Devlet iktidarını elinde bulunduran siyasi kadro, uzunca bir zamandır pratiğe geçirdiği bir “yeni normali” olağan bir siyaset yapma biçimi olarak gerçekleştiriyor. Bu “yeni normale” göre bir gerilim başlığı ve onun öznesi işaret edilerek, bir “hücum hattı” belirleniyor ve toplumun da bu “hücuma” azami iştiraki talep ediliyor. Talep karşılanmazsa, davete icabet etmeyenleri bekleyen akibet ise malum: Hedef göstermekten, hain ilan edilmeye, gözaltına alınmaktan, tutuklanmaya varan “zenginlikte”ihtimaller silsilesi…
Zaman zaman yukarıda bahsi geçen “yeni normal” , iktidarın, ekonominin iyiye gittiği iddiası gibi, 31 Mart-23 Haziran seçimlerinden -büyükşehirlerde kazanılan ilçe sayısı itibarıyla- AKP’nin başarıyla çıktığı gibi, oy tabanını hoş tutacak “olumlu” bazı argümanlarla bozulmuş gibi görünse de, bu “olumluluk” bile örneklerde sayılan argümanların “karşı cepheleri” düşünüldüğünde iktidarın neredeyse, varoluş sebebini dayandırdığı gerilim politikasına dair güçlü ipuçları veriyor. İktidarın bu ruh hali adeta, karanlık bir sokakta sırtı duvara dayalı yürümeye çalışan bir insanın psikolojisine de benziyor. Karanlıkta, her an herhangi bir yerden gelecek “darbeye” karşı tetikte, ama bir o kadar da tedirgin. Bu anlamda, AKP’nin iç ya da dış politikaya dair geliştireceği yeni hamleleri, onun yapabileceklerinden çok yapamayacakları, gücünden çok güçsüzlüğü, özgüveninden çok tedirginliği gibi pozisyonları üzerinden değerlendirmek, daha öngörülü bir bakış açısı olabilir.
Bu paralelde, 15 Temmuz sonrası, o dönemin fiili koalisyon ortağı MHP ile birlikte, ortak siyasi söyleme oturtulan “beka politikası” aslında, 2002’den 2013’e kadar topluma, yüksek perdeden “refah artışı, demokratikleşme, kalkınma” gibi vaatlerin terk edilerek, bizzat iktidarın içine düştüğü zaaflar, güçsüzlükler silsilesi içinde topluma yönelik bir imdat çağrısıydı aynı zamanda. Zira “bekanın” yani varlık yokluk mücadelesinin konuşulduğu bir konjonktürde krizdeki ekonominin, yoksulluğun, hak gasplarının ve daha nice baskının “lafı bile olmazdı”.
Son süreçte AKP iktidarı iç ve dış politikada, en önemli sac ayağı gerilim olan bu politik hamlelerini sürdürüyor. AKP’nin 2013 öncesi ortağı olan, ancak daha sonra “terör örgütü” olarak nitelendirilen Gülen Cemaati’nin “siyasi ayağı” tartışmaları ile somutlaşan gerilim hattı, beraberinde getirdiği darbe tartışmaları nedeniyle, iktidarın kontrollü gerilim politikası sınırlarını zorlama potansiyeli de taşıyor olabilir. Yine, bir süre önce, darbe tartışmalarının zeminini hazırlayan bir rapor yayınlayan düşünce kuruluşu Rand Corporation’un ABD’de bizzat devlet tarafından fonlanması ve ABD tarafından “tezgahlandığı” iddia edilen 15 Temmuz 2016 tarihi, bu sınırın kırılganlığına dair bir fikir verebilir. Raporda yer verilen ve orduda azımsanmayacak bir sayısal personel ve teçhizat mevcudiyetine denk düşen orta kademe subayların rahatsızlığına işaret edilerek, bu rahatsızlığın bir darbeye yol açabileceği tahmininde bulunuluyor. Ancak, kritik olan nokta şu ki, aynı raporda CB Recep Tayyip Erdoğan’ın bu olasılığı ciddiye aldığı da not ediliyor.
