen yaklaşım, faili meçhule bırakılmak istendiğinin bir işareti olduğu gibi, cezasızlık kültürünün en çarpıcı tezahürüdür. Bu cinayetin karanlıkta bırakılmaya çalışılmasını asla kabul etmiyoruz. İnsan hakları savunucuları olarak bizler, bir kez daha buradan değerli Tahir Elçi’ye söz veriyoruz: Failler mutlaka bulunacak ve yargılanacaktır!
Değerli Basın Emekçileri;
Barışı inşa etmenin ne kadar zorlu bir uğraş olduğunu, buna karşın savaşların ne kadar kolay yaşandığını ve büyük kayıplara yol açtığını son beş yılda deneyimleyerek gördük. 2013-2015 yılları arasında ‘çözüm süreci’ adıyla başlatılan sürecin, toplumsal yaşamımızda yarattığı pozitif etkileri yakından hissederken, 2015 yılının ikinci yarısından itibaren çatışmalı ortama dönülmesi ile barış umudunun nasıl yerle bir edildiğine şahitlik ettik. 2015 yılından bu güne değin Türkiye ve ağırlıklı olarak bölgemizde, dozajı her an artış gösteren şiddet ve çatışma ortamı, maalesef bugüne değin asker, polis, örgüt üyesi ve siviller olmak üzere üç bini aşkın insanın yaşamını yitirmesine yol açmıştır.
15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen askeri darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen ve üç aylık periyotlarla uzatılan OHAL, toplumsal kesimlerin tepkisine rağmen onyedi aydır hala devam etmektedir. Hukuk güvenliğinden yoksun ve toplumsal yaşamımızda muhalif kesimlere karşı otoriter bir baskı aracına dönüşen onyedi aylık OHAL’in, meydana getirdiği hak hakları ihlalleri ile ülke demokrasisi ve insan hakları karnesine düştüğü notların utanç verici olduğunu ifade etmek isteriz. Onyedi ayda olanları özetle şöyle bir hatırlarsak… Yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yüzbinin üzerinde kamu personeli ve akademisyen ihraç edildi. Yüzaltmış basın-yayın organı süresiz olarak kapatılarak mal varlıklarına el konuldu. Yüzaltmışaltı gazeteci halen cezaevlerinde tutuklu bulunurken, onlarcası hakkında soruşturma ve davalar açıldı, kimileri hapis cezalarına çarptırıldı. İfade ve örgütlenme hürriyeti, Valilikler ve Kaymakamlıklarca alınan yasaklama kararlarıyla bir bütün olarak baskı altına alındı. Açık hava toplantıları, demokratik gösteri, yürüyüş ve etkinlikler, ‘güvenlik’ gerekçeleriyle hukuksal hiçbir izahı olmayacak şekilde yasaklandı ve bu yasaklar halen devam etmektedir. İnsan hakları, hukuk, çocuk, kadın, yoksullukla mücadele odaklı hak savunuculuğu faaliyetleri yürüten yüzlerce dernek ve vakıf, haklarında hiç soruşturma bulunmaksızın ‘Terör örgütleri ile ilişkili oldukları’ suçlamasıyla kapatıldı. Doksandörtü DBP’li belediyeler olmak üzere yüzbir belediyeye kayyum atandı. Toplamda yüzonu DBP’li belediye eş başkanı kayyum atamaları sonrası tutuklanırken, bugün 68’i hala tutuklu olarak bulunmaktadır. Ülkenin ikinci muhalefet partisi olan HDP’nin Eş Genel Başkanı da dâhil olmak üzere onbeş milletvekili tutuklanırken, bugün itibariyle dokuzu HDP’li ve biri CHP’li olmak üzere toplam on milletvekili hala tutuklu olarak bulunmaktadır. Beş HDP’li vekilin vekilliği düşürülürken, kimi vekillere çeşitli hapis cezaları verildi. Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olan demokrasinin vazgeçilmezi serbest seçimler ve seçmen iradesi adeta hiçe sayılmaktadır.
