Kalp Krizi Değil Sizin Kriziniz ! – Şamil Parlak

“…Ekmek, neden herkesin ekmeği değildir?”

“…7 Şubat Cuma günü 08:30 sularında bir vatandaşın, Hatay Valiliği araç giriş kapısı önünde kendine zarar verme amacıyla üzerine yanıcı madde dökerek, kendini yakma girişiminde bulunduğunu, valilik personelinin müdahalesi ile yanmaktan kurtarılan vatandaşın hayati tehlikesinin bulunmadığını, gerekli tüm müdahalelerin valilik tarafından yapılarak hastaneye sevk edildiğini öğrendik.” 

Bu bilgileri bizlere veren Valilik, kurumları önünde gerçekleşen bu elim hadiseyi haberleştirmekle yetinmedi. Vilayetteki en üst düzey devlet temsilciliğinin gereğini yerine getirerek; kendini yakma girişiminde bulunan “vatandaşın” 2 çocuğunun bulunduğunu, Sosyal Hizmetlerden Sosyal Ekonomik Yardım, çocukları için Şartlı Eğitim Yardımı ve Şartlı Sağlık Yardımı almakta olduğunu, psikolojik rahatsızlığı nedeniyle daha önce de kendini yakma teşebbüsünde bulunduğunu da “kamuoyuna saygıyla” duyurdu. Üstelik eşinin kendisi hakkında mahkemeden uzaklaştırma kararı aldırdığını da belirtmeyi ihmal etmedi.

Saatler sonra bir açıklama daha yapıldı, açıklamaya göre “vatandaş” , şehirde bulunan Devlet Hastanesi’nden Mersin Devlet Hastanesi yanık ünitesine sevk edilmek üzere giderken Dörtyol ilçesi mevkiinde ambulansta geçirdiği kalp krizi sonucu tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetmişti. Açıklama, acılı ailesine “Allah’tan sabır, rahmet ve başsağlığı dileğiyle” sonlandırıldı.

Eşiyle arasında problemler olan, psikolojik durumu iyi olmayan, daha önce de kendini yakmaya çalışan bir “vatandaş” , kalp krizi sebebiyle ölmüş, geri kalanlara da sabır düşmüştü. “Vah ki ne vah”tı!

Kurulu düzende pürüz çıkmasına neden olabilecek en ufak bir durumda devlet, adaletten, insanlıktan, vicdandan, insaftan, doğrudan yana hiçbir şey düşünmez. Bunların tamamından önce düşünülmesi ve hemen o veya bu şekilde uygulanması gereken tek şey, devletin içinde bulunduğu durumu kurtarma planıdır. Olağan üstü herhangi bir durumda her devlet, ister başka felaketlere yol açarak, ister yalan söyleyerek, ister daha büyük olağan üstü durumlar yaratarak, ister dikkatleri başka yöne çekerek ne pahasına olursa olsun durumu olağanlaştırmaya çalışır. 7 Şubat Cuma günü Antakya’da da bu oldu. Alelacele, yaşamını sonlandıran kişi ile ilgili bilgiler toplandı, en işe yarar argümanlar peşi sıra dizilerek bir açıklama yayınlandı. Onlar bunun adına basın açıklaması diyorlar. Biz bunun yalanlarla, konuyla alakasız argümanlarla dolu bir senaryodan ibaret olan savunma açıklaması olduğuna kaçıncı kez tanık olduğumuzu hatırlamıyoruz.  Her ayrıntısı ince ince düşünülmüş, kelimesi kelimesine çalışılmış bir savunma. 

Valiliği bir kenara bırakıp türlü manipülasyonlarla üzeri örtülmeye çalışılan ve hala gün gibi ortada duran gerçeğe kulak verelim.

“Vatandaş” denilerek bir çırpıda toplumun zengin yoksul, ezen ezilen tüm bireyleriyle eşitleniveren Adem Yarıcı, gerçekte Antakya’nın Altınözü ilçesine bağlı, gerçek adı Meynes devlet adı Atayurdu olan köyde doğan bir boyacıdır. Uzun süre iş arayıp bulamayınca sabahın erken saatlerinde Valilik Binası’nın kapısına gelmiş, içeride bulunan ve kesinlikle “kendisiyle eşit birer vatandaş olan yetkililerden” yardım istemiş, yarım ağız geçiştirilerek kapı dışarı edilmiştir. Dakikalar sonra bir benzin bidonuyla Valilik Binası’nın bulunduğu cadde üzerine gelip, “Çocuklarım aç, iş istiyorum, anlamıyor musunuz?” diyerek bedenini ateşe vermiştir. Piknik, mutfak, çöp gibi yangınlarda kullanılan ev tipi yangın tüpüyle yapılan ilk müdahalenin ardından ambulansla yeni yapılan Hatay Şehir Hastanesi’ne götürülmüş, iktidarın “icraatıyla” böbürlendiği bu devasa hastanede yanık ünitesinin yetersiz olması ya da hiç olmaması sebebiyle Mersin’e nakledildiği sırada Dörtyol ilçesi civarında yaşamını yitirmiştir. Üstelik söylendiği gibi kalp krizi de değildir yaşamını yitirme nedeni, kapısına dayandığı devlet makamının yarattığı krize kurban gitmiştir Adem. 

Vatandaş Adem değil, ezilen Adem. 

Kalp krizinden değil sizin krizinizden. 

“Çocuklarım aç, anlıyor musunuz” diye haykırarak kendi bedenini ateşe vermiştir. Yoksulluktan, yoksunluktan, ezilmekten, yetememekten, yetişememekten, yaşayamamaktan, bıkmaktan, idare etmekten, sabretmekten, şükretmekten yaşamını yitirmişti Adem. O yaşamını yitirdikten sonra, sırtını iktidara dayamanın rahatlığı ve kibiriyle, yaşamını sonlandırmasını “ucuz, siyasi manevra” diye nitelendiren arsızlık ise, bu dönemin, alıştırılmaya çalışıldığımız “sıradanlıklarındandı. “

Adem gibi, ürettikleriyle patronları ve devleti varlık içinde yaşatıp, yoksulluk içinde kaybolup giden milyonlarca ezileniz biz. Her birimiz günde 40 kere yaşıyoruz Adem’in yaşadıklarını. Bize sabretmeyi, şükretmeyi, idare etmeyi öğütleyip duranlar günde 40 kere yaşamlarımızı çalıyor. Öyleyse bizden çaldıklarını geri almalıyız. Fatih’te siyanürle yaşamına son veren 4 kardeş gibi, Samatya’da denize atlayarak yaşamına son veren Sibel Ünli gibi Adem’in de öldürüldüğünü, intiharın politik olduğunu haykırmalıyız. Bu adaletsizliklere, yolsuzluklara karşı bir olup sabrı, şükrü, idareyi bir kenara bırakıp iktidarlara isyan etmeliyiz.