Hibrit tohumlar, GDO’lar, katkı maddeleri, ilaçlar… Artık yediğimiz hiçbir şeye güvenemediğimiz günlerdeyiz. Neye elimizi atsak mutlaka elimizde kalacak bir kusurunu buluyoruz. Doğal, organik diye alıp yediklerimizde de bir şeyler çıkabiliyor. Kimileri gıdanın ömrünü daha fazla uzatıp kar edebilmek, kimileri de mahsulün azlığı sebebiyle ürünleri “ziyan” olmasın diye bu uygulamaları yapıyor.
“Pazardan aldıklarını yıkamadan yeme!” öğütleri, özel programlarda “Aldıklarınızı bol suyla yıkayın, pestisit kalıntıları olabiliyor!” ve “Ülkede pestisit kullanımı çok fazla, artık her yediğimizde var!” şeklinde ortaya atılan söylemler… Bu pestisit kulaklarımızı bayağı tırmalar oldu.
Tarımda bitkiler için “zararlı” bakteri, virüs ve haşereleri öldürmek veya zararlı etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla kullanılan; sentetik kimyasallarla birlikte bazı bitkisel kökenli organik bileşenler, dezenfaktanlar veya benzeri pek çok madde ve yöntemler pestisit olarak adlandırılmaktadır. Pestisit kelimesinde “pest” zararlı “cid” öldürücü yani zararlı, öldüren madde anlamını taşımaktadır. Kısacası pestisit, herhangi bir istenmeyen canlının yani pestlerin yayılmasını engelleyen, öldüren, uzaklaştıran veya ondan koruyan her türlü bileşik veya bileşiklerin karışımıdır.
MÖ 1500’lü yıllarda insanlar bitkilere zarar veren böcekleri uzaklaştırmak için elbette farklı yöntemler kullanıyorlardı. Bu zararlı böcekleri uzaklaştırmak için taç yaprağı, sülfür, arsenik ve karınca ilk kullanılan yöntemlerdendi. 1800’lü yıllara gelindiğinde katran yağı, acıağaç ve çeşitli sülfür uygulamaları kullanılmaktaydı. 1939 yılında istenmeyen böcekleri öldürmek amacıyla çok zehirli bir böcek öldürücü olan DDT bulunmuştu. DDT, kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülerek gıda zincirinde birikmeye başlar. Pestisit özelliğinin keşfinden bugüne kadar biyosfere yayılan miktarı 450.000 tondur.
1940’lı yıllardan önce arsenik, civa, bakır, kurşun içeren pestisitler kullanılırken daha sonra sentetik organik yani klorin hidrokarbon (aldrin, dieldrin, toxaphene, lindan) pestisitler kullanılmaya başlanmıştır. Bu yıllarda dünya üzerinde 30 çeşit pestisit kullanıldığı tespit edilirken 2. Dünya Savaşı sonrasında yapılan araştırmalarla pek çok yeni ve etkisi daha yüksek pestisit ortaya çıkmıştır. 1950 yıllarında pestisitlerin oluşturduğu kalıntılara artık insan vücudunda da rastlanmaya başlanmıştır. 1970’lerde bitkilerden uzak tutulmak istenen zararlı organizmaların pestisitlere karşı direnç kazandığı saptanmış ve pestisitlerin etkili olması amacıyla günümüze kadar kimyasalların oranı sürekli yükseltilmiştir.
Dünyada en fazla kullanılan pestisit çeşidi herbisitlerdir (ot öldürücüler). Herbisitleri insektisitler (böcek öldürücüler) ve fungusitler (mantar öldürücüler) takip eder. Keneleri, halı ve toz böceklerini, kemirgenleri, balıkları, kuşları, yumuşakçaları, yuvarlak solucanları ve toprakta bulunan diğer segmentsiz kurtları öldürmek için de pestisit çeşitleri bulunmaktadır.
Pestisit Kullanımı
Dünyanın genelinde tarım ilacı üretimi yaklaşık olarak 3 milyon tondur ve pestisit kullanımı hemen hemen her yıl %1 civarında artış göstermektedir. Pestisitler gelişmiş devletlerde fazla kullanılmaktadır ve en fazla kullanıldığı gözlemlenen yer Hollanda’dır. Tüm dünya göz önünde bulundurulduğunda pestisit kullanımının %35’i Kuzey Amerika’da, %25’i Batı Avrupa’da ve %19’u Asya’dadır.
Türkiye’nin pestisit kullanım değerleri incelendiğinde; hektar başına pestisit kullanımı 700 gram gözükse de her yerde aynı miktarda pestisit kullanılmıyor. Örneğin yaş meyve-sebze üretiminin yaygın olduğu Antalya’da kullanılan pestisit miktarı hektar başına 26 kg olup Avrupa’da en fazla pestisit kullanımı gerçekleşen Hollanda’nın iki katıdır.
2009 yılında yapılan araştırmada, Türkiye’de üretilen pestisit miktarının -ithalat rakamları da dahil- 53.669.356 kg olduğu belirlenmiştir. 2008 yılında “gönderilen gıda ve yemlerin standartlara uygun sayılmaması” yönünden 125 ülke arasından 2. sırada yer almıştır. Bunun sebebi ise; pestisit kalıntıları, toksin kalıntıları, küf, böcek vs. olarak gösterilmiştir. Türkiye’de 2015 yılı itibariyle tarımda izinli 335 civarı pestisit kullanılmaktadır ve pestisit tüketimi ortalama 33000 tondur. 2016 yılına ait verilerde bu miktarın %47’sini insektisitler, %24’ünü herbisitler, %16’sını fungusitler ve %13’ünü diğer pestisit çeşitleri oluşturmaktadır.
