Yürüyen ayaklarımızı ezdiler, tutan ellerimizi, gövdemizi, başımızı. Ulu orta, her gün, her bir adımımızda liğme liğme ettiler. İşçiyken ezdiler, işsizken de; bir lokma ekmeğimiz yokken, yoksulken ezdiler.
Bazı evlerde ay başı gelmek bilmez de ay sonu hemen geliverir. Maaşlar yatmaz ama faturalar hiç sekmez, düzenli gelir o evlerde. Kirasıyla, elektriğiyle, suyuyla, doğalgazıyla… Her şeyin sahibi olan efendiler… Geriye hiç bir şey bırakmazlar bizden, bir kuru canımızdan başka.
O evlerden biriydi delik botlarıyla tanıdığımız Gizem’in evi. “Havvanur’un babası ona yeni bot alabiliyor ama benim babam alamıyor. Çünkü benim babam inşaat işçisi. Daha önce 5. kattan düştü ama ölmedi. Kaç kere parmağını kesti.” demişti.
Çocuklarını ısıtamayan Emine Akçay Adana’daki evinde yaşamına son vermişti. İzmir’de ataması yapılmayan İbrahim Yeşilbağ cebindeki altı lirayla kendini asmıştı. Seyyar meyve sebze satan Hacı Örüç iftarda ailesinin karnını doyuracak yemek bulamayınca ailesinin gözü önünde intihar etmişti.
O evlerden biriydi meclis önünde “Geçinemiyorum” diye bağırarak kendini yakan Sıtkı Aydoğmuş’un evi. Hani geçirdiği “iş kazası” sonucunda kaburgası kırılıp çalışamayacak hale geldiğinde patronlara “Ben ailemin direğiyim. Beni mağdur etmeyin hastane sürecinde, ayağa kalkana kadar yevmiyemi verin.” demişti. Patronlar da “Sıtkı, sen bunları dert etme. Biz seni mağdur etmeyiz. Sana ev de alırız, araba da alırız.” deyip hesabına 300 lira yatırmıştı dalga geçer gibi, utanmadan…
Dalga geçer gibi, utanmadan televizyon ekranlarına çıkıp “kaderdir” diyeni mi; “ekonomik kriz yok” diyeni mi… Hepsi de sıcacık evlerinde, milyonluk paltolarıyla ahkam keserken bizim iki yakamız bir araya gelmez; peynire, ekmeğe gelen zammın altında eziliriz. İçtiğimiz su bile boğazımıza takılır da “Şükretsinler!” sesi ekmeğimize katık olur.
Bir kuru canımız kaldı dedik ya… Candan da ettiler, her şeye sahip olan ve doymak, utanmak bilmeyenler.
O evlerden biri de Kocaeli’deydi. O evin banyosunda İsmail Devrim’in cansız bedeni bulundu iki gün önce. Oğlu, yeni başladığı lisede okul pantolonu olmadığı için derse alınmamış, müdür tarafından eve gönderilmişti. İsmail ise “Çocuğuma okul pantolonu bile alamıyorsam yaşamamın ne anlamı var?” sorusunun altında ezilince Perşembe günü sabah 6.00’da kendini asarak yaşamına son verdi. Tornacıyken geçirdiği motosiklet kazası sonucunda işe gidemez, para kazanamaz olmuştu. Evin borçları, oğlunun okul harcamaları derken ezilmiş, bir kuru canından da olmuştu. Yaşam kaç pantolon eder ki? Yaşam paha biçilebilir mi?
Şimdi geriye kalanlarız, onlarca, yüzlerce, binlercemiz… Bir kuru canımız var çırpınıp duran, bir kuru canımız ezildikçe ezilen. Ne doymak bilmeyenlerin bollukları, ne utanmak bilmeyenlerin pişkinlikleri var bizde. Ancak unutmayalım; onlarda olmayan bazı şeyler bizde var, ezilmişliğimizde. Ezilmişliğimizle harlanan öfkemizin ateşi var. Ve bu ateş, patronları yakacak!
Kaynak: Genç İşçi Derneği (GİDER)