Kamuoyunun gündemine ‘plastik poşetler yasaklanıyor’ reklamıyla sokulan ancak özünde su varlıklarını enerji projelerine mekan yapan, kentsel dönüşümde halka yeni külfetler getiren, kent ve doğanın rant projeleriyle dönüşümü için kuralsız, denetimden muaf strateji hazırlayan Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına dair Kanun Teklifi TBMM’den geçti.
AKP tarafından itirazlara kapatılan ve jet hızıyla geçirilen ve ‘çevrecilik’ sosuyla tanıtılan kanun yaşam alanlarına yeni zararlar verecek.
Çevre Kanunu, İmar Kanunu ve Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine ilişkin Kanun’larla ilgili değişiklikleri madde madde irdeleyelim.
Torba yasanın;
1. Maddesi ile; 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 3. Madde (h) bendine “geri kazanım katılım payı, plastik poşet ve plastik ambalaj kullanımının azaltılması, depozito uygulaması, kirliliğin önlenmesine yönelik teminat alınması” ilave ediliyor. Geri kazanım katılım payı ile ilgili olarak metal, cam, kağıt ve plastik olmak üzere tüm ambalaj malzemeleri ve kullanılan eşyalarına katılım payı bedeli getiriliyor.
Plastik poşet ve ambalajların kullanımının, hem doğaya, hem canlı yaşamına zararları bilinmesine rağmen, maddelerin kullanımı yasaklamıyor, poşet kullanımı ücretlendiriyor. AKP iktidarı, yasaklamak yerine kullanımından çevreyi koruma ekonomisi yaratarak sermayenin buradan nemalanmasını sağlayacak.
Ayrıca belediyelerce her ay su faturaları ile tahsil edilen Çevre Temizlik Vergileri ile atıklar ilişkilendirilmemiş olacak ve halk hem vergi ödeyecek, hem de geri kazanım katkı payı ödeyecek.
5. Maddesi ile; plastik poşetleri müşterilerine ücretsiz veren satış noktalarına, depo alanları hariç, satış alanının her bir m2’si için 10 TL ceza uygulanacak.
8. Maddesi ile; Çevre Kanunu’na getirilen Ek Madde 13’de plastik poşetlerin tüketiciye 25 krş ücretle verilmesi zorunlu tutulacak.
Rant merkezileştiriliyor, talanın önündeki ‘engeller’ kaldırılıyor
10. Maddesi ile; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5. Maddesi’nde yer alan Nazım İmar planı ve Çevre Düzeni Planları değiştiriliyor ve Mekansal Strateji Planı tanımlanıyor: “Mekânsal Strateji Planı; ekonomik, sosyal politikalar ve çevre politikaları ile stratejilerini mekânla ilişkilendirerek fiziki gelişmeyi ve sektörel kararları yönlendiren, ülke bütününde ve gerekli görülen bölgelerde hazırlanan, raporu ile bütün olan plandır.”
11. Maddesi ile; 3194 sayılı Kanunun 6’ncı maddesi başlığı ile birlikte şöyle değiştiriliyor: “Mekânsal planlama kademeleri: Madde 6- Mekânsal planlar, kapsadıkları alan ve amaçları açısından Mekânsal Strateji Planlarına uygun olarak; “Çevre Düzeni Planları” ve “İmar Planları” kademelerinden oluşur. İmar planları ise nazım imar planı ve uygulama imar planı olarak hazırlanır. Her plan bir üst kademedeki plana uygun olarak hazırlanır. Mekânsal strateji planlarında; kalkınma planı ile varsa bölge planları, bölgesel gelişme stratejileri ve diğer strateji belgelerinde ortaya konulan hedefler dikkate alınır. Büyükşehirlerde 1/25.000 ölçekli nazım imar planının yapılmış olması, gerekli görülen bölgelerde 1/5.000 ölçekli nazım imar planlarının yapılmasına engel teşkil etmez.”
