Ocak ayından itibaren dünyada korona krizi gittikçe yaygınlaşırken Covid-19 ancak 11 Mart’ta Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel salgın ilan edildi. TC devletinin açıkladığı verilere göre Covid-19 bu tarihlerde Türkiye’de de görüldü. Nisan ayı itibariyle sokağa çıkma yasaklarına varıncaya kadar çeşitli “tedbirler” alınırken biz işçiler pandemi koşullarında üretime devam etmeye zorlandık. Tüm devlet kurumları “evde kal” çağrıları yaparken devletin işçilere yaptığı çağrı “maske takarak ve sosyal mesafeye dikkat ederek” çalışmak oldu. Devlet ve şirketlerin paragözlüğü ve iş birliği ile yüz binlerce işçi bu virüse yakalandı ve binlercesi yaşamını yitirdi. İşçilerin hayatını umursamayan ve kardan başka bir şey düşünmeyen bu şirketlerden biri de ‘NetCallCenter’ çağrı merkezi.
Çağrı merkezleri, bu sektörde çalışan veya çalışmayan herkesin bildiği gibi sömürünün, uzun mesainin, sigortasız çalışmanın, baskının, hak gasplarının en yoğun yaşandığı alanlardan biri. Genellikle büyük şirketlerin araştırma veya satış departmanlarıyla ilişkili olarak taşeron bir şekilde anlaşmalı outsource şeklinde çalışan çağrı merkezleri, işçiler için genellikle uzun süreli çalışmanın mümkün olmadığı yerler.
NetCC de birçok çağrı merkezi gibi Türk Telekom’un taahhütlü satış işlerini yapan bir şirket. Fazla mesai sık sık olmakla birlikte günlük çalışma süresi sabah 09:00’dan akşam 19:30’a kadar sürüyor. İşçilerin günde 30 dakikası yemek sırası beklemekle geçen 75 dakika mola hakkı var. İşçiler bu mola süresini aşarsa, aştığı kadar mesaisini uzatmak zorundayken, 75 dakikadan az mola kullanılması durumunda mola hakları yanmış oluyor.
Geçtiğimiz Mart ayının son haftasında korona virüsü sebebiyle çalışanlarını evde çağrı almaları için gönderen NetCC, Mayıs ayının ilk haftasında evinde internet problemi yaşayanları zorunlu olarak şirkete çağırdı. Evde çalışma süreci şirketin işine gelmemiş olacak ki Ağustos ayının 5’inde performansı (satış rakamları) düşük olan 100’e yakın işçi, o riskli çalışma ortamına zorunlu olarak çağrıldı. Evden çalışmaya devam edebilmeyi satış rakamlarının artması koşuluna bağlayan NetCC, açıkça “Ya iyi satış yaparsınız ya da ölürsünüz!” diyordu.
Ağustos ayının 2. haftasında satış rakamları düşük olduğu için şirkette çalışmaya devam eden yaklaşık 100 kişilik kadroya, işe yeni başlayacak olan 25 kişilik eğitim grubu dahil edildi. Üstelik eğitim için gelen gruba herhangi bir test, ateş ölçümü vs. yapılmadan iş başı yaptırıldı. Şirket yeni gelen eğitim grubuyla beraber 19 Ağustos’ta toplamda 60’a yakın işçiye test yaptırdı. Covid-19 testi yaptığını iddia eden şirket yetkililerinin getirdiği kişiler, tüm işçilerin örneklerini iş yerindeyken aldı. Aradan geçen birkaç günden sonra şirketin personel müdürü tüm işçilere herkesin test sonucunun negatif olduğunu hiçbir belge göstermeden sözlü olarak ifade etti. Test sonuçlarını e-nabız sistemi üzerinden kontrol etmek isteyen işçiler, test yapıldığına veya sonuçlarına dair herhangi bir veriyle karşılaşmadılar.
Buna rağmen aynı gün şirkette çalışan kantin görevlisi rahatsızlanıp hastaneye gittiğinde Covid-19 testi sonucunun pozitif olduğunu öğrendi. Sonrasında işçiler kendi imkanlarıyla test yaptırdılar ve şirketin test sonucu negatif dediği 60 kişilik gruptan 20’nin üzerinde çalışana Covid-19 teşhisi kondu. Test sonucu pozitif çıkan ve birçoğunda ağır etki görülen işçiler şu anda evlerinde karantina altında.
Bu 20 kişiye Covid-19’un işyerinde çalışırken bulaştığı açık olmasına rağmen, şu anda aynı şirkette 20’ye yakın kişi aktif bir şekilde çalışmaya devam ediyor. Sürecin başından itibaren satış rakamlarından başka hiçbir şeyi hesaba katmayan, işçilere Covid-19 testi hakkında bile yalan söyleyebilen NetCC, 20 kişinin Covid-19’a yakalandığı işyerini hala aktif bir şekilde çalıştırıyor.
Tüm bu sürece baktığımız zaman, Covid-19’un yaşadığımız coğrafyada görüldüğü günden beri devletin ve şirketlerin aynı önceliklerle, ortak çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini görüyoruz. Tüm iş yerlerinde olduğu gibi NetCC’de de pandemi koşullarında ölüm pahasına çalışma zorunluluğu devam ediyor. Patronlar öldürüyor, devlet koruyor.
Nasıl şirketler ve devletlerin varlığı birbirine bağlıysa, biz işçilerin varlığı da birbirimize bağlı. Covid-19 koşullarında da yaşamlarımızdan çalan şirketlerden ne evde kalarak ne “sosyal mesafeye” dikkat ederek ne de maske takarak korunabiliyoruz. Yaşamlarımızı iş cinayetleriyle, fazla mesaiyle, sömürüyle, virüsle tehdit eden bu işçi düşmanlarına karşı tek seçeneğimiz örgütlü olmak.
Bir sözümüzü patronlara, bir sözümüzü mesai arkadaşlarımıza söyleyerek bitirelim;
Köle değil işçiyiz, örgütlüysek güçlüyüz!
Doğuş Özdemir
Genç İşçi Derneği/Ankara