Korona Krizi, mart ayı içinde küresel bir hüviyete bürünürken, ABD başta olmak üzere, sağlık sistemlerinde ciddi açıklar olduğu görülen devletler dikkatleri farklı odaklara çekme çabasına girdiler. Bu odaklardan biri de Dünya Sağlık Örgütü oldu. Yeni tip korona virüs Covid-19’un ilk rastlanıldığı dönemlerde yaşanan salgını, küresel rakip Çin’i işaret ederek “Çin gribi” olarak tanımlayan ABD Başkanı Donald Trump’ın hedefinde şu sıralarda da Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bulunuyor. Trump önce DSÖ’nün Çinli yetkililere dayandırdığı virüsün insandan insana geçme özelliği olmadığı açıklamasını eleştirdi. ABD Başkanı, düzenlediği basın toplantısındaki açıklamalarının devamında da DSÖ’nün “kimsenin inanamayacağı kadar” sorunları olduğunun ve soruşturma başlatılacağının altını çizerken ABD tarafından örgüte fon aktarılmasının durdurulduğunu da belirtti.
Trump’ın açıklaması öncesinde ABD, DSÖ’nün bir numaralı maddi destekçisi konumundaydı. ABD bu yıl için belirlediği 118 milyar dolar ile DSÖ’nün yıllık bütçesinin %17’sinin finansörü. DSÖ finansörleri arasında ikinci sırada, bütçenin yaklaşık %10’unu fonlayan Bill ve Melinda Gates Vakfı var. DSÖ finansörleri arasında üçüncü sırada yer alan Aşı ve Bağışıklık için İttifak (GAVI) Vakfı da Gates’ler tarafından kurulmuş olan ve desteklenen bir oluşum. Misyonları arasında fakir ülkelerde aşı programları uygulamak olduğunu belirten GAVİ ile birlikte Bill & Melinda Gates Vakfı, Trump’ın bu kararı sonrası DSÖ’nün en büyük finansörü haline gelecek. Vakıf görünümündeki bu şirketlerin dışında, her yıl belirledikleri bütçeler oranında BM, devletler ve Dünya Bankası da DSÖ finansörleri sıralamasında kendilerine yer buluyorlar.
Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak 1948’de kurulan DSÖ, 72 yıllık tarihinde, şu anda Korona Krizi’nde olduğu gibi salgın hastalıkların önlenmesinde çeşitli eleştirilerin odağındaydı. Savaş bitimi artan yoksulluk, 1945 sonrası dünya konjonktüründe salgın hastalıklara neden olan virüslerin yayılması için uygun olanak sağlıyordu. Virüslerle dünyanın farklı coğrafyalarına yayılması muhtemel salgınlara karşı “küresel mücadele” için kurulmuş olan DSÖ’nün bu anlamdaki ilk sınavı, 1950’lerin sonunda başlayan çiçek hastalığı salgınına karşı oldu. DSÖ’nün -her yıl en az bir milyon kişinin yaşamını yitirmesine neden olan- çiçek hastalığı ile mücadelesi, tıp alanından ziyade diplomasi başarısı olarak değerlendirilebilir. Soğuk Savaş döneminde, önce SSCB’yi aşı üretimi, sonrasında ise ABD’yi aşının yaygınlaştırılması için fon ayırmaya ikna eden DSÖ, çiçek hastalığının dünya çapında bitişini ancak 1979’da, yaklaşık 30 yıla varan bir periyot sonunda açıklıyordu.
Salgın hastalıklara hızlı ve etkili müdahale amacıyla kurulmuş küresel bir kuruluşun yaklaşık 30 yıla yayılan mücadelesi, “başarı” sözcüğünün karşısına soru işareti koymakla birlikte, DSÖ ilerleyen yıllarda AİDS, ebola, domuz gribi gibi hastalıklardaki geç müdahalesi nedeniyle eleştirildi. DSÖ bu eleştiriler karşısında kendisini, üyesi olan devletler üzerinde yaptırım hakkı olmamasıyla savundu.
DSÖ, Korona Krizi’nin başından bu yana aldığı ya da almadığı/ almakta geciktiği kararlar nedeniyle ciddi anlamda eleştiriliyor. Bu eleştiriler, Trump’ın “DSÖ’nün Çin’in piyonu olması” söyleminde cisimleşiyor. Bununla birlikte eleştirilere konu olan yanlışlıklar, devletler arası güç mücadelesinin insanların yaşamlarına mal olmasıyla sonuçlanıyor.