Siyasal iktidar tarafından ‘Kimseye bir zararı yok’ söylemiyle savunulan OHAL’in meydana getirdiği hak ihlalleriyle yarattığı bu tablonun demokratik, hukuki ve insan haklarına dayalı yönetim biçiminde bir değeri ve karşılığı yoktur. Dolayısıyla olağanüstü hali, ilanına konu olan darbe teşebbüsü ve olası güvenlik önlemleriyle izah etmenin hiçbir mantıklı ve tutarlı tarafı yoktur. Buna karşın siyasal iktidarın çıkarlarına hizmet etmek amacıyla sürdürülen ve onbinlerce vatandaşın haklarını ihlal eden mağduriyetler tablosu vardır. Bu nedenle olağanüstü hali sürdürmenin anlamsızlığını bir kez daha vurguluyor, derhal kaldırılmasını ve oluşan tüm mağduriyetlerin ivedi olarak giderilmesini talep ediyoruz…
Değerli Basın Emekçileri,
Türkiye’de 2017 yılında da yaşam hakkı ve işkence yasağı başta olmak üzere kategorik başlıklar altında sıralayabileceğimiz, sistematik ve yaygın insan hakları ihlalleri meydana gelmeye devam etmiştir. Toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler, haksız gözaltı ve tutuklamalar, askeri operasyonlar nedeniyle meydana gelen ihlaller, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar mevcut durumda artış göstererek devam eden hak ihlalleridir.
Türkiye’de yargı organlarının siyasi söylemlerin etkisinde kaldığı ve tarafsızlığını yitirdiği fikrinin giderek geliştiği bir ortamda, haksız gözaltı ve tutuklamalarda tam hız devam etmektedir. Çoğunluğu sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek ve “yasa dışı örgüt üyeliği”,“yasa dışı örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek”, “yasa dışı örgüt propagandası yapmak” gibi suçlamalarla gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklanmaların, kişi güvenliği ve özgürlüğünün açık bir ihlali olduğunu belirtmek istiyoruz.
Gözaltında veya gözaltı yerleri dışında, işkence ve kötü muamele vakalarında artış meydana geldiği görülmektedir. Yurttaşların fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kalması asla kabul edilemez. Anayasa’ya ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre, işkencenin mutlak olarak yasaklandığını buradan bir kez daha hatırlatmak istiyoruz! Bu insanlık dışı yöntemlere derhal son verilmeli, bu yöntemlere başvuranlar görevlerinden alınmalı ve yargı karşısına çıkarılarak cezalandırılmalıdır.
İşkencenin yaygın ve sistematik hak ihlalleri ile gündeme geldiği bir başka konu ise, cezaevleridir. OHAL ilanı ve uygulama süreciyle paralellik gösteren hapishane ihlalleri, sürgünler, sağlık hakkı, işkence ve kötü muamele, disiplin soruşturmaları, tecrit etme, haberleşme, iletişim, aile görüşü haklarının kısıtlanması, anadili kullanma özgürlüğü gibi konularda açığa çıkmıştır. Hapishanelerdeki mahpusların mektup aracılığıyla ve gerekse de yakınlarının insan hakları örgütlerine bizzat yaptıkları başvurularda, mahpusların sevkler sırasında çıplak arama ve fiziki işkence, tek kişilik hücrelerde tecrit etme, kelepçeli tedavi, hastane ve revire çıkarılmama gibi yaşanan mağduriyetleri ifade etmişlerdir.
Çatışma ortamı nedeniyle bir başka hak ihlaline yol açan konu ise, askeri operasyonlardan kaynaklı yaşanan ihlaller, özel güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasakları ilanları oldu. Kırsal yerleşim bölgelerini de kapsamına alan yüzlerce bölge askeri operasyonlar yapılacağı gerekçesiyle özel güvenlik bölgeleri ilan edilmiş, yine pek çok kez sokağa çıkma yasakları ilan edilmiştir. Yasakların ilan edildiği kırsal yerleşim alanlarında yaşayan yurttaşlar, doğal ve rutin hayat akışını sürdürememekte ve mağduriyetler yaşamaktadır. Kırsal araziler ve ormanlık bölgelerde çıkan yangınlarda, maddi kayıplar meydana gelmiştir. Sağlık ve eğitime erişim sorunları ortaya çıkmıştır. Askeri operasyonlar sırasında güvenlik güçleri tarafından yerleşim alanlarına yapılan baskınlarda ise, sivil yurttaşlara işkence ve kötü muamelede bulunulmuş, haksız gözaltı işlemleri gerçekleşmiştir.