10 ve 11. Madde ile ‘Mekansal Strateji Planları’ imar ve çevre düzeni planlarının üst planı olarak tanımlanıyor. Kalkınma ve bölge planları ile strateji belgelerini dikkate alarak hazırlanacak olması ve hazırlanmış nazım imar planında olmayan hususların gerektiğinde dikkate alınmayacağını ifade ediliyor. Kent ve doğaya merkezi dönüşüm planı oluşturulacak, ülkenin her bir cm2’si ‘Mekansal Strateji Planı’ denilerek iktidarın proje alanı olabilecek.
“Diğer strateji belgeleri”, örneğin Enerji Bakanlığı’nın her yerde kömür madenleri açmayı ve kömürlü termik santral yapmayı öngören strateji belgesinin mekansal planlara işlenmesi ve yerel idarelerin, halkın itirazlarının bertaraf edilmesi sağlayacak. Kentlerde mega ölçekli yağma, strateji planı olarak meşrulaştırılacak.
13. Maddesi ile; Kamu kurum ve kuruluşlarının inşaatlarının denetimi ve kontrollük hizmetleri danışman firmalara, özel sektöre devrediliyor. Mevcut yasalara aykırı olan bu düzenleme ile özel firmalara ihale ile verilen inşaat işlerinin denetimi yine özel sektöre yaptırılıyor, kamu denetimi yok edilerek yolsuzluğun tespiti zorlaştırılıyor, önü açılıyor. 99 Marmara depremi sonrasında çıkarılan Yapı Denetim Yasası’nın yapılarda denetim görevini yerel idarelerden almasının ardından şimdi kamu yapılarında da benzer bir dönüşüm hedefleniyor. Bugün ülkenin dört bir yanında meydana gelen yapılardaki göçükler, teknik açıdan uygunsuz yapı imalat süreçleri, mevzuata aykırı uygulamalar, iş cinayetleri yaygınlaştırılacak.
Su varlıklarında enerji projelerinin önü açılıyor
18. Maddesi ile; Kıyı kanununda, “kıyıda yapılacak yapılar” tanımı “kıyıda ve su alanlarında” şeklinde genişletiliyor. “Su alanlarında (deniz, tabii ve suni göller) imar planı kararı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca yenilenebilir enerji kaynak alanı olarak ilan edilen alanlarda yenilenebilir enerji üretim santralleri yapılabilir.” cümlesi ilave edilerek su alanları enerji santrallerine açılıyor.
Bu madde ile kıyılarda ve su alanlarında yapılacak enerji santrallerinin tanımlanmamış olması hangi amaçla çıkarıldığını ortaya koyuyor.. Örneğin, denizlerde ve kıyılarda dalganın kinetik enerjisi ile de elektrik üretilebiliyor. Dalgadan enerji üretmek için seçilen yerler balık üreme alanları da olabilecek midir? Ya da balık sürülerinin geçtiği bölgeler de enerji üretilecek midir? Kıyı ve su alanlar hiçbir kriter konmadan enerji sermayesine emanet ediliyor. Ülke ihtiyacını fazlasıyla karşılayan kurulu gücü kamulaştırmak ve ihtiyacı olmayan elektrik için doğayı zarara uğratan projelere engel olmak yerine, enerji sermayesinin karlılığını arttırmak için ‘yenilenebilir enerji’ projelerinin temiz ve zararsız olduğu algısı yaratılıyor. Bu santrallerin yarattığı doğa yıkımı yok sayılıyor.
Kentsel dönüşümde sürgün yetmedi, maddi yükümlülükler gelecek
22. Maddesi ile; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 5. Maddesine “Bakanlık veya İdare tarafından yapılan veya yaptırılan riskli yapı tespit, tahliye ve yıktırma masrafları, hisseleri oranında maliklerden 6183 sayılı Kanuna göre tahsil edilir.” cümlesi ilave ediliyor. 2012 yılında çıkarılan, yapıların güvenli hale getirilmesi ve halkın deprem güvenliğini sağlamak yerine kentlerde rantı yüksek alanlarda inşaat sermayesinin mega inşaatlarına gerekçe olarak çıkarılan 6306 sayılı yıkım yasası ile yaşadığı bölgeden sürgün edilen vatandaşlara, şimdi de mevcut yapısının yok edilmesi sürecinin maliyeti yükleniyor. Halk hem sürgün edilecek, hem de mevcut barınma alanının yok edilişi sürecindeki tüm masraflar kendisine yüklenecek.
