Ezilenlerin yaşamlarının her bir parçası bir hikayenin konusu olarak karşımıza çıkabiliyor. Bazen eşi tarafından şiddet gören bir kadının, bazen düşünceleri nedeniyle tecavüz edilen bir muhalifin, bazen de patron tarafından sömürülen bir işçinin hikayesi bize yaşamın gerçeklerini bir kez daha hatırlatabiliyor. Bu hikayeleri hem anlatan hem de sahneye taşıyan yazarlardan biridir Dario Fo. Yaşadığı dönemin tüm gerçekliklerini oyunlarına konu etmiş, bu gerçekliklerin bizlere ulaşmasını sağlamıştır.
Dario Fo’nun en çok irdelediği ve trajikomik anlatımlarıyla eleştirdiği başlık “Kapitalizm”dir. Özellikle yaşadığı dönemin İtalya’sında yoğunluklu görülen işçi sömürüsü ve buna karşı oluşan işçi örgütlenmeleri ve grevleri onun oyunlarını oldukça etkilemiştir. Bu oyunlarından özellikle konusuyla dikkatimizi çeken bir oyunu vardır: Ödenmeyecek Ödemiyoruz. Bu oyun, zaten kendisi de kriz olan kapitalizmin kriz koşullarında özellikle toplumdaki ezilen kesim olan işçilerin yaşam mücadelesini anlatıyor bize.
Yıl 1974… Petrol krizlerinin yaşanmaya başladığı zamanlar; artan sömürü, artan yolsuzluk ve gelen zamlar… Zenginin zengin kalabilmesi için yoksulun daha da yoksullaştığı zamanlardayız. Hikayemiz böyle bir zamanda, bir süpermarkette başlıyor. Ezilen işçi bir ailenin parçası olan Antonia süpermarkete alışverişe gidiyor. Fakat markete gittiğinde raflardaki ürünlerinin fiyatlarının artık onun alamayacağı kadar pahalı olduğunu görüyor. Bu gerçekle yüzleşen sadece Antonia değil. Bir market dolusu insan, zamlı fiyatlar karşısında ne yapacağını bilemez vaziyetteler. Üç kuruşu zor kazanan bir toplamın bu fiyatlar karşısında ne yapacağını bilememesine şaşmamak gerek. Daha sonra kalabalığın içinden bir ses çıkıyor: “Yetti Artık”! Bu sefer fiyatları biz belirleyeceğiz. Halkın zamlı fiyatları değil, eski etiket fiyatları üzerinden ödemeyi yapacağını bildiriyor. O sırada olaya dahil olan mağaza müdürü ise bunun olamayacağını büyük bir heyecanla ve korkuyla anlatmaya çalışıyor. Fakat yoğun baskı sonucu bir grup insan eski fiyatlar üzerinden ürünleri almaya başlıyorlar. Tam bu sırada marketin yakınında bulunan fabrikanın işçileri geliyor. “Polis gelecek” korkusuyla telaş içerisinde olan insanları gören işçiler birden bağırmaya başlıyorlar. İşte esas hikayemiz tam da burada başlıyor.
“Sakin olun! Bu ne polis korkusu yahu! Aldığınız malların fiyatlarını belirleme hakkını kullanıyorsunuz, doğru olanı yapıyorsunuz! Bu tıpkı bizim grev hakkımız gibi, hatta daha da iyisi, çünkü grevlerin sonunda fatura hep işçiye çıkar, oysa bu eylemde patron da bir fatura ödeyecek! Öyleyse: Ödenmeyecek Ödemiyoruz! Çünkü bu, yıllardır buradan yaptığımız alışverişlerde bizden çaldıklarının karşılığıdır!” İşte bu konuşmadan sonra herkes çığlıklarla bağırdı. Antonia da eşine nasıl anlatacağını bilemeden ve sorgulamadan katıldı bu çığlıklara: “Her şey bedava, Ödemiyoruz”!
Her şeyin bedava olması demek, patronun olmaması, kapitalizmin yok olması demek. Ekmeğe, peynire para verilmemesi demek, devrim demek. İşte bu, kapitalizmin ve onun ortağı devlet için oldukça tehlikeli ve korkutucudur.
Dario Fo’nun oyunu trajikomik anlatımıyla devam eder… Polis ev baskınları yapıyor. Her yerde alarma geçiliyor. (Ç)alınan ürünler her yerde aranıyor. Ayaklanma bastırılmak isteniyor. Halk ürünleri saklamak için her şeyi yaparken diğer tarafsa ürünleri bulmak için her şeyi yapıyor. Sokaklar kalabalık, her yerde çığlıklar, silah sesleri… Elindekini vermek istemeyenler direniyor. Bir çocuk pencerede vuruluyor ve yere düşüyor. Bir kadın elinde av tüfeği direniyor ve hikaye bize son sözünü söylüyor:
“Biz emekçiler biraz alt tabakayız, öylesine alt ki, kıçımız yere yapışıktır. Altında ot biter hareketsizlikten. Ama hatırlatırız, yavaş yavaş önce dizlerimiz üstünde durup, sonra da ayaklarımız üstüne kalkabiliriz. Ey yukarıdakiler! Ve sizi uyarırız: Ayaklarımız üstüne kalkınca da sonuç almasını biliriz! Ama “adaletli” bir sonuç…”
Dario Fo’nun hikayesi böyle bitiyor. Ama anlatılanlar gerçekte yaşanmaya devam ediyor. Kriz sürerken, yaşamlarımız da giderek zorlaşmaya devam ediyor. Kısacası, herkesin var böyle bir hikayesi, peki ya neticesi?
Didem Deniz Erbak
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.