Dicle’nin akan suları… İnsanlar bin yıllar boyu onu kutsal olarak gördü ve ona tapındı. Kimi zaman sağladığı bereketten, kimi zaman da yağdırdığı gazaptan…
Ne zaman, kimler tarafından kurulduğu tam olarak bilinmemekle birlikte M.Ö. 8000’de kurulduğu tahmin edilmektedir Hasankeyf’in. Varlığı ile Dicle’yi ikiye bölmüştür. Böldüğü Dicle ona yol olmuş, nehrin ticaret için kullanılması sayesinde gelişmiştir. Yüz binlerce yıllık bir süreç sonucunda oluşan kayaları sebebiyle Süryanice “kaya” anlamına gelen “kepa, kipas, kefa” gibi kelimelerden türeyen adı, Arapça’da “Mağaralar Şehri” anlamına gelen “Hısnı Keyfa” olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı döneminde Hısnıkeyf olarak telaffuz edilen isim günümüze Hasankeyf olarak gelmiştir.
İşte biraz da bu kayalardır insanların burayı mesken edinmesinin sebebi. Mağaralar doğal evler olmuş, dış dünyadan doğal bir korunma alanı sağlamıştır.
Nice topluluk geldi ve misafir oldu Hasankeyf’e. Mezopotamya’nın sakinleriydi ilk misafirleri. Persler, İskender, Seleukos Hanedanları geldiler atlarıyla buraya. Bizanslılar ve Sasaniler bu topraklar için tutuştu kavgaya. Hristiyanlığın Roma’da yayılması ile birlikte, M.S. 5. yüzyılda piskoposluk merkezi ilan edildi. Sonra İslam İmparatorluğu, Emeviler, Abbasiler… Artuklular döneminde önemi çokça arttı, hatta başkent oldu. Eyyubi hakimiyetinin ardından Safeviler çıktılar Hasankeyf’te tarih sahnesine. Akabinde Osmanlılar ve sonrasında TC sınırlarında kaldı…
Her gelen bir iz bıraktı kendinden bu topraklara ama Hasankeyf korundu. Binlerce yıldır insanlara ve birçok farklı canlı türüne ev sahipliği yapan Hasankeyf bugün tehlikede. Bugün dinamitleniyor Hasankeyf mağaraları. Parça parça etrafa saçılıyor tarih… Sular altında kalma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Hasankeyf Adım Adım Yok Ediliyor
GAP kapsamında bölge yaklaşık 50 yıldır baraj ve HES projelerine konu olmakta. Bölgedeki tarımsal alanları sulama ve bölgeyi eğitim, sanayi, altyapı gibi alanlarda “kalkındırma” amaçları güttüğü iddia edilen proje uzun yıllardır adım adım uygulanmakta. Hasankeyf de bu adımlardan biri.
10.000 yaşındaki Hasankeyf nice topluma ev sahipliği yapmıştır. Ancak 20. yüzyılın ortaları ile birlikte ona misafir olanlar onu ele geçirmeyi kafalarına koymuşlardır. Tıpkı insanın da dahil olduğu nice türe ev sahipliği eden doğaya yönelik işgalci bir politikayla yaklaştıkları gibi. İnsan, bir parçası olduğu evi fethetme gayreti içerisine girmişti.
1970’lerde bölgeyi ziyaret eden cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, mağaraları ve burada yaşayan insanları gördükten sonra “Bu yüzyılda mağaralarda yaşamak olmaz. Bu insanlar derhal buradan çıkartılmalı.” talimatını vermiş ve bu talimat sonrası gerçekten de mağaraların boşaltılması ve insanların bölgede yapılan evlere aktarılması için çalışmalar sürdürülmüştür.
Cevdet Sunay’a göre “bu mağaralarda nasıl yaşanır”dı? İlkellikti bu, geri kalmışlıktı! Bu insanlar derhal medeniyet içerisine alınmalıydı! Onlara güzel evler inşa edilmeli ve bu barbarlıktan kurtarılmalıydılar!
Bin yıllar boyunca nicelerine ev olan bu mağaralar şimdi neden hor görülüyordu? Onlar değil miydi insanı barındıran; kışları sıcak, yazları serin olarak onları rahata kavuşturan? Şu beton yapılardan eksiği neredeydi?
Birçok coğrafyadan ziyaretçisi oluyordu Hasankeyf’in. Hem doğal bir harika olan, hem de toplulukların ona bıraktığı güzellikleri görmek için. Ve bölgenin küçükleriydi misafirliğe gelenlere rehberlik edenler. Tatlı halleri ve gülen gözleriyle, zevkle gezdirirlerdi kafileleri. Heyecanla anlatırlardı…
Ama bir şeyler ters gitmeye başladı. Mağaralar ziyarete kapandı. Güvenlik gerekçesi sürüldü öne. Kale de kapatıldı. Aynı gerekçeydi yine insanlara söylenen… Fakat pek böyle düşünmüyordu bölge insanı. Onlar, yapılan bu hamlelerin, bölgedeki turizm hareketliliğine bir darbe vurmak için atılan adımlar olduğunu söylüyorlardı.
