Son olarak ülkenin güneyindeki Dera’a ve Kuneytra’da, Rusya’nın savaşa sahada müdahil olmasıyla dengelerin Şam yönetimi lehine değiştiği 2015 sonbaharı sonrası ise,Halep,Hama,Humus ve Doğu Guta cephelerinde yenilgiye uğrayan cihatçı terör çetelerinin nakledildiği Türkiye sınırındaki İdlip, 2011’den bu yana süren savaşta devletlerin son hesaplaşma alanı olma ihtimalini güçlendiriyor. Suriye ordusu ve müttefikleri, 2015 yılı ortalarından itibaren,karşılarındaki güçlerin alansal dağınıklığı ve çeşitliliği gibi faktörleri göz önünde bulundurarak, Suriye’de kontrolünü kaybettikleri bölgeleri “parça parça” geri alma stratejisi geliştirmişlerdi. Bu stratejiye, sahadaki ilerleyişin yanı sıra, Astana ve Soçi Görüşmeleri gibi diplomatik gelişmelerin eklenmesiyle, bu görüşmelerde ilan edilen “çatışmasızlık bölgeleri” kararları, askeri gücü sınırlı olan Şam ve müttefiklerinin geri almayı hedeflediği bölgelerdeki işini kolaylaştırmıştı.
Ülkenin kuzeybatısındaki İdlip’i, en son ortadan kaldırılacak olan bir cihatçı çöplüğü haline dönüştüren süreç, bu stratejinin bir sonucuydu. İdlip’in Suriye Savaşı’ndaki bu son hesaplaşmanın adresi olmasındaki seçimin ise, iki yönlü bir nedenselliği var. Cihatçı çeteler lehine belirginleşen ilk neden, 2015 Nisan ayında, ABD,TC,Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi geniş bir konsorsiyumun desteğini alan cihatçı çatı örgüt Fetih Ordusu’nun bölgeyi işgal ederek, IŞİD’in Rakka’yı ele geçirmesi sonrası, bir başka büyük kentin Şam kontrolünden çıkarılması anlamını taşıyordu. İdlip’in, cihatçı çetelere desteği aşikar olan Türkiye sınırında bulunması ve coğrafi olarak Lazkiye, Halep, Şam güzergahı boyunca stratejik bir noktada olması, bu anlamı Rakka’dan sonra işgal edilen diğer büyük kent olma sembolizminden daha öteye taşıyordu. 2011’den bu yana süren savaşta, rejim değişikliği amacıyla yola çıkan ve bu doğrultuda yukarıda adı anılan devletlerin desteğini alan cihatçı çeteler için “yolun sonu” anlamı taşıyan İdlip’in seçimindeki diğer bir nedensellik ise, Şam yönetimi tarafından, “bazı devletlere” verilmiş bir mesaj niteliği de taşıyor. Bu mesajın, siyasi literatüre “cihatçı otobanı” kavramını kazandıran kimlere verildiğini görmek için de, İdlip’ten sınırın öte tarafına bakmak yeterli olacaktır. Halep’in cihatçılardan temizlenmesiyle başlayan İdlip’in cihatçı rezerv sahasına dönüştürme pratiği, ülkenin İdlip’e uzak bölgelerindeki cihatçıların da TC sınırındaki bu bölgeye taşınmasıyla, Şam yönetiminin başına bu problemi saranlara bu çetelerin, belki ileride kendileri aynı sorunla baş etmek üzere geri gönderildiği izlenimini veriyor. İleriki süreçte sertleşmesi muhtemel çatışmalar sonrası, hayatta kalmaya çalışacak olan cihatçı çete mensuplarının, yönelebilecekleri tek güzergah TC sınırlarının öte tarafı olacaktır. Diğer taraftan da, halen, ağır bir ekonomik krizle burun buruna olan TC, olası bir İdlip savaşı sonrası, sınırlarına akın edecek on binlerce sivilin yaratacağı maliyetin, kuşkusuz tedirginliğini yaşarken, şimdiden BM’nin “sınırlarını aç” telkinlerine muhatap olmaya başladı. Devletlerin stratejilerinde, örneğin cihatçı çeteler kadar bir kullanışlılığı olmayan bu insanlar, savaşın bir çok evresinde devletler arası pazarlık ve santaj unsuru olmaktan öteye gidemedi.
