Devlet Yassıada’da Asar, Demokrasi Adası’nda Satar – Şahin Efe

Yıl 1961: Yassıada

4. yüzyılda -Bizans İmparatorluğu döneminde- ağır işkencelerin uygulandığı hapishanesiyle ve infazların gerçekleştiği yeraltı zindanlarıyla imparatorluk halklarının en korktuğu adalardan biri kabul edilen Yassıada’nın, zaman zaman terk edildiği süreçler dışında tarih boyunca benzer bir namı olmuştur. 1947 yılında devlet, adayı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na tahsis etmiş, burada 1960’a kadar işleyen bir askeri eğitim merkezi kurulmuştu.

27 Mayıs 1960’ta ordunun gerçekleştirdiği darbeyle, 10 yıl boyunca her seçimi kazanıp erken seçimlere ve yoğun muhalefete rağmen Adnan Menderes başkanlığında iktidarda kalan Demokrat Parti hükümeti devrilmişti. Darbeden sonra, 1961’de yüzlerce kişinin yargılandığı askeri mahkeme Yassıada’da kurulmuştu. Yargılanan 592 kişiden 288’i için idam istenmişti. 15 kişi idam, 31 kişi müebbet hapis, 418 kişi de çeşitli sürelerde hapis cezası almış; cezası onaylananlardan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmişti. Devlet “cezalandırıyordu” Yassıada’da, asıyordu insanları.

Yassıada bu infazların ardından 1978 yılına kadar Deniz Kuvvetleri’ne verildi, sonra uzunca bir süre devlet için işlevsiz kaldı. 1993-1995 yılları arasında adayı kullanan İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nin ardından yine işlevsizdi. İdam da yasaklanmıştı zaten, Yassıada devlet için iyice işlevsizleşmişti. Ne yapılırsa daha işlevli, devlet için “daha faydalı” hale gelirdi?

Yıl 2018: Demokrasi ve Özgürlük Adası

2013 yılında “Demokrasi adası ve hafıza mekanına dönüşecek” denilerek torba yasa kapsamında imara açılmasının ardından 2015 yılında yıkımın başladığı Yassıada’nın ismi de “Demokrasi ve Özgürlük Adası” olarak değiştirilmişti. Devletin, darbenin izlerini silmek iddiasıyla değiştirdiği isimle birlikte adanın tarihi ve yeşil dokusu da değişmeye başlamış; inşaat şantiyesine dönen adada yapılaşma %65’e çıkarılmıştı. Projeye göre adadaki beş yıldızlı otel 125 odalı olacak; 30 kadar betonarme bungalov, 600 kişilik konferans salonu, cami, müze ve sergileme alanları, kafe ve restoranlar Şubat 2019’a kadar tamamlanacak.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Gümrük ve Turizm İşletmeleri (GTİ) tarafından yürütülen bu projenin maliyetinin 500 milyon lirayı bulacağı açıklanmıştı. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ve GTİ Yönetim Kurulu Başkanı Arif Parmaksız yaptıkları açıklamada “Şu anda inşaat nedeniyle beton yoğun bir görüntü var. Proje tamamlandığında en az 100 adet yetişmiş ağaç dikeceğiz. Aslında adada ağaçtan çok maki vardı. Dikilecek ağaç ve fidanlarla beton yoğun görüntü önemli ölçüde giderilecek.” diyorlar. Ama adanın eskiden yemyeşil, ağaçlarla dolu olduğunu herkes biliyor.

Bölgenin nadir kuş göçü rotalarında bulunan, tek balık yumurtlama ve mercan alanını barındıran Yassıada’nın betonla kaplanması; doğa katliamının ağaçlarla sınırlı kalmadığının da sinyallerini veriyor. Sebep olunan hava ve gürültü kirliliğinin yanında inşaattan denize atılan hafriyat, adanın etrafındaki mercan yaşamını yok ediyor. Adanın altı da üstü de, havası – suyu – toprağı da daha fazla kar uğruna talan ediliyor.

Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin “Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın! Bu beton makinesi böyle pat pat vurdukça Türkiye kalkınıyor. Bu beton pompaları hiç durmasın!” sözlerini hatırlayalım. Demokrasi ve Özgürlük Adası’nda beton makinesi pat pat, beton pompaları hiç durmuyor! Ada, yoğun yapılaşmayla bir turizm merkezi olma yolunda ilerliyor. Devletin, insanları asamadığı için işlevli kullanamadığı adayı satarak nasıl da kendince işlevli hale getirdiği, yükselen yapılarla ve açıklanan rakamlarla gözler önüne seriliyor. Geçmişten intikam almak kılıfıyla bugünü kurtarmaya çalışan iktidarın da “demokrasi ve özgürlük”ten ne anladığı ayyuka çıkıyor.

Şahin Efe

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.