DSÖ’nün Korona Krizi’ndeki kronolojisindeki yanlışlıklar silsilesi 14 Ocak’taki, Covid-19 virüsünün “insandan insana geçmediği” açıklaması ile başladı. Bundan 9 gün sonra, DSÖ Genel Direktörü Tedros A. Ghebreyesus, küresel acil durum ilan etmek için “erken ve yeterli kanıt olmadığını” söyledi. 31 Ocak’ta ise küresel acil durum ilan edilmekle birlikte, Çin ile seyahat ve ticaret kısıtlamasına gidilmemesi çağrısı yapıldı. DSÖ 26 Şubat’ta, yaşananın “salgın” olarak tanımlanmaması gerektiği açıklamasını tersyüz ederek, Covid-19’u Çin’de ilk görüldüğü tarihten neredeyse üç ay sonra, 11 Mart’ta küresel bir salgın olarak ilan etti. Ancak bir gün sonra DSÖ yaptığı bir başka açıklamada Covid19’un “kontrol edilebilir” bir küresel salgın olduğunu iddia etti. Aynı DSÖ, 27 Mart’ta ise bu iddiasının aksine, aşı için minimum bir yıl beklemek gerektiğini açıklamıştı. DSÖ, kendisine dair bir başka çelişkili durumu da “ibuprofen” içeren ilaçlara dair yaptığı açıklamalara dair oluşturdu. Örgüt, 18 Mart’ta Covid-19 şüphesi olan kişilerin ibuprofen içeren ilaçları kullanmaması yönündeki açıklamasını iki gün sonra geri çekti.
Bu eleştirilerden Çin’e dair alınan ve alınmayan kararlarla ilgili olanları, ABD’nin ididasına göre Çin ve DSÖ’yü algısal olarak fiili bir ortaklık içinde gösteriyor. Ancak diğer taraftan DSÖ’nün ABD fonlarına olan bağımlılığı, Trump’ın Covid-19’a dair küçümseyici açıklamaları, virüsün küresel bir salgın ilan edilmesinin doğuracağı ekonomik sonuçlar gibi etkenler, ABD’nin de bu geç “küresel salgın” açıklamasındaki payının makul bir ihtimal olabileceğini düşündürüyor.
Görünürde halkların yararına bir kuruluş olarak lanse edilse de devletlerin politikaları paralelinde faaliyet yürüten tipik bir “truva atı” kurum olan DSÖ’nün devletlerle olan çetrefilli ilişkisinde -şimdilik bildiklerimizden kaynaklı- ortaya çıkan manzara genel olarak böyle. Ancak diğer yandan, bu ilişkiler bütününün olmazsa olmazı “şirketler” tarafında belirginleşen Gates Vakfı’nda yaşanan gelişmelere de dikkat kesilmekte yarar var. Bu gelişmelerin izi Bill Gates’in, Trump’ın kararını “kulağa tehlikeli geliyor” değerlendirmesinden biraz daha geriye giderek sürülebilir.
Ekim 2019’da Bill&Melinda Gates Vakfı’na yakın John Hopkins Üniversitesi Sağlık Güvenliği Merkezi’nin New York’ta düzenlediği, olası bir küresel salgına karşı simülasyonda, 6 aylık bir periyotta 30 milyonu aşkın insanın yaşamını yitireceği öngörülüyor. Bu “öngörünün” şu andaki vaka ya da yaşamını yitiren insanların sayısıyla yakınlığı ya da uzaklığı ile ilişkisi komplo teorisyenlerinin ilgi alanına girebilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki ABD’nin Covid-19 vakalarına ilişkin verilerini de John Hopkins Üniversitesi açıklıyor.
Önümüzde duran gerçek, Gates Vakfı ve benzeri şirketlerin olası bir küresel salgın üzerine çok da masumane olmayan bir şekilde kafa yorduğu. Yine bu ilişkiler bütünü paralelinde Korona Krizi’nin ağırlıkla, ezilenlere ölüm olarak fatura edilecek olmasını akılda tutarak, yeniden tanımlanması muhtemel küresel dengelerde, ABD-DSÖ gerilimi olarak tezahür eden durumun değişmesi olasılığının da altı çizilmeli.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53.sayısında yayınlanmıştır.