Geçtiğimiz Perşembe günü, İran’ın muhafazakar kimliği ile bilinen Meşhed kentinde başlayan ve toplam 30 merkeze yayılan eylemler 6. gününe girdi. Ülkedeki hayat pahallılığı ve yolsuzluklardan kaynaklı adaletsizlikleri protesto için başlayan eylemler giderek, yer yer rejim karşıtı bir kimliğe büründü. Şu ana dek İran kolluk güçlerinin saldırıları sonucu gösterilerde 22 kişinin yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Yaşamını yitirenler arasında 11 yaşında bir çocuk da bulunuyor. Kapalı-otoriter bir rejim olan İran’da, büyük kalabalıkların sokağa çıktığı eylemlerin benzeri son olarak 2009’da, dönemin Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın seçimi bir kez daha kazanmak için sandıklara hile karıştırması nedeniyle yaşanmıştı. Bunun dışında ise, Ruhani’nin iktidara geldiği 2013’ten bu yana, yine ekonomik taleplerin öne çıktığı az katılımlı protestolarla, Rojhilat bölgesinde Kürtler tarafından geçtiğimiz yıllarda bazı eylemler gerçekleştiriliyordu. İran’ın “taşra” olarak nitelendirilebilecek şehirlerinde başlayan gösterilerin yapıldığı dikkat çeken bir kent de Kum oldu. Kum, bulundurduğu medreselerle, Irak’ta Necef ve Kerbela’nın olduğu, “havza” olarak adlandırılan bölgenin yanı sıra, Şiiliğin önemli merkezlerinden biri konumunda. Gösterilerin, Meşhed ve Kum gibi muhafazakarların kalelerinde başlaması nedeniyle Ruhani hükümeti, eylemlerin “ardındaki güç” olarak, geçtiğimiz Mayıs ayındaki rakibi Seyyid İbrahim Reisi’yi sorumlu tuttu, ancak Reisi iddiaları reddetti.
Geçtiğimiz yıl yapılan seçimleri az farkla kazanan Hasan Ruhani, 2015’te gerçekleştirdiği “nükleer anlaşma” ile İran üzerindeki yaptırımları hafifletme sürecini başlatarak, halkta ekonomik refah artışı beklentisi yaratmıştı. Söz konusu anlaşma diğer taraftan AB devletleri için de İran’ı, zamanla küresel kapitalist sisteme entegre etmek için bir fırsat olarak değerlendirilmişti. Ancak anlaşmanın imzalanmasında bu yana geçen 2.5 yıllık süre içinde beklentilerin tersine İran’da halkın yaşam standartlarında iyileşme olmazken, yolsuzluklar nedeniyle, genellikle muhafazakarların işlettiği ve binlerce İranlının para yatırdığı “kooperatif” adı altındaki bankalar birbirinin peşi sıra “battı.” Düşen petrol fiyatları da İran devletini kemer sıkma “önlemleri” almaya itti. Bu nedenle Tebriz ve Tahran gibi büyük kentlerde petrol, taşımacılık gibi sektörlerde işçilerin maaşları ödenemedi.
Bir taraftan, eylemlerin başladığı Meşhed’de muhafazakarların “ılımlı Ruhani” hükümetine karşı gösterdiği tepkiler, diğer taraftan ise farklı kentlerde İran rejiminin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney aleyhine atılan sloganlar, protestoların politik içeriği ve özneleri hakkında soru işareti yaratmıştı. Özellikle Hamaney için atılan “diktatör” şeklindeki sloganlar, Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Salman’ın Hamaney’e yönelik yaptığı “Orta Doğu’nun yeni Hitleri” tanımlamasını akıllara getirdi. Ancak ilerleyen günlerde eylemlerde atılan sloganlardaki talepler açlık, yoksulluk, işsizlik gibi adaletsizliklerde belirginleşti. Facebook ve Twitter’a erişimin yasak olduğu ülkede, İnstagram ve Telegram gibi diğer sosyal medya mecraları İran devleti tarafından kapatılırken, sunulan bahane ise oldukça tanıdıktı: “Huzurun sürdürülmesi.” Eylemler İran medyasında da, devletten gelen “güvenlik” talimatıyla fazla yer bulmadı. Yayınlanmasına izin verilenler ise araçların yakıldığı, banka ve mağazaların tahrip edildiği görüntülerdi.
ABD’nin eylemleri sahiplenici “Artık değişim zamanı” açıklaması, sertlik yanlısı İran Devrim Muhafızları Ordusu’dan (İDMO) yapılan “eylemlere devam edenler demir yumrukla karşılaşır” mesajı ile karşılanırken, Ruhani’nin yaptığı “sokağa çıkanlar özgürlük istiyor” açıklaması hem muhafazakarları, hem de yaşananlardan fırsat devşirmeye çalışan ABD’yi dengeleyici nitelikteydi. İran cephesinin yaptığı diğer açıklamalarda da isim verilmeden, aradaki gerilimin iki devlet ilişkileri tarihindeki en üst seviyeye çıktığı Suudi Arabistan işaret ediliyordu. Dini lider Ali Hamaney, resmi internet sitesinden “İran düşmanlarının para, silah ve ajanlarını kullanarak isyan başlattığı” iddiasıyla bir mesaj yayınladı. İDMO Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’ye suikast düzenlemek için ABD’yle vardığı uzlaşma haberleri dün medyaya yansıyan İsrail’in ise Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Twitter aracılığıyla yaptığı açıklamada, İsrail ile İran’ın “dostluğunu” rejim değişikliği şartına bağlaması dikkat çekti. Bu karşılıklı mesajlar sonrasında, Rusya’nın da eylemlere dair, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov aracılığıyla “Bazı ülkelerin İran’ı istikrarsızlaştırma girişimleri kabul edilemez” çıkışı, sürecin farklı devletlerin müdahil olacağı bir gerilime evrilmesi durumunda, halihazırda var olan safını pekiştirme niteliği taşıyor.
İran’da 6. gününde devam eden eylemlerdeki ekonomik talepler ve yolsuzluk iddiaları, ABD tarafından kullanışlı bir argümana dönüştürülmek isteniyor. Donald Trump’ın protestolara dair 30 Aralık’ta yaptığı açıklamadaki “ülkenin varlığını yurt dışındaki terörizme harcama” ifadesi, eylemcilerin bu taleplerini maniple ederek İran’ın, Suudi Arabistan-İsrail-ABD ittifakının “hedefindeki” Irak-Suriye-Lübnan-Yemen hattındaki “yayılmacılığını” işaret etmesi açısından dikkat çekici. Diğer taraftan, eylemcilerin İran devletinin bu coğrafyalardaki militarizmine dikkat çeken “Suriye’yi bırak da bizim halimize bak” içerikli sloganlar, söz konusu ittifakın işaret ettiği rahatsızlıklarla paralellik taşıdığı yorumlarına neden olsa da, geçmişte ülkede yaşanan protestolara karşı gösterdiği sertlikle bilinen baskıcı rejime karşı bir eşiğin aşılmakta olduğu söylenebilir. Bu da, yaşadığımız coğrafya da dahil olmak üzere, baskılanan toplumların bir patlama noktası olduğu gerçeğini hatırlatıyor.