1981 yılında SİT alanı ilan edilmişti Hasankeyf. Bu karar onu kurtaramadı. Yapılması planlanan baraj yapılacaktı. Yöre halkı hiçbir zaman bu projeyi kabul etmedi, projeye her daim kuşkuyla yaklaştı. Kültürünü, varlığını erozyona uğratma hedefinde olan bir çalışma olarak kabul etti. Evi ondan alınacaktı, gitmek durumunda kalacaktı. Varlığı ve dolayısıyla kültürü bölgeden ayrılacaktı…
Bakanlık projeyi ÇED’ten muaf tuttu ancak 2012 yılında açılan dava sonrası Danıştay kararı bozdu. Fakat bu durum da kurtaramayacaktı Hasankeyf’i, o baraj yapılacaktı. ÇED’ten projeyi muaf tutarak bölgeye verdiği kıymeti belli eden bakanlık, son süreçte Hasankeyf’in tarihi dokusunu kurtarmak(!) amaçlı çalışmalarına hız verdi. Bölgede kurtarma kazıları başlatıldı. 1473 yılında yaptırılan Zeynelbey Türbesi, geçtiğimiz yıl taşındı. Fakat yapılan bu çalışmalar, bölgenin maruz kalacağı büyük çaptaki ekolojik ve tarihi yıkımın önünü asla alamazdı. Zaten bakanlık, tanıtım amaçlı sitesinde Hasankeyf hakkında şöyle cümleler kurarak, olaya bakışını belli etmiş durumdaydı: “Dicle’nin kıyısında zamanında medreseler, rasathane, darüşşifa ve diğer eğitim kurumlarıyla bölgenin ilim ve kültür merkezi olan Hasankeyf; ulaşım yolları ve ticaret merkezlerinin yer değiştirmesiyle günümüzde önemini yitirmiştir. İlçe, sahip olduğu zengin tarihsel yapılar nedeniyle 1981 yılında bütünüyle sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. GAP projesi kapsamında bulunan Ilısu Barajı nedeniyle bu tarihsel yapılar bütünüyle sular altında kalacaktır. Bu konuda çalışmalar Kültür Bakanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.”
Yüksek tonda dillendirilen tepkilere rağmen iktidar, yapımına çok daha öncesinden karar verilen Ilısu Barajı projesinde ısrar etti ve baraj tamamlandı. 2018 Mart ayında su toplama işleminin başlamasının öngörüldüğü projede, Irak devletinin isteği üzerine su toplama işlemi 2018 Haziran ayına ertelendi. İki ayı kaldı binlerce yıllık yaşlı çınarın. Sonrasında sular altına gömülecek. Ve bundan on yıllar, yüzyıllar geçtikten sonra her nesil çatık kaşlarıyla hatırlayacak bu dönemi. Binlerce yıl boyunca her gelenin aldığı, kattığı ve bırakarak gittiği Hasankeyf’in yok edilişine kızacak; lanetleyecek bu projeyi, hayata geçirenleri…
Hasankeyf’in tam karşısına “yeni bir Hasankeyf” inşa edilecek! Bölgedeki on binlerce kişinin bu yeni yerleşim alanına taşınması planlanıyor. Yaşanmışlıklar ve bölgeyle kurulan bağlar göz ardı edilerek. Hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey yaşanmamış gibi karşıya geçebilir mi Hasankeyf insanı? Orada devam edebilir mi hayatına? Hemen önünde duran, daha doğrusu sular altında kalan, yok olan eski evine bakarak…
Duramayacaktır Hasankeyf insanı orada. Devam edemeyecektir yaşamına. Şehirlere göç etmek durumunda kalacaktır. Bilmediği, kendisini korkutan büyük beton yığınlarına… Ve bu diyarlara belki de uyum sağlayamayacaktır. Onun yaşayacağı ekonomik ve psikolojik sorunlar ise kimsenin umurunda olmayacaktır. Bölge zorunlu göçlere nasılsa alışkındır; buna da alışacaktır…
Projenin, bölgenin iklimine yapacağı etkiler, bölgede yaşayan canlıların yaşamında meydana getireceği değişiklikler tam olarak bilinemiyor. Ancak yaşananların çok da olumlu yönde olacağını söylemek mümkün değil. Tarihsel anlamda ise sonuç bir yok oluş. Hasankeyf yok oluyor. Bir tarih, sular altında bırakılıyor. Hasankeyfli bir çobanın da dediği gibi: “Gül dalında güzeldir…”
Güven Gökdere
Patika Arkeoloji
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.