6 ay önce polisin “sosyal medya paylaşımları ile terörü ve terör örgütünü övmek” suçlamasıyla evini basarak 20 yıllık arşivine el koyması ve o tarihten bu yana geri vermemesi üzerine İzmir Bayraklı Adliyesi önünde eylem yapan ve arşivini geri alıncaya kadar eylemini her salı sürdüreceğini açıklayan Seyri Sokak Video ve Belgesel Kolektifi‘nden Oktay İnce ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Meydan Gazetesi: Merhaba, 16 Ekim 2018 tarihinde evinin basılmasıyla başlayan süreci kısaca özetler misin?
Oktay İnce: Kapıyı çaldılar, sabah 10 gibiydi. Ankara’da ya da İstanbul’da olsaydı bu gözaltılarla insanlara korku verilmek istendiği için gece yarısı 04:00’te gelirlerdi. Ama burası Kemalpaşa. Biri kadın 4 polis “elimizde mahkeme kararı var, arama yapmak için geldik” dediler. Kararı görmek istedim. Marmaris Sulh Hakimliği’nden çıkarılmış olan kararda “evdeki her türlü dijital malzemenin alınması” yazıyordu. Arama yaptılar, tutanak tutup malzemelere el koydular. Gözaltı işlemi yapılmadı.
Polis görsel arşivini geri vermeme nedenini nasıl açıkladı?
Yasal olarak kopyasını alıp aslını bırakmak zorundasınız dediysem de sanırım bu darbecilerle ilgili olarak getirilen bir düzenlemeyle tüm dijital malzemenin asıllarının alındığını söylediler. Kopyalama, il merkezinde yapılacakmış. Kopyalayacağız ve vereceğiz diyorlar ama kopyalamanın süresi belirsiz.
Görüntülerini geri almak için nasıl bir süreç işlettin?
Arama sırasında aslında kavga çıkarmak gerekiyor. Yani vermemek için direnmek gerekiyor. Avukatları çağırmak gerekiyor. Ne kadarını ellerinden alabilirsek, kurtarabilirsek o kadar iyi. Öncesinde saklamadıysan arama sürecinde tantana çıkarman gerekiyor. Bunu alamazsınız diyerek. Ama beni aradıklarında çocukla yalnız olduğum için böyle davranma şansım olmadı.
Sonrasında bu arama kararını çıkaran savcıya gittim. Belgeselci olduğumu söyledim. 20 yıldır çektiğim görüntüler, yaptığım filmler ve yazdığım yazılar bunun içinde dedim. Savcı da İzmir Siber Suçlar Dairesi’ne kopyalamanın bir an önce yapılarak orjinallerin geri iade edilmesini içeren bir yazı yazdı. Daha sonra ise bu “suç”un internet üzerinden işlenmesini ve belli bir adresinin olmamasını gerekçe göstererek yetkisizlik kararı verdi. Dosya bu kez de Ankara’ya gitti.
İzmir Siber Suçlar’a gidip harddiskleri kopyalayıp geri vermelerini istedim ama onlar da darbecilerle uğraştıklarını söyleyip işlerinin yoğunluğunu gerekçe gösterdiler. Böylece hukuki süreç bitmiş oldu benim için. Süreç tüketilince ben de sokakta açıklama yapmaya karar verdim. Kamusal bir baskıyla bu işin çabuklaştırılarak yapılmasını sağlamak için.
Aradan aylar geçip arşivin sana teslim edilmeyince adliye önünde eylem yaptın. Bu eyleme nasıl karar verdin?
Ben hukuki sürecin tükenmesini bekledim. Araya seçim girdi, seçim sürecinin bitmesinin ardından ilk eylemi İzmir Adliyesi önünde yaptım. Sonrakilerde yeri değişebilir. Eylem yeri olarak konu ile ilgili temsili binalar, onların adalet dağıttıklarını iddia ettikleri saraylar olabilir. Bu adaletsizliğin, bu el koymanın teşhirine yönelik, onun görünürlüğünü sağlamak için eylemin biçimleri de değişebilir.