Sivil yerleşim alanlarında güvenlik güçlerine ait zırhlı araç çapması sonucu gerçekleşen kazalar ve meydana gelen ölüm-yaralanma olayları, bir diğer insan hakları ihlalini karşımıza çıkmaktadır. 2017 yılında meydana gelen zırhlı araç çarpmaları sonucunda, yedisi çocuk ondokuz yurttaş yaşamını yitirdi, otuzu aşkın kişi ise yaralandı. Özellikle OHAL’in ilanıyla kent merkezlerinde ve diğer yerleşim bölgelerinde bulunan zırhlı araç sayındaki artış dikkat çekerken, araç sürücüsü güvenlik personelinin süratli ve dikkatsiz kullanımı bu tür kazaların oluşumuna neden olmaktadır. Olaydan sorumlu araç sürücüsü güvenlik personelleri hakkında, adli ve idari etkin soruşturmalar yapılmaması da, bu olayların devam etmesinin bir başka nedeni olarak ortaya çıkmaktadır. Bu araçları ve araçlardaki silahları kullananların, olası sonuçları öngörmelerine rağmen kontrolsüz kullanıma devam etmeleri nedeniyle kasıttan sorumlu tutulmaları ve etkin bir soruşturma ile yargı önüne çıkarılmaları gerekmektedir.
Kadınlara yönelik şiddet ve katliamlarda, 2017 yılında devam etti. Toplumsal yaşamımızda, kadınların sözüne-yaşam biçimine tahakküm kurmanın bir tezahürü olarak karşımıza çıkan erkek şiddeti ve adeta şiddeti cezasızlıkla ödüllendiren yargı kararları, Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği sorununu daha da derinleştirmektedir. Karar verici mekanizmaların kadına yönelik artış gösteren şiddet karşısındaki duyarsız tavrı, yine siyasal iktidar mensuplarının öteden beri kadın haklarını tehdit eden ayrımcı ve ötekileştirici söylemleri, sorunun derinleşmesine daha fazla katkı sunmaktadır.
Aynı şekilde çocuklara yönelik şiddet ve hak ihlalleri, bu süre içerisinde devam etti. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra yurt, okul gibi kapalı kurumlar başta olmak üzere toplumsal yaşamda çocuklara yönelik artış gösteren cinsel istismar vakaları dikkat çekmektedir. Yine çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu da, çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine hala tanıklık ediyoruz.
Değerli Basın Emekçileri;
Sizlerle paylaştığımız ve açıklamaya çalıştığımız ihlaller basın açıklamasına sığdırılamayacak kadar geniş bir yelpazede cereyan etmektedir ve son derece ciddidir. Çünkü ihlaller yaygın ve sistematik bir hal almış durumdadır ve önlemeye yönelik siyasi bir irade görülmemektedir. Sonuç olarak diyoruz ki:
İnsan hakları ihlallerinin oluşumuna yol açan OHAL’in bir an önce kaldırılması ve Kürt meselesinin çözümünde yeniden müzakerenin dilinin kullanılması talebinde bulunuyoruz. Her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan BM Evrensel Beyannamesine taraf ülkelerin, yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyor, yaşam hakkının kutsal olduğu vurgusunda bulunarak özgürlüklerle dolu, insan onuruna uygun bir yaşam temenni ediyoruz.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi
Diyarbakır Barosu
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği
Diyarbakır Tabip Odası
Diyarbakır Hak İnisiyatifi”
Ayrıca aynı gün İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınlarının “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” sloganıyla her hafta düzenlediği oturma eyleminin 461’incisi gerçekleştirildi.