Astana Görüşmeleri sonrası oluşturulan çatışmasızlık bölgeleri arasında yer alan İdlip’e, TSK’ye bağlı birlikler, El Kaide bakiyesi Heyet Tahrir-eş Şam (HTŞ) kontrolündeki bölgelerden geçerek, adı geçen cihatçı çetenin “eskortluğunda” üsleneceği bölgelere konuşlanmıştı. Bölgeye HTŞ benzeri cihatçı çeteleri , içinde bulunduğu “sıcak ilişkileri de” kullanarak tasfiye etme misyonuyla da giren TC’nin bu pozisyonundaki güvenilirliği, özellikle Rusya ve Suriye nezdinde zamanla daha çok sorgulanır hale geldi. Son olarak İdlip’te TSK’nin konuşlu olduğu ve sorumluluğu altında bulunduğu bölgelerden Rusya’nın Hmeymim Üssü’ne yönelik İHA bombardımanı ve 25 Suriye askerinin öldürüldüğü saldırılar gerçekleştirildi.
Rejim değişikliği ısrarında, bu fikrin ateşli savunucularından Körfez devletleri ve ABD dahil olmak üzere yalnız kalan ve sadece bu nedenle bile Suriye’deki savaşın kaybedenleri arasında yer alacak olan TC devleti, şu sıralar bu kaybını diplomaside gerçekleştirmek istediği bazı hamleler ve “masadaki uzlaştırıcı güç” kimliğiyle dengeleme arayışı içinde. Bu “hamleler” arasında 7 Eylül’de Rusya,Fransa ve Almanya’nın, TC’nin çağrıcılığında İstanbul’da bir araya geleceği, TC makamları tarafından dile getirildi. Söz konusu toplantıya muhatap diğer devletlerden henüz katılımlarına dair net teyit gelmemesi ve söz konusu tarihe kadar Rusya’nın TC’ye İdlip’teki cihatçı çeteleri “ikna etmesi için” süre verdiği şeklinde geçilen bilgiler, bu “hamlelerin” sahiplerine olumlu getirileri açısından soru işaretleri barındırıyor. Şark ul Evsat gazetesinin verdiği bilgide, “ikna edilmek üzere” adı geçen cihatçı çete El-Kaide kökenli Heyet Tahrir-eş Şam (HTŞ), son olarak TC’nin oluşturduğu Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılmayı reddederek, söz konusu soru işaretlerinin daha da büyümesini sağladı. Zamanla bu soru işaretlerinin yerini, 2016 sonunda Halep’te benzeri yaşandığı üzere, sahada yalnız bırakıldığını gören cihatçı çetelerin hedefi haline gelme endişesine bırakması ise uzak bir olasılık değil.
İdlip’teki savaş beklentisinin, sahada ısınmaya başlayan suların yanı sıra diplomasi masasına da zorlu pazarlıklar ve kurulan yeni ittifaklar şeklinde yansıması bekleniyor. Söz konusu yeni ittifak eksenlerine dair en bariz örneği ise, Şam yönetimi ile, Rojava temsilcileri arasında şu sıralar ikinci turu başlayan görüşmeler oluşturuyor. Suriye Demokratik Güçleri ve onun ana omurgasını oluşturan YPG’yi savaşın başından beri, “yerli bir unsur” olarak gören Şam yönetimi ile Suriye Demokratik Meclisi (SDM) arasındaki görüşmelerin gündem maddeleri arasında İdlip’e yönelik operasyon ve TC işgali altındaki Fırat Kalkanı ile Afrin bölgelerinin özgürleştirilmesi yer alıyor. Görüşmelerde YPG/Asayiş güçlerinin Suriye polis gücüne, SDG unsurlarının ise orduya entegre olması gibi gündemlerin konuşulduğu bilgilerinin medyaya yansıdığı görüşmelerin sonuçları, savaşın bitişine dair somut bir gösterge olması ve Kürtlerin savaş sonrası Orta Doğu’da kurulacak yeni dengedeki rolleri bakımından önümüzdeki yıllara yayılan etkiler barındırma potansiyeli taşıyor. Bu potansiyel, Irak’tan sonra Kürt sorununu “çözmüş” bir Suriye ile birlikte, gözleri aynı sorunları yaşayan İran ve TC’ye çevirme ihtimalini barındırması açısından, önümüzdeki yıllarda bölgede savaştan,uzlaşmaya, diplomasiden yeni ittifaklara bir dizi ihtimali barındırıyor.
İdlip’te “son savaş” ya da “savaşların anası” olarak adlandırılan operasyon ve çatışmalar, bazı beklentilere paralel bir final mi olacak? Ya da hem sahada hem de masada, yeni kutupların ortaya çıkacağı, yeni çatışma alanları mı yaratacak? Her iki ihtimalde de, savaşın son cephesi İdlip’te devletlerin ellerinde kalan tüm kozlarını oynayacağı gerçeği ortada duruyor. Sonuçları arasında ise, yeni göç dalgaları, yeni saldırı alanları yaratmış cihatçı terörizm, ekonomik krizin İdlip’teki savaşla artması muhtemel olumsuz çarpanları gibi olasılıklar bulunuyor.