Sokakta yapacağım eylemleri polis kameraları da kaydettiği için aslında onlara doğrudan bir mesaj da vermiş olacağım. Ayrıca basında da yer bulabilirse oluşacak kamusal baskının sonucunda görüntülerimi geri alabileceğimi düşündüğümden bu eylem sürecine başladım.
İlk eyleminde ne tür tepkiler aldın, polislerden herhangi bir açıklama ya da engelleme geldi mi?
Eylem yerine geldiğimde siviller oradaydı, foto-film merkezi oradaydı. “Nerede olacak, nasıl olacak?”gibi sorular sordular ve eğer oturma eylemi yaparsam bunun 2911’e aykırı bir “suç” olduğu uyarısında bulundular. Ben bu konuda hukukçuların görüşüne itibar ederim dedim ve adliye binasının ve tabelasının görünebileceği bir noktada ısrarcı oldum, eylemime başladım.
Genel olarak seyrettiler, görüntü aldılar, açıklamamı yaptım ve açtığım pankartı 1 saat boyunca tuttum. Birinci raund bu şekilde tamamlandı.
Sana yöneltilen suçlama ile alınan görüntülerin arasında ne gibi bir ilgi kurulmuş?
Seyri Sokak hesabından, Dersim’de vurulan 2 TİKKO militanı hakkında birisi retweet, birisi tweet 2 paylaşım yapılmış. Bu insanlar halk savaşçısı olarak nitelenmiş, terörist denmediği için terör propagandası sayıyorlar bu tweetleri.
Bu tweetlerin kim tarafından atıldığını bulmak için mobil telefonumu ya da IP adresimi araştırabilirler. Ama harddisklerden ya da görüntülerin içerisinden buna ilişkin bir şey çıkarmaları mümkün değil. Ama yapmak istedikleri Seyri Sokak’ı bir tür illegal yapıymış gibi göstermek.
Bunun dışında da arşivimdeki birçok eylem ve direniş görüntülerinden, o eylemlere katılanlara yönelik suçlama getirebilirler. Ama bundan daha çoğu polisin kendi arşivinde zaten var.
Özgür haber alma hakkının engellenmesi bağlamında değerlendirdiğinde polisin tutumunu hakkında ne düşünüyorsun?
Basın kartın yoksa burada niye görüntü çekiyorsun diye zorluyorlar. Herkesin haber yapmasını ya da hukuki kanıt oluşturmasını bu şekilde engelliyorlar. Zaten son çıkan düzenlemeyle bu kart Cumhurbaşkanlığı onayına girmiş durumda. Yani bu, Saray’ı eleştirenlerin basın kartını onaylamamak anlamına geliyor.
Sen sarı kart taşısan da görüntü kaydetmeni fiili olarak engelliyorlar. Kimisinin çektiği görüntülerini sildiriyorlar, kimisini 1 saat gözaltında tutup bırakıyorlar. Zaten bu bir saatlik sürede eylem bitmiş oluyor.
Görüntü kaydeden diğer bağımsız videocuların benzer bir tehditle karşılaşmaması için neler yapılmalı?
Polisler arşivimi aldıktan sonra bazı arkadaşlarımdan “Niye iyi saklamadın, niye kopyalamadın?” diyenler oldu. Belgeselciler arşivlerini farklı evlerde saklayabilirler, internet ortamında da saklayabilirler ama ben bunların açıktan savunulması gerektiğini düşünüyorum. Ben nerede, nasıl saklayacağım kaygısına düşmeden filmlerimi üretmek istiyorum.
Basit nedenlerle el koyamazsınız, depolarınıza atamazsınız, yıllarca oralarda tutup çürütemezsiniz! Ben bunu açıktan savunmak gerektiğini, bunun bir hak olduğunu düşünüyorum. Bunu anlatalım ki görüntülerimizi hem çekerken hem film hazırlarken hem de gösterirken içimiz rahat olsun. Bunu oluşturacağımız kamuoyuyla anlatalım ki bu mücadele devlete pahalıya mal olsun.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.