FÜTÜRİZM – Şeyma Çopur

 

Bir Yarış Arabası mı Daha Güzel Yoksa Bir Yunan Heykeli mi?

“Dünyanın güzelliğinin, yeni bir güzellikle daha da zenginleştiğini açıklıyoruz: Bu güzellik, hızın güzelliğidir.” diyordu Marinetti ve bir yarış arabasının bir Yunan heykelinden daha güzel olduğunu aynı cümlenin devamında ilan ediyordu.

Marinetti, 1909 yılında Fütürizm Manifestosu olarak yayınladığı bildirgede “İdeal ekseni, kendi yörüngesinde hızla ilerleyen dünyayı dolaşan dümeni elinde bulunduran insanı yüceltmek istiyoruz.” diyerek amacını ortaya koymaktaydı. 20. yüzyılın henüz başlarındayken, hızın kontrolünü elinde bulunduran ve diğer yandan o hıza ayak uyduran insanı sanata konu haline getirmişti. Bu, Marinetti’nin ve dolayısıyla fütürizmin, kendinden önceki akımları sanatın tüm alanlarında yok saymasını beraberinde getirmişti.

Müzeleri ve Kütüphaneleri Yerle Bir Etmek

Fütürizmin ilk örneklerinden itibaren görebileceğimiz bu yok sayma, fütürist eserlerde eski olana karşı yeninin savunulmasıyla açığa çıkmaktaydı. Durağanlığa karşı hareket, ilerleme ve hız; portre ve manzaralara karşı makineler ve teknoloji. Fütüristlerin, eskiyi sürdüren yapılar oldukları için müzeleri ve kütüphaneleri yıkma isteği de burayı işaret ediyordu.

Boccioni’nin “Kent Yükseliyor” isimli tablosu fütürizme dair ortaya çıkan ilk eserlerden biriydi. İsminden de anlaşılacağı üzere eser, kentin insan yaşamıyla kesiştiği hızlı yaşama, ilerlemeye, makineleşmeye ve endüstriyel üretime bir övgüydü.

Giacoma Balla’nın ise 1912 yılında yaptığı “Tasmalı Köpeğin Dinamizmi”inde anlaşılmaya yeterince açık olmayan bu övgü, yayınladığı Fütürist Resmin Teknik Manifestosu’nda ve Balla’nın diğer eserlerinde açıklığa kavuşuyordu.

Savaş Güzeldir, Çünkü Çiçekler Açan Bir Çayırı Mitralyözlerin Ateşten Orkideleriyle Zenginleştirir…

1. Dünya Savaşı’na kadar etkisi süren fütürizm, bulunduğu coğrafyalarda, özellikle İtalya’da, yalnızca hız ile özdeşleşmekle kalmamış; sonuna kadar savunduğu teknolojinin, savaş dönemlerinde ürettiği silahları da saldırganlığa övgüsüyle savunmuştu. Bu yüzdendir ki savaş, ırkçılık ve faşizmle de doğrudan ilgisi bulunmaktaydı. Paul Virilio’ya göre ise bu itki teknoloji ve faşizmin kaçınılmaz bağdaşıklığından kaynaklanmaktaydı. Diğer bir deyişle teknoloji hakkında iyimser olanlar faşizmle de yakından ilgiliydi. Oysa gerçek sanatçının teknolojiyle ilişkisi Virilio’ya göre onu deforme etmek üzerinden olmalıydı.

Fütürist Manifesto’da faşizm pek çok farklı şekilde dile getirilmekte ve faşizmin karşısında bulunan tüm hareketlerin yok edilmesi gerekliliği vurgulanmaktaydı: “Savaşı yücelteceğiz (dünyanın tek hijyen yöntemi); militarizm, vatanseverlik, özgürlüğün yıkıcı tavrı ve kadınlar uğruna ölmeye değer ölümcül güzel fikirler taşıyacağız.” ve manifestoyu yazan Marinetti ekliyordu: “Savaş, gün ışığını gören en güzel fütürist şiirdir.” 1. Dünya Savaşı’nın ardından kübizme teknik olarak bıraktığı bu savaş övgüsü fütürizmin son dönemlerine dek etkisini sürdüren bir odak noktası oldu.

Makineleşen İnsan, İnsanlaşan Makine… Hız ve Durağanlık

Paul Virilio 1990 yılında yayımlamış olduğu “Kutupsal Durağanlık” kitabında teknoloji, enerji ve hızın bir tür durağanlığa sebep olduğunu söylüyordu. 20. yüzyılın teknolojik kazaların yüzyılı olduğunu söylerken de anlaşılacağı gibi her yeni teknolojik gelişmenin beraberinde olumsuzluklar getirdiğini ve genel anlamıyla bir olumsuzluğun da hızın sebep olduğu durağanlık olduğunu kastediyordu. “Örneğin uçakta oturup ekranları izleyen pilotun durağanlığı. İnsanlar seyahat etmenin ne kadar hızlı gerçekleştiğinden bahsederek memnun oluyorlar ancak bir tür felce sebep olduklarının farkında bile değiller.” Telekomünikasyonun da büyük bir felce sebep olduğunu belirten Virilio, makinelerin hızla gerçekleştirdikleri işleri yalnızca izlemekle yükümlü insanın halini durağanlık olarak adlandırıyordu. Eylemler, eylemleri hızla gerçekleştiren etken bir makine ve olup bitenlere müdahalesi olmaksızın edilgenleşen, durağanlaşan insan.

