Seçimlerin Maskotu “Çocuklar” – Emrah Tekin

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) internet sitesinde en çok sorulan sorular arasında yer alan “Kimler oy kullanamaz?” sorusuna verilen cevaplardan biri, yasalara göre “çocuk” sayılan 18 yaşını henüz doldurmamış bireyleri işaret ediyor. Yaşadığımız coğrafyada özellikle son 5 yıldır politik alanı domine eden “seçim” konusunda YSK’nin bu kararı, yasalara göre çocuk sayılan bireylerin herhangi bir somut etkisinin olmadığını gösteriyor. Bu anlamda, yaşam alanlarımızda karar alma ve söz söyleme hakkına sahip olması gereken çocuklar, seçimlerin bireyleri sandıkta edilgenleştirmesinden bir kat daha fazla etkilenerek tamamen yok sayılmış oluyorlar. Seçimler öncesi siyasi partilerin yüksek perdeden dile getirdiği vaatlerde de yine bu “yok sayılmanın” bir sonucu olarak çocuklara ilişkin söylemlere rastlamak çok mümkün olmuyor. Var olan vaatler ise onların, karar alma ve söz söyleme gibi günlük yaşama doğrudan katılımından çok, “çocukların haklarını verme” benzeri üsttenci bir yaklaşımı barındırıyor.

Partilerin çocuklarla ilgili seçim sonrasına dair yaklaşımları böyleyken seçim öncesi propagandalarında, kendilerinden beklenen siyasi pragmatizmleri doğrultusunda çocuklara ve onlarda cisimleşen “saflık, iyilik” temalarına yer vermelerinde hiçbir sakınca yok. Çocukların, sembolik olarak, devletin karar alıcılarının koltuklarına birkaç saatliğine oturtulduğu 23 Nisan günlerinin dışında “hatırlandığı” nadir dönemlerden olan seçim öncelerinde, yaptıkları propagandalarında siyasetçiler, kendi siyasi meşrepleri doğrultusunda, çocuk ve onun temsil ettiği ne kadar olumluluk varsa çekinmeden kullanmaya girişiyor.

ABD eski başkanlarından George W. Bush’un 2000 seçim kampanyası öncesi kullandığı “Leave No Child Behind-Geride Hiçbir Çocuk Gariban Kalmasın” sloganı, ABD başkanlarının başka coğrafyalardaki başta çocuk ölümleri olmak üzere imza attığı katliamlar hatırlandığında “kötü bir şaka” olarak hafızalarda canlanıyor. Benzer şekilde, ellerinde Filistinli çocukların kanı olan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun seçim reklamı filminde çocuk bakıcısı kisvesine bürünerek oy istemesi, devlet siyasetçilerinin riyakarlığına dair çarpıcı bir örnek olarak hatırlanıyor. Erdoğan da seçim kampanyalarında dünyadaki benzerlerinden elbette geri kalmadı ve geçtiğimiz yıl yapılan 24 Haziran seçimleri öncesi “Hatırla çocuk” temalı bir reklam filminde rol aldı. Erdoğan’ın okuduğu metinde geleceği kuracakları belirtilen çocuklara asker mezarlıkları eşliğinde, seçim sonrası buharlaşırcasına unutulacağı herkesçe bilinen çeşitli öğütler veriliyordu. Ancak her üç örnekte de çarpıcı olan nokta, birbirinden farklı coğrafyadaki bu üç devlet yöneticisinin “çocuk” temalı bu seçim propagandalarındaki samimiyetten uzaklığının, bu propagandaların alıcıları tarafından da biliniyor oluşu idi. Buna dair en yakın örneği, 31 Mart seçimlerini kaybeden bir muhtar adayının, daha önce yaptırdığı bir parkı söktürmesinde görmüştük.

Çocukları toplumda, kendi iradeleri ve karar alma yetileri olan bireylerden öte, seçimlerde oy getirisi olabilecek bir araçsallığa indirgeyen sandık siyasetçileri ve partilerinin yanı sıra çocuklara yönelik bu politikaları, aslında devletlerin onlara genel anlamdaki yaklaşımıyla paralellik gösteriyor. Devletlerin kapitalist “gelişmişlik” düzeyi birbirinden farklı olsa da, çocuklara saygı göstermeyen, onların fikirlerine kapalı ve çocukları amaç değil araç olarak gören politikalar tüm devletler için geçerli. Küresel bazda devletlerin savaşlarını koordine eden Birleşmiş Milletler’e bağlı UNICEF ile de bu politikalar, çeşitli yardım fonları adı altında “-mış gibi yapmak” şeklinde hayata geçiyor. Savaş, barış ya da seçim dönemleri devletlerin çocuklara dair bakış açılarında, fiziksel ve cinsel şiddet, çocuk işçiliği, göçmenleştirme gibi gerçekler göz önüne alındığında, ciddi farklılaşmalara yol açmıyor.

Emrah Tekin
[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.