Çünkü biz savaşın ne olduğunu bilmek için illa savaşı yaşamamak gerektiğini biliyoruz. Özellikle Ortadoğu’da yıllardan beri milyonlarca insan, birçok savaşta son nefesini verdi. Maalesef insanlar hala son nefeslerini vermeye devam ediyor. Ancak devletlerin savaş politikaları yüzünden verilen bu son nefesler hiç bitmiyor.
“Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.”
Bu satırları pek çoğumuz bilir. Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu” şiirinin girişi bu satırlar. Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet’in özellikle sürgündeki hayatını konu alan “Nazım Hikmet’in Son Yılları” kitabında anlatır. O zamanlar çok ünlenen bir şarkıdan etkilenmiştir Nazım Hikmet. Şarkıyı da bilirsiniz. Awara filminde çok ünlenen şarkından bahsediyorum. Bu filmde çalan ve dünya üzerinde halkları birbirinden ayırmak için devlet adamlarınca konulmuş olan sınırlar nedir bilmeden tüm dünyaya yayılan bu şarkı, çok etkilemiştir Nazım Hikmet’i. Şarkı dilden dile dolaşır. Türkçeye de çevrilmiştir örneğin. Nazım Hikmet de milyonlarca insanı etkilemek için bir şarkının ne kadar güçlü olabileceğini görünce bestelenmek üzere 3 şiir yazar. Diğer şiirleri hatırlamıyorum maalesef ama bu şiirlerden biri de “Kız Çocuğu”dur. Şiirin bestelendikten sonra Nazım Hikmet’in hayalindeki gibi etki uyandırmadığını biliyoruz artık. Bu şiir -bildiğim kadarıyla- Zülfü Livaneli tarafından aynı isimle bestelendi. Nazım Oratoryosu’nda da Fazıl Say yer verdi bu şiire.
Bu şiir nereden geldi aklıma? Şuradan: Kahramanmaraş’ta konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisini izleyenler arasında bulunan ve kamuflaj giydirilmiş olan küçük bir kız çocuğunu gördükten sonra kürsüye çıkarttı. Kız çocuğunun ağlaması üzerine “İşte bizim bordo berelilerimiz de var. Ama bordo bereliler ağlamaz” dedi. Sonrasında ise “Evet JÖH, yarbay, bordo bereli. Türk bayrağı da cebinde… Şehit olursa inşallah bayrağı da inşallah örtecekler. Her şeye hazır. Değil mi?” dedi. Kız çocuğu ise ‘Evet’ diyerek yanıt verdi. Bu sahneyi görünce aklıma direkt Nazım Hikmet’in bu şiiri geldi.
Aynı konuşmasında futbolcu Pascal Nouma için taraftarlarca atılan “Nouma bizi diskoya götür” sloganından esinlenen ve kalabalığa attırılan “Reis bizi Afrin’e götür” sloganından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu an için ihtiyaç olmadığını belirtmekle birlikte “Sefer görev emri olanlar hazır olsunlar” dedi. Kanunlara göre sefer görev emri, askerliğini yapmış dahi olsa 41 yaşına kadar herkesi bağladığı iddia edilen bir emir. Bizim vicdani retçiler olarak uymayacağımız bir emir. Çünkü biz savaşın ne olduğunu bilmek için illa savaşı yaşamamak gerektiğini biliyoruz. Binlerce yıldır yapılan savaşlardan bu sonucu çıkarmak da pek zor değil açıkçası. Özellikle Ortadoğu’da yıllardan beri milyonlarca insan, birçok savaşta son nefesini verdi. Maalesef insanlar hala son nefeslerini vermeye devam ediyor. Ancak devletlerin savaş politikaları yüzünden verilen bu son nefesler hiç bitmiyor.
Her savaş dönemimde olduğu gibi yükseltilen milliyetçi-militarist nidaların, yaşamımızın her alanını ölümle sarmaya çalıştığı bu dönemde savaşa karşı olanların sesi de kısılmaya çalışıldı haliyle. İşte en son örnek, kamuflaj giydirilmiş olmasına rağmen şeker yiyecek yaşta bir kız çocuğuna, devletin en yüksek kademesinin “şehitlik mertebesi”ni uygun görmesi oldu. Buna karşıysa güçlü bir şekilde çocukların savaş politikalarında ne işi var diyemedik. Çünkü bunu güçlü bir şekilde söyleyebilsek tutuklanacağımızı düşünüyoruz. Biz anti-militaristler, savaş karşıtları ve vicdani retçiler olarak güçlü bir şekilde bunu diyemediğimiz için çocuklar ölmeye, öldürülmeye devam ediyor. Afrin’de ölüyorlar, Doğu Guta’da ölüyorlar, Filistin’de ölüyorlar, Kürdistan’da ölüyorlar. Afganistan’da ölüyorlar. Verilecek örnekler hiç bitmiyor.
Küçücük çocukların bizden kendileri için istedikleri hiçbir şey yok. Ölen çocuklar büyümez ki… Kağıt gibi yanan çocuklar şeker bile yiyemezler ki!
1956’da Nazım Hikmet’in şiirini bitirdiği gibi bitireyim ben de yazıyı. Belki yazılmasının üzerinden onlarca yıl geçse de bu şiir de sınırlar tanımaz, halkları peşinden sürekler.
“Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.”