23. Maddesi ile; 6306 sayılı Kanunun 6 fıkrasına aşağıdaki bentler eklendi:
“e) Hazine mülkiyetinde olup bu Kanun kapsamında Bakanlığa tahsis edilen taşınmazları; Kanun kapsamında Bakanlıkça kamulaştırılan taşınmazları ve yürütülen uygulamalar neticesinde Bakanlık payına düşen taşınmazları, dönüşüm projeleri özel hesabına gelir elde etmek amacıyla kiralamaya ve satmaya,
f) Bu Kanun kapsamında kullanılmak üzere hazır konut ve işyeri satın almaya ve bunları devretmeye,
g) Rezerv yapı alanlarında gelir ve hasılat getirecek her türlü uygulama yapmaya,
ğ) Parselasyon planlarında, gerekli görülmesi hâlinde varsa ilk uygulamadaki düzenleme ortaklık payı oranını tamamlamak üzere düzenleme ortaklık payı kesintisi yapmaya,” “(ç) bendinde belirtilen uygulamalar, Bakanlığın bağlı, ilgili ve ilişkili kurum, kuruluş ve bunların iştirakleriyle ve 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi idareler ile iş birliği içinde veya gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri ile özel hukuka tabi anlaşmalar çerçevesinde de yapılabilir.”
Değişiklikle birlikte Hazine mülkiyetindeki taşınmazları riskli ya da rezerv alan ilan eden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, elde edilecek geliri Hazine’ye değil dönüşüm projeleri hesabına aktaracak. Bakanlığa, hazır konut ve işyeri satın alma yetkisi ve şirketlerin yaptığı projedeki daireleri alıp başkasına satma yetkisi de verilecek. Satışlar, ihale kanunundan da muaf tutuluyor. Krizle birlikte elde kalan inşaat projelerinin ve çoğunluğu yandaş olan inşaat patronlarının kurtarılması amaçlanıyor.
Rezerv yapı alanlarında ‘her türlü gelir etme’ kavramı muğlak bırakılırken maddenin hedefi ise Kanal İstanbul. Kanal İstanbul için rezerv alandaki uygulamalar, ihale kanunundan da muaf olara kural, kaide olmaksızın ilerletilecek.
Tıkanan dönüşüm projelerinin yükü 23. Madde ile kamuya yüklenecek, Kanal İstanbul gibi mega projelere sınırsız yağma imkanı sağlanacak.
24. Maddesi ile; 6306 sayılı kanunun 7 maddesi 10. Fıkrasında “Riskli alanlarda, rezerv yapı alanlarında ve riskli yapıların bulunduğu parsellerde, gerçek kişilerce ve özel hukuk tüzel kişilerince uygulamada bulunulması hâlinde, yapıların mevcut alanları için daha önce belediyelerce alınan harç ve ücretlere ilave olarak, sadece kullanım maksadı değişiklikleri ile yapı alanındaki artışlar için hesaplanan harç ve ücret farkları alınır” ibaresi, (10) “Riskli alanlarda, rezerv yapı alanlarında ve riskli yapıların bulunduğu parsellerde, gerçek kişilerce ve özel hukuk tüzel kişilerince uygulamada bulunulması halinde, fonksiyon değişikliğine bakılmaksızın, mevcut inşaat alanının bir buçuk katına kadar olan yeni inşaat alanı için belediyelerce harç ve ücret alınmaz.” Şeklinde değiştirilmektedir.
Bu değişiklik, afet riski bahanesi ile imar rantı yaratılması teşvik ediyor, ödüllendiriyor. İnşaat alanı bir buçuk katına kadar yükselmesi halinde bile harç ve ücret ödenmemesi sağlanıyor.
Kaynak: politeknik.org.tr