Ankara’da bugün gerek iç, gerekse dış gündemde yer alan güncel gelişmelerle ilgili yoğun bir hareketlilik yaşanıyor.
ABD merkezi haberalma teşkilatı CIA’in başkanı Gina Haspel’in İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’yla ilgili soruşturmakapsamında bugün Ankara’ya gelmesi, günün hareketli geçeceğinin habercisi olmuştu. Suudi Arabistan’da mevcut yönetimle mesafeli ilişkiler içinde olduğu bilinen Kaşıkçı, Suudi Arabistan istihbarat servisinin eski şefi Faysal el Türki’nin basın danışmanlığını yapmıştı. İstihbarat servisleriyle ilişkisi Afganistan’daki SSCB işgaline karşı savaşan mücahitler dönemine kadar dayanan ve o dönemde cihatçı terör çetesi El Kaide lideri Usame bin Ladin ile yakınlığı bilinen Cemal Kaşıkçı’nın, Afganistan’da mücahitleri destekleyen CIA ile bu süreçte ilişkilenmiş olabileceği düşünülüyor. Aynı şekilde CIA’in, o dönemlerde dünyanın en önemli silah tüccarı ve aynı zamanda Cemal Kaşıkçı’nın amcası olan Adnan Kaşıkçı üzerinden Afaganistan’daki “mücahit” adı verilen cihatçı terör çetelerini desteklediği biliniyor. Cemal Kaşıkçı da, 1987-95 yılları arasında amcasının, bölgede “güvenilir bir partner” arayan CIA ile tanıştırdığı El Kaide eski lideri Usame bin Ladin ile Afganistan ve Sudan’da söyleşiler gerçekleştirdi.
Salı gününün, Kaşıkçı cinayeti bağlamındaki dış gündem hareketliliğie dair ise,TC Cumhurbaşkanı Erdoğan da konu ile ilgili, partisinin grup toplantısında Kaşıkçı cinayetine dair detay bilgiler ve belgeler paylaşacağını açıklayıp, bugünü işaret eden bir “teaser” vererek, iktidarın belirlediği gündeme angaje muhalefeti beklenti içine sokmuştu. Ancak Erdoğan konuşmasında kamuoyunda şimdiye dek bilinenlerin dışında bir bilgi paylaşmadı. Erdoğan, cinayetin kesinleşmesinden önce Türkiye’yi apar topar terk eden Suudi başkonsolosun gitmesine neden göz yumulduğına dair ise “diplomatik dokunulmazlık” gerekçesini öne sürdü. Ancak, cinayetin de dahil olduğu ağır cezayı gerektiten suçlarda, dış misyon görevlilerinin 20 Eylül 1975’te kabul edilen Viyana Sözleşmesi’nin ilgili maddesi uyarınca diplomatik dokunulmazlıklarının askıya alınabileceği biliniyor.
Ankara’da partilerin grup toplantılarının yapıldığı Salı gününe iç gündem bağlamında ise, iktidar bloğunu oluşturan partilerin bir süredir “af” ve “andımız” şeklinde açığan çıkan gerilimleri damgasını vurdu. İlk olarak “Cumhur İttifakı” olarak adlandırılan milliyetçi-muhafazakar koalisyonun “küçük ortağı” MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, hiçbir ittifakın bir tarafın reddedilmesi ve yok sayılmasıyla ayakta kalamayacağını belirterek, sürecin kronikleştiğini söyledi. Bahçeli, 31 Mart seçimlerine kendi adayları ve amblemleri ile gireceklerini söyleyerek zoraki görüşmelerle bir yere varılamayacağının altını çizdi.
Partisinin grup toplantısında söz alan Erdoğan ise, Bahçeli’nin ittifaktan hiç bir beklentimiz kalmadı açıklamasına cevaben “Gördük ki MHP kendisi için çok farklı bir tercih yaptı, saygı duyarız. Milletimizin emaneti olan Cumhur İttifakı’nı gündelik siyasi tartışmaların üzerinde tutmak istedik.” şeklinde konuşarak ititfakı kendilerinin bitirmedini ima etti. Erdoğan, “andımız” üzerinden Bahçeli ile AKP’li Bekir Bozdağ arasında yaşanan Türklük-Kürtlük polemiğine atfen de “Ben ayrımcı değilim diyeceksin, yıllarca bakanlık yapmış arkadaşımıza bir taraftan hakaret bir taraftan tehdit savuracaksın. Benim bakanımın arkasında bizler varız. Doğrusu bakanımıza yönelik bu tehdidi ve hakareti gerçekten bir genel başkana yakıştıramadım. Bu çok üzücüydü. Buna yol arkadaşımı feda edemem. Benim arkadaşımın yakından uzaktan ırkçılıkla alakası yok. Kökeni Kürt olabilir…” açıklamasında bulundu.
Ancak bu açıklamayla, ırkçı ve ayrımcı ifadelerle dolu andın kaldırılması “ırkçılık” karşıtılığı olarak lanse edilirken, 7 Haziran 2015 sonrası, Kürtçe tabelaların yasaklanmsı da dahil birçok ırkçı-ayrımcı pratiğin, şimdi ırkçı olduğu hatırlanan “Cumhur İttifakı” ortağı ile birlikte hayata geçirildiği akıllara geldi. Bu bağlamda “Andımızın” kaldırılmasının da iktidar sahiplerinin, o gün de, bugün de lanse ettiği gibi “ırkçılık” karşıtı bir politika değil, günün koşullarına göre geliştirilmiş bir strateji olduğu gerçeği hatırlandı.