Dünden Bugüne, Bugün de Makine

Fütürist bir yaklaşım olduğu belirtilmeden ve fütürist olma iddiası taşımadan gerçekleşmiş olsa da bedenini karmaşık operasyonlar, prostetikler ve robot kolları ile modifiye eden Stelarc’ın performanslarında teknoloji, makine ve hıza övgü görülür. Bedenin, insanla bedenin kurduğu ilişkinin çağa uygun olmadığı düşüncesiyle gerçekleştirilen performanslarda Stelarc’ın yapmaya çalıştığı şeylerden biri de bedenin makine ile uyumlu hale getirilmesidir. Kendi ifadesiyle beden, şekil ve işlev olarak yetersiz ve şu an içinde yaşadığı kompleks teknolojik dünyada var olan makinaların hassasiyeti, hızı ve gücü ile yarışamayacak bir yapıdadır.

Farklı dönemlerde ortaya çıkmış olsa da Fütürist sanatçılar ile Stelarc arasında gözle görülür bir ilişki söz konusu. Her ikisi de sanatın nesnesi haline getirdiği makineye bir tapınma gerçekleştirirken bu tapınma karşı konulmaz olarak hız kavramını bizim karşımıza çıkarır. Şimdilik makineyi kullanma işlevine sahip insan, asla makineye üstünlük sağlayabilme pozisyonuna erişmemiştir. Dolayısıyla fütürizmde yapılan bu tespit daha sonraki dönemde Stelarc’ın insanı, teknolojiye ayak uydurmak zorundalığıyla gelişmek ve ilerlemek için tasarlanmış ve tek işlevi bu olan bir prototip olarak algılamasıyla tekrar ortaya çıkmış olur. Bu gelişme ve ilerleme ise hız ile doğru orantılı bir çizgisel düzlemde yer almaktadır.

Sanayi Devriminde Hızlı Üretim, Hızlı Tüketim, Daha Çok Hareket

Fütürizmin 20. yüzyılda ortaya çıkmış olması bir tesadüf değildi elbette. Üretimin ve tüketimin; yaşam biçimlerinin tamamen başkalaşmasını beraberinde getiren Sanayi Devrimi hemen bu dönemin öncesinde 18. yüzyılda kendini göstermiş ve 19. yüzyılın sonlarına kadar hızla coğrafyalara yayılmıştı. Sanayi Devrimi her şeyden önce daha hızlı üretim demekti. Dolayısıyla bu, bir insanın tek başına ürettiği ürünün kat kat fazlasının daha kısa bir sürede üretilmesi anlamına geliyordu. Fütürizmin insanı yetersiz görecek derecede makineye tapınması, bir anlamda Sanayi Devrimi’nde inanılmaz bir hareketliliğe sebep olan makinelerin icadı ve kullanımıyla ilişkiliydi. Makinelerin ürettiği bir ürünün yine makineyle hızlı bir şekilde taşınması, hızla işleyen tüketim süreci ve her defasında tekrar eden bu hız döngüsü fütüristik eserlerde rastlanan arabaları, edebi eserlerde yer alan insanı makineye benzetme sanatını ve kentlere yapılan övgüyü açıklamamıza yardımcı oluyor.

Kapitalizmin ortaya çıkışıyla beraber ürettiği her şeye yabancılaşan insanın, elbette kendini dışavurmanın bir yöntemi olarak görülebilecek sanatla da kurduğu ilişki aynı kalamazdı. Sanatın anlamı, eylenişi, işlevi zamanla farklılaşıp değişecekti. İktidarların kendi gücünü sembolleştiren eserleri yaptırdığı, egemen olduğu kimselerden saray içinde vakaları en ince detayına kadar çizenlere… Sanat zaman içerisinde yalnızca kişinin kendi ifadelerinin bir biçimi olarak değil aynı zamanda farklı birçok amaca da hizmet eden bir hal aldı.

Fütürizm aslında yabancılaşmanın belli bir oranda yansımasıdır. İnsanın kendi doğasına yabancılaşmasının, makine insan olmasının ve kendine özgü ifade biçiminin dış dünya ile doğrudan ilişkilenmesi, ondan ayrılamamasıydı…

Sanayi devrimiyle beraber yabancılaşma ne kadar hız kazanmışsa, üretilen şeyler üreten kişinin onda yarattığı özgürlükle değil ürün olarak değerlenmiş ve görülmüş olması da aynı şekilde hız kazanmıştır. Haliyle sanat da içinde bulunduğu çağın hızına maruz kalmış ve yabancılaşmaya uğramıştır.

Geçmişte makineleştirilmeye çalışılan insanın yerini günümüzde robotların almaya başlaması hiç kuşku yok ki fütürizmi daha fazla etkileyecektir. Robotların meydana getirecekleri eserlerin, Yunan heykellerinden daha güzel olup olmadığı tartışmasını insanların mı yoksa robotların mı yapacağınıysa çok geçmeden göreceğimizi iddia edebiliriz.

Şeyma Çopur

[email protected]

Bu yazı Meydan Gaztesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.