Devlet iktidarının uzunca bir süredir kendisine özgü bir argüman olarak günlük siyasi literatürde dolaşıma soktuğu “yerlilik ve millilik” tezi, yaşanan ekonomik krizle birlikte daha görünür kılınmıştı. Ekonomik krizin artması ve bu paralelde iktidarın geliştirecek hamle rezervinin kısıtlı olması, yeni rejim inşası sürecindeki devletin bu tezinin üzerindeki “yerlilik ve millilik” cilasının dökülmesine neden oldu. Geçtiğimiz günlerde ABD’li şirketlere Türkiye’de “gönül rahatlığıyla” yatırım yapma güvencesi veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hamlesi sonrası, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Birleşmiş Milletler 73. Genel Kurul görüşmeleri için bulunduğu New York’ta, Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) tarafından düzenlenen 9. Türkiye Yatırım Konferansında Türkiye ekonomisinin yönetimi için ABD merkezli McKinsey danışmanlık şirketi ile çalışacaklarını açıkladı. Albayrak’ın açıklamasının satır aralarında ise şirkete, sadece ekonominin yönetim merkezi olacak olan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi’nin yönetilmesinin değil, bu ofise bağlı 16 bakanlığın da verildiği anlaşılıyordu.
1926’da kurulan Mc Kinsey , dünyanın en büyük yatırım danışmanlığı şirketleri arasında gösteriliyor. Şirketin sitesindeki tanıtım metninde yer alan ”McKinsey, 9000’den fazla danışman ve yaklaşık 2000 araştırma ve bilgi profesyonelinden oluşuyor. 60’tan fazla ülkede ofise, bu ofislerde 130 dilden çalışana sahibiz ve 100’den fazla ulusu temsil ediyoruz. Güçlü değerlerle birbirine bağlanan ve müşteri etkisine odaklanan tek bir global ortaklık olarak faaliyet gösteriyoruz…” ifadeleri ise, devlet iktidarı tarafından iç politikada kullanışlı bir argüman olarak pazarlanan “yerlilik ve millilik” tezinin bir anti-tezi olarak dikkat çekiyor.