Eğer böyle bir hazırlık varsa bile, iktidarın bunu “ciddiye almakla” yetinmesi, ancak bu olasılığın teyidini yapamamış olması, yukarıda bahsi geçen, iktidarın farklı gerilim süreçlerini yönetmedeki mahareti ve kapasitesinin hilafına bir tablo ortaya çıkarıyor. Ancak aslında bu tablo, AKP’nin 2013’te Gezi Direnişi ve sonrasında 17-25 Aralık süreçlerinde önüne koyduğu ve gittikçe belirginleştirdiği savunma stratejisi politikalarının devamı ya da sonucu aynı zamanda. Savunma pozisyonunda kalarak saldırmak diğer taraftan daima, AKP’ye kendi popülizmiyle de doğru orantılı ve kullanışlı bir mağduriyet alanı yaratmıştı. Fakat söz konusu darbe tartışmalarının, iktidar çevreleri tarafından kurgulanmış yapay bir tartışma olabileceği ihtimalinde söz konusu mağduriyet alanının ne kadar açılacağı son derece şüpheli.
AKP, iktidarı iyice eline alıp rakipsiz kalana kadar her zaman darbe söylentilerine karşı her şeyin kontrollerinde olduğu algısını yerleştirmeye çalışmıştı. Ancak 17-25 Aralık süreciyle ayyuka çıkan iktidar savaşından muzaffer çıktıktan sonra dış güçlerin saldırısı altında olduğunu ve içte bu güçlerin piyonları olduğu propagandasına başladı. İktidarının sallanması ihtimali dahi kabus görmeleri için yeterli olan AKP için 15 Temmuz sonrası “makus tarihi” değişti diyebiliriz. Her şey alt üst olmuş ve darbe dedikodularını yayan ve bundan çıkar sağlamaya çalışan bu sefer AKP’nin kendisi oldu.
Yeni mağduriyet alanlarının açılmasına dair şüphelilik hali ise, AKP’nin Eylül ayından itibaren gerçekleştirdiği hamlelerle biraz belirginleşmeye başlamıştı. İstanbul’da tekrarlanan 23 Haziran seçimi sonrası yenilgi havasını üzerinden atmak amacıyla kalınan görece pasif pozisyondan sonra HDP’li belediyelere kayyum ve Rojava saldırıları ve bu hamlelere tabandan gelen “ilgisizlik”, iktidar partisinin savunmada kalarak saldırma şeklinde tezahür eden, mağduriyet alanı yaratma politikasında sınıra geldiğine dair ipuçları vermişti. Keza yine bu yılın sonlarına doğru gerçekleşen Libya’ya asker gönderme politikası AKP’nin kendi tabanında bile yeterli desteği alamadı. Aynı şekilde, son günlerde yaşanan İdlip operasyonunda da AKP’nin bu ve benzer hamleler üzerinden yeterli rızayı üretmekte zorlandığını gördük. İktidar partisinin bu ve benzeri “ataklarında” önündeki en temel zorlayıcılık ise, içinde geçmekte olduğumuz ekonomik kriz. Toplumun genelinde, AKP’nin diğer politik yanlışlarının “görmezden gelinmesini” sağlayan, ekonomideki görece pozitif durum, yaklaşık 3 yıldır eksi bir görünüm arz ediyor. Hemen her gün yaşanan ve artık neredeyse sıradan olaylar derecesinde gerçekleşen, ekonomik nedenli politik intiharlar bu negatif görünümün en belirgin örnekleri. Hemen her gün bir başka örneğini gördüğümüz yolsuzluk, kayırmacılık, birden fazla maaş alan AKP’li gibi haberler ise, toplumun içinden geçtiği ekonomik zorlukların anti tezi örneği bir adaletsizlik tablosu çiziyor. Bu adaletsiz tablo ortadan kaldırılmadıkça, kim tarafından, nasıl yapılacağı bile belli olmayan bir darbe söylentisinin ve buradan devşirilecek mağduriyet alanının iktidara yeni bir “Yenikapı Mitingi” tablosu ortaya çıkarmayacağı, toplumda da her türlü zorluğa rağmen, “beka mücadelesinin bayraktarlığını yapan” devlet iktidarının arkasında durma refleksi yaratmayacağı açık.