ABD’den Bin Salman’a: “Kaşıkçı Nedeniyle Kral Olman Tehlikede”

Suudi Arabistan’lı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim’den bu yana kaybolmasıyla ilgili spekülasyonlar devam ederken  ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Kaşıkçı olayının “olağan şüphelisi”  Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı dün Riyad’da ziyaret etmişti. Bin Selman ile verdiği samimi pozlar nedeniyle eleştirilen Pompeo’nun, kapalı kapılar ardında Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı tahta çıkmasının Kaşıkçı krizini nasıl yöneteceğine bağlı olduğuna dair uyardığı belirtildi. Suudilerin kendi soruşturmalarını çok çabuk tamamlamaları gerektiğini de belirten ABD Dışişleri Bakanı, zamanın dar olduğunu ve Suudilerin bu işe karışmış kişilerle hızla ve acımasızca ilgilenmeleri gerektiğini de ifade ederken, bu iddialar Kaşıkçı olayının münferit bazı kişilere indirgenme olasılığını akla getirdi. Nitekim bu paralelde bir açıklamayı geçtiğimiz günlerde Trump yapmış ve Kaşıkçı’nın konsolosluğa giren “haydut katiller” tarafından öldürülmüş olabileceğini söylemişti.

ABD merkezli CNN televizyonu da geçtiğimiz günlerde, iki kaynağa dayandırdığı haberinde Suudi yetkililerin, Cemal Kaşıkçı’nın sorgu sırasında kullanılan “yanlış yöntemler” nedeniyle öldüğünü kabul etmeye hazırlandıklarını ileri sürmüştü.

Öte yandan Kaşıkçı olayını içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal açmazları kısmen de olsa çözmek için kullanmaya hazırlanan Türkiye’ye yönelik ise ABD ve İngiltere  medyasında yayınlanan iki makale dikkat çekti. Bunlardan CNN International televizyonunun internet sitesi,  Cemal Kaşıkçı’yla ilgili olarak Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD’yi eleştirirken,  Türkiye’nin, Suudi Veliaht Prensi ve yakın çevresine işaret eden kanıtları medyaya yavaş, maksatlı ve kesinlikle kasıtlı olarak sızdırma biçimi Kaşıkçı’nın yas tutan akrabaları bir yana, adalet kavramına da saygısızlık” yorumunu yaptı. CNN İnternational aynı yorumunda Türkiye’nin elindeki bilgileri Riyad üzerindeki baskıyı sürdürmek ve Beyaz Saray’dan açıklama talep etmek için kullandığını belirtirken, ses kaydı iddialarına ilişkin olarak da “Cinayetin ses kaydının gerçekten olup olmadığını bilmiyoruz zira onu duymadık. Ve bunun nasıl elde edildiğini de bilmiyoruz. Türk yetkililerin bilmemizi istediği seçilmiş şeyleri biliyoruz. Peki o zaman, bilmemizi istemedikleri şeyleri nasıl öğrenebiliriz? Erdoğan’ın bir planı var ve yargı süreci olmaksızın çok iyi işliyor.” ifadelerini kullandı.

İngiltere’nin Times gazetesinde  Richard Spencer imzalı analizde ise, “…Erdoğan’ın elindeki tüm kartları ya da onları nasıl kullanmak istediğini hala bilmiyoruz. Stratejisinin iki muhtemel avantajı var; Birincisi, Suudi Arabistan’ı içine düştüğü sefil durumdan çıkarmak için bu ülkeyle bir anlaşma yapabilir. Türkiye soruşturmanın tüm detaylarını gizli tutarak ve sadece Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın olayla ilgisi olmadığını gösterecek düzeyde kanıtı paylaşarak karşılığında Riyad’dan taviz vermesini talep edebilir. Bu belki, Ankara’nın müttefiki Katar ile Suudi Arabistan arasındaki soruna yönelik bir talep olur. Sadece yatırım talebi de olabilir. Ayrıca Erdoğan, kendisini Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı, Türkiye’yi de Sünni dünyanın doğal lideri olarak görüyor. Son yüzyılda bu rol, kendisini ‘iki kutsal kent Mekke ve Medine’nin koruyucusu’ olarak nitelendiren Suudi Arabistan Kralı’nındı. Şimdi ise bu ahlaki otorite lekelenmişe benziyor. Sayın Erdoğan da bunun üzerine gidiyor. Yine de Müslümanların çoğu, ülkelerinin, krizlerin siyasi kazanç için istismar edilmediği modern bir dünyanın parçası olmasını istiyor.” ifadelerine yer verildi.

Diğer taraftan Cemal Kaşıkçı’nın kaybolmadan önce yazılar yazdığı Washington Post gazetesi, Kaşıkçı’ya ait olduğunu belirttiği ve kaleme aldığı son yazı olan ‘Arap dünyasının en çok ihtiyaç duyduğu şey ifade özgürlüğü’ içerikli makaleyi yayınladı. Gazeteden yapılan açıklamada, köşe yazısının Kaşıkçı’nın kaybolmasından önce yazıldığı, 3 Ekim’de onun tercümanı ve yardımcısı tarafından Washington Post’a gönderildiği belirtiliyor. Yazıda Arap ülkelerindeki monarşik- baskıcı yönetimler işaret edilerek medya özgürlüğüne vurgu yapılıyor ve bu baskı ortamı Soğuk Savaş yıllarında kullanılan “Demir Perde” metaforuyla benzeştiriliyor. Suudi yönetimiyle yaklaşık bir yıl önce bazı görüş ayrılıklarına düşmeden önce oldukça yakın ilişkiler içinde bulunan Kaşıkçı’nın “medya özgürlüğü” ifadeleri şu şekilde:

“Arap dünyası bugün kendi Demir Perde’siyle yüzleşiyor. Perdeyi çekenler ise dış aktörler değil, güç mücadelesi içindeki iç güçler. Arapların, Soğuk Savaş’ın Radio Free Europe’una (Özgür Avrupa Radyosu) benzer bir şeye ihtiyacı var.”