15 Temmuz 2016’da gerçekleşen TC siyasi tarihindeki son darbe girişiminin yıl dönümünü yaşıyoruz. Bugün devlet tarafından Demokrasi ve Milli Birlik günü olarak adlandırılan bu girişim siyasi arenada muhalefetin bir kesimi tarafından “kontrollü darbe” olarak yorumlanıyor. Her dönem devletin içerisindeki büyük-küçük farklı iktidar odaklarının bulunduğunu düşündüğümüzde aslında her darbenin kontrollü olduğunu söylemek mümkün.
Geçmişin iktidar ortağının bugün teröriste dönüştüğü bu siyasi ortamda bu iktidar gruplarını tekrar düşünmek, devletle ilişkilerini anlamak gerekiyor.
Devletin farklı mekanizmaları ve organları içerisinde konumlanmış, siyasi iktidarı amaçlayan ya da rejimi kontrol altında tutmaya çalışan pek çok iktidar grubu vardır. Siyasi iktidarlar da çıkarlarına göre bu iktidar gruplarını üretir, onlarla ilişkiye girer ya da tersleşir. Bu iktidar grupları, siyasi iktidarlarla girdikleri ilişkiler sonucunda devletin farklı mekanizmalarına yerleşerek ve şiddet araçlarını kullanarak faaliyet yürütür.
Siyasi iktidarın ve devletin içerisindeki farklı iktidar odaklarının birbirleriyle girdiği iktidar yarışında devletin şiddet araçları açıkça ortaya çıkar.
İşte bu çerçevede TC’nin iç siyasetinde adını çokça duyduğumuz iki iktidar grubu vardır: ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) ve FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü).
Ergenekon, 2000’li yılların başında özellikle AKP’ye karşı darbe planları yapması, polis ve ordu içerisinde örgütlenmesi, 2006’da Danıştay Saldırısı ve 2007’de Malatya’da üç Hristiyanın öldürüldüğü Zirve Yayınevi katliamı üzerinden gündem olmuştur. O dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da bu örgüte üye olmaktan yargılanması da meselenin ciddiyeti konusunda önemli olmuştur. Ergenekon, devlet içerisindeki siyasi İslamcı düşünce ve hareketlerin önünü kesmek istediği gibi devrimcilerin, Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin de karşısında yer almış, onlara işkence uygulamış bir örgüttür. Cumhuriyetin kurucu, baskıcı ve ırkçı yönlerini kendisine vizyon edinmiş, gerek doğrudan kendisinin sahip olduğu “illegal” silahlarıyla gerekse devletin polis ve askeri olarak pek çok şiddet eylemi gerçekleştirmiştir.
Ergenekon, Fethullah Gülen örgütünün AKP ile işbirliği yapıp Hizmet Hareketi olarak anıldığı dönemde özellikle 2007-2011 yılları arasında devlet tarafından bir terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde Ergenekon örgütüne operasyonlar yapılmış çok sayıda polis, asker, gazeteci, akademisyen tutuklanmıştır. Bu operasyonlarda Fethullah Gülen ve örgütünün rolü büyüktür.
Yıllar sonra ise AKP ile çeşitli sebeplerle ters düşen, ittifakı bozulan Fethullah Gülen örgütü yolsuzluk operasyonu ve 15 Temmuz darbesi sonrasında terör örgütü olarak ilan edilmiştir.
Geçmişten bugüne Fethullah Gülen örgütüne karşı politikalarında sık sık değişiklik yapan, söylemlerini değiştiren AKP’nin bir başka absürt tavrı, bu örgüte koyduğu isimdir. Devlet, nasıl ki zamanında oldukça saçma bir biçimde Ergenekoncular olarak tanınan grubun ismini genel geçer bir şekilde kullanmak için Ergenekon Terör Örgütü diye yaftalamış ve böyle bir tanım uydurmuşsa Fethullah Gülen ile arayı bozduktan sonra da bu yapılanmanın ismini Fethullahçı Terör Örgütü koymuştur.
AKP’den önceki pek çok iktidarla da yakın ilişkilere girmiş olan örgüt, bürokraside, orduda, polis teşkilatında, eğitim ve yargı sisteminde örgütlenmiş ve ayrıca kendi medya organlarını, sosyal-kültürel yapılarını da kurmuş bir örgüttür. Dini karakteri yüksek olan ya da takiye yaparak gizlice dini ve örgütsel çalışmalar yapan kişiler tarafından bir güç haline getirilmiştir. Büyük ekonomik ve siyasi gücüyle birlikte küresel kapitalist sistemle uyumlu dini düşünce ve yaşam biçimini toplumda yükselterek toplumun kendisine biat etmesini amaçlamıştır.
Fethullah Gülen’in Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer almasından bu yana örgüt üyeleri devletin şiddet politikasını sürdürerek, devrimcilere işkenceler yaparak, Kürdistan’da şehirleri yıkarak ve katliamlar yaparak devlet içindeki konumlarını yükseltmişlerdir.
15 Temmuz süreci sonrasında ise büyük operasyonlarla karşılaşan örgüt, bugün -resmi açıklamalara göre- devlet tarafından en zararlı ve tehlikeli örgüt olarak görülmektedir. 2016 sonrasındaki operasyonlarda devlet, örgütü bitirmek için bürokraside, polis teşkilatında, orduda, akademide ve yargıda büyük ihraçlar gerçekleştirmiştir. Binlerce kişi yargılanırken binlercesi de tutuklanmıştır.
Geçmişte “şiddet yoluyla anayasal düzeni değiştirmek” maddesiyle Ergenekon’u yargılayanlar daha sonraları “şiddet yoluyla anayasayı değiştirmek” maddesiyle yargılanmıştır.
“Hizmet Hareketi” FETÖ olduktan sonra ise 2018’deki bir mahkemede “Ergenekon Terör Örgütü” diye bir örgütün varlığının ispat edilemediğine dair bir karar verilmiştir.
Bu örgütlerin terör örgütü olup olmadıkları iktidarların ittifaklarına göre değişse de bize göre devletlerle işbirliği içinde ya da devletin doğrudan kendisi olan, ezilenlerin ve devrimcilerin karşısında olarak, onlara sistematik bir biçimde şiddet uygulamış bu örgütler birer terör örgütüdür.
Kısacası ETÖ ya da FETÖ tanımlarından önce de bizim için bu örgütler yaşamlarımızı tehdit eden örgütlerdi, teröristti. Ama toplumun geniş bir bölümü de böylesi iktidar kavgalarına şahit oldukça cumhuriyetin ilkelerinin ya da kapitalist sistemle uyumlu dini yapının bu toplum için sömürü, baskı ve katliam anlamına geldiğini bir kez daha görmüş oldu.
Devletin her iki örgütle de ilgili olarak değişen çıkarcı politikalarını, absürt isimlendirme çabalarını göstermek ve teröristte terörist diyebilmek için ETÖ’ye ETÖ, FETÖ’ye FETÖ demek gerek. Onların devletin birer yüzü olduğunu hatırlamak ve bu 15 Temmuz’da da bir kez daha belirterek devlet şiddettir, terördür demek gerek. Nasıl ki bugün devlet tarafından ETÖ diye bir yapının hiç var olmadığını iddia ediliyorsa yarın da FETÖ tekrar Hizmet Hareketi olabilir ya da 15 Temmuz bayram olmaktan çıkabilir ancak ezilenler için bu iki örgütün terörist olduğu gerçeği değişmeyecektir.
Abdülmelik Yalçın