AKP ve MHP ortaklığı, partili cumhurbaşkanlığı referandumundan bu yana sürüyor. Aralık ayında çıkarılan, farklı kesimlerce oldukça tartışılan, tepkiyle karşılanan hatta bir iç savaş katalizörü olarak görülen 696 sayılı KHK’dan bir tek AKP-MHP ortaklığı memnundu. Çünkü tüm bu gelişmeler yeni dönemde konuşulan “Milli Mutabakat Koalisyonu”nun temellerini daha da belirginleştirmenin bir hamlesiydi. Şimdi de “Milli Mutabakat Koalisyonu” Afrin saldırısı ile coğrafyanın genelinde hakim kılmak istediği siyasal iklimin yarattığı rüzgarı arkasına alarak “paydaşlarını” genişletmenin ya da ötelemenin planlarını yapıyor.
Suriye Savaşı’nda Rusya-İran ve dolaylı olarak Suriye ile oluşturulan ittifak, AKP’yi, ABD’nin karşısında konumlandırmış görünüyordu. Rojava’daki halkların kazanımlarını yok etme temelinde girişilen bu ittifak ve ardından ABD’deki Halkbank (Sarraf-Atilla) davasında tutturulan “anti-emperyalist” söylemler, “Milli Mutabakat Koalisyonu”na Vatan Partisi gibi ulusalcı ve BBP gibi İslam-Türk sentezcisi oluşumların da yeşil ışık yakmasını sağlayacaktı.
OHAL’in “olağanlaştırıldığı” bir siyasi iklimde, Başkanlık Sistemi’nin yürürlüğe gireceği seçimler öncesi yapılan anketlerde yeterli oy oranına ulaşamadığı söylenen AKP, yedeğindeki MHP ile birlikte kurduğu koalisyonu genişletme hamlelerini hızla gerçekleştiriyor. Bunu yaparken de saldırganlaşıyor. İçerisinde yarılma yaratmak istediği CHP’ye, tamamen bitirmek istediği HDP’ye ve karşısında dikilen her kesime adeta bir boksörün kum torbasını “sağlı sollu” yumruklaması misali saldırıyor.
“Milli Mutabakat Koalisyonu”, söyleminde ve pratiğinde “yerlilik ve millilik” kavramlarını öne çıkararak toplumun her kesimine bu siyaset tarzını dayatmayı amaç edindi. OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile neredeyse fiilen işlevsiz durumdaki Meclis’in ana muhalefet partisi olan CHP’de de yeterince “yerli ve milli” olmayan kesim hedef alınıyor. Afrin saldırısı başlamadan kısa bir süre önce, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na seçilen ve gerek HDP ile ilişkisi, gerekse Ermeni Soykırımı’na dair söyledikleriyle, sonuçta bir devlet partisi olan CHP’de “Kürtler” ve “Soykırım” gibi fay hatlarını harekete geçirme potansiyeli taşıdığı gözlenen Canan Kaftancıoğlu’na yönelik girişilen saldırı da aslında bir hamle olarak görülebilir. Bu hamle ile CHP’nin “yerli ve milli” damarına can suyu verilmek istenmiştir. Nitekim verilen bu can suyu “devlet çınarı” CHP’de Afrin saldırısıyla karşılık bulmakta gecikmedi.
CHP’nin Afrin saldırısına verdiği koşulsuz desteği, “biz iktidarda olsak, gerekirse 10 bin şehit verir Afrin’e gireriz” benzeri açıklamaları, milliyetçilikte söz konusu koalisyondan geri kalmadığının açık birer göstergesi olmuştur. CHP’nin “biz de en az sizin kadar yerli ve milliyiz” söylem ve pratiklerinin ne kadar “işe yarayabileceğine” dair örnekler (Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu) siyasi başarısızlık olarak birçok kez tarihe geçti.
Muhalefetin diğer kesimlerinde yeni yüzlerin mevcut ortamda yükselme olasılığı Afrin saldırısıyla ertelenmiş oldu. Abdullah Gül’ün hükümetin iç ve dış stratejilerine yönelik eleştirileri, siyaset kulvarının “yeni ismi” İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, AKP’nin para-militer çetesi SADAT kampları açıklamaları gibi iktidara yönelik eleştiri girişimleri Afrin saldırısı ile, -şimdilik- durduruldu. Bu bağlamda, 15 yıldır iktidarda bulunmak salt AKP’nin stratejik başarısıyla açıklanamaz. Devlet olanaklarını kullanarak gerçekleştirilen tüm bu hamleler başarının altındaki neden olarak görülebilir.
“Milli Mutabakat Koalisyonu”nun giriştiği savaş atmosferinin, önümüzdeki süreçte iktidardaki koalisyon için somut bir siyasi getirisi var. Bu da iktidar için savaş rüzgarını arkasına alarak 2019’dan önce yapılacağı her geçen gün daha çok dillendirilen bir erken seçim.
Ancak bu süreç, yaşanan ekonomik krizle beraber düşünüldüğünde, savaşın ekonomik maliyetleri vurgusunu yapmak, milliyetçi-muhafazakâr koalisyonun “kızıl elmasının” parlaklığıyla, savaş ve fetih hayalleriyle körelmiş gözlerinden kaçan bir nokta olabilir. Belki de OHAL’le sindirilmiş görünen muhalefete, iktidarın körleştiği bu noktadan, meclis önünde, ekonomik zorluklar nedeniyle bedenini ateşe veren ezilenlerin tarafından daha güçlü bakmak, ucu görünmeyecek sanılan bu karanlık tünelin sonundaki ışığın ferini gösterecektir.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.