Pestisit kullanımı daha çok polikültür tarımın yapıldığı Akdeniz ve Ege bölgelerinde gerçekleşmektedir. Özellikle Adana, Mersin ve Antalya’da yıllık pestisit kullanım miktarı Türkiye’de kullanılan pestisit miktarının %40’ını oluşturmaktadır. Ege bölgesinde ise en fazla pestisitin kullanıldığı yer İzmir’dir. Ürün olarak bakıldığında pestisit kullanımı %40 pamuk ve hububat, %27 turunçgil ve üzüm başta olmak üzere meyveler, %16 oranında da sebzelerdedir.
Pestisitlerin Ekolojik Döngüdeki Yeri
Pestisitler püskürtme yoluyla doğrudan bitkinin üzerine, tohuma ve toprağa uygulanmaktadır. İlaç kalıntıları içeren bitki ve toprakların su ile teması sonucunda pestisit kalıntıları toprağın alt katmanlarına ve oradan da yeraltı sularına ulaşır. Yeraltı sularına ulaşan pestisit kalıntıları derelere, göllere, denizlere ve içme sularına karışırlar. İçme suyuna karışan pestisit kalıntıları, bu yolla insanlara da ulaşmış olur. Ayrıca bu süreçte toprağa ulaşan pestisit kalıntıları toprağın da verimini yok ederek toprakta yaşamını sürdüren toprak solucanlarının da ölümüne sebep olur. Toprak ve su arasında oluşan sirkülasyon nedeniyle havaya karışan pestisit; yağmur, sis veya kar yağışıyla tekrar yeryüzüne geri döner ve asit yağmurlarına sebep olur.
Pestisitler doğal döngüde pek çok canlının yaşamını tehdit etmektedir. Tarım ilaçları nedeniyle kuşların yumurta kabukları zayıflamakta ve üremeleri sonuçsuz kaldığı için soyları tükenmektedir. Ayrıca yaşam alanları her geçen gün yok olan pek çok kuş; pestisitlerden etkilenmiş böceklerden beslenmeleri sonucu ölmektedir.
Pestisitlerin belirgin bir şekilde yaşamını etkilediği bir diğer canlıysa arılardır. Nikotin mekanizması temelli neonikotinoid olarak adlandırılan pestisitlerin arılar üzerinde doğrudan öldürücü etkisi olduğu gibi sinir sistemlerini etkileyerek felç, hafıza kaybı, öğrenme yetisi bozukluğu gibi dolaylı yollarla arılara zarar verdiği gözlemlenmektedir.
Pestisitler kontrolsüz ve gereksiz yere kullanıldığında bireylerin yaşamını ve yaşam alanlarını da ciddi anlamda tehdit etmektedir. Pestisitlerin insan vücuduna girmeleri ağız, solunum ve deri yoluyla gerçekleşmektedir. Beyin, meme, prostat, lösemi kanseri ve diyabetin de meydana gelmesinde pestisitlerin etkili olduğu saptanmıştır. Bazı pestisitlerin sinir sistemini etkileyerek öğrenme bozukluğu gibi etkiler yaratma durumu bulunurken mutasyon etkisine sahip oldukları da saptanmıştır. Geçtiğimiz yıllarda Amerika’da yapılan bir araştırmada çağın hastalığı olarak adlandırılan pek çok hastalığın kaynağının pestisitler olduğu düşünülmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı sınıflandırmada en çok kullanılan 700 pestisitin 33’ünün insan sağlığına zararlı, 48’inin oldukça tehlikeli, 118’inin orta derecede tehlikeli ve 239’unun daha az tehlikeli olduğu belirlenmiştir. Pestisit kalıntıları anne sütünden bebeğe de geçebiliyorken yine Dünya Sağlık Örgütü’nün 1995 yılında yayınladığı rapora göre, her yıl dünyada yaklaşık 1 milyon insan pestisit sebebiyle zehirlenmekte ve 20.000 kadar insan ise yaşamını yitirmektedir.
Bu verilerin sonucunda belirtmek gerekir ki tarımda yaşanan her yıkım bize aynı adresi göstermektedir. İnsanların tarımsal faaliyetlerini gerçekleştirirken doğal ve ekolojik dengeyi bozmadan uyguladığı yöntemlerin zaman içerisinde kapitalizmin kar hırsıyla ve rekabet düzeni sebebiyle dönüşüme uğratılmasıyla varılan nokta yine yıkım olmaktadır. Kapitalist kaygılarla dolaşıma sokulan ve özellikle tarımda kullanımı artan her uygulamanın toprağa, suya, canlı-cansız tüm varlıklara yok oluşu getirdiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bu sebeple kapitalist kaygılarla değil de ihtiyaçların giderilmesi amacıyla, yok oluşu değil ekolojik uyumu tarifleyen ve işaret eden tarımsal pratikleri, üretim ve tüketim yollarını da başka yazılarda konuşmaya devam edeceğiz.
Nergis Şen