Ekim Devrimi’nin üzerinden 103 yıl geçti. Devrime giden süreçte Rusya coğrafyasında etkili olmuş, devrimin gidişatına yönelik belirli öngörü ve önerilerde bulunmuş anarşistlerin söylemleri ve pratikleri de hala büyük oranda geçerliliğini koruyor. Bugünden geçmişe bakıp eleştirmekten ziyade devrimci anarşistler tarafından devrim sürecinin başında ortaya konan, geleceği görürcesine yaratılan söylem ve eylemlilikler Rusya’daki devrim sürecini aktarması açısından daha önemli durmaktadır. Bu sebeple Meydan Gazetesi olarak Ekim Devrimi’nin yıldönümünde Rus Devrimi’nin doğrudan öznelerinden olan ve Volin adıyla bilinen devrimci anarşist Vsevolod Mihayloviç Eyhenbaum’un yazdığı, Türkçe’ye Erdem Akbulut tarafından çevrilen, Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlanan Bilinmeyen Devrim adlı kitabın “Ekim’den Sonra” kısmından bir bölümü sizlerle paylaşıyoruz.
Ekim’den Sonra
Bolşevikler İktidarda- Bolşevikler ile Anarşistler Arasındaki Anlaşmazlıklar
Sosyal Devrim konusundaki iki anlayış, devletçi-merkeziyetçi anlayış ile liberter-federalist anlayış arasındaki mücadele 1917’de Rusya’da eşit bir mücadele değildi.
Devletçi anlayış üstün geldi. Bolşevik hükümet boş tahta yerleşti. Lenin onun tartışmasız reisi oldu. Savaşa son verme, Devrim’in tüm sorunlarına karşı koyma ve onu hakiki Sosyal Devrim yoluna götürme görevi ona ve partisine düştü.
Politik fikir üstün geldi. Kendisini kanıtlaması gereken o oldu. Şimdi de bunları nasıl yaptığını göreceğiz.
Yeni -Bolşevik- hükümet, gerçekte bir aydınlar, Marksist Doktrinciler Hükümeti’ydi. İktidara yerleşip, oradaki emekçileri temsil ettiklerini ve onları sosyalizme doğru götürecek hakiki yolu sadece kendilerinin bildiğini ileri süren Bolşevikler, hükümet etmekten, her şeyden önce emekçi kitlelerin onaylayıp uygulamak durumunda oldukları birtakım kararnameler ve yasalar çıkarmayı anlıyorlardı.
Başlangıçta hükümet ve onun reisi Lenin, emekçi halkın iradesinin sadık uygulayıcıları oldukları, her halükârda kararlarını, davranışlarını ve faaliyetlerini bu halk karşısında haklı çıkarmaya çalıştıkları görüntüsü verdiler. Nitekim örneğin, aldıkları ilk önlemler, acil barışa doğru ilk adım (28 Ekim 1917 kararnamesi) ve toprağı köylülere veren kararname (26 Ekim), hükümeti onaylayan Sovyetler Kongresi tarafından kabul edildi. Nitekim Lenin bu yasaları hem halk, hem de devrimci çevreler tarafından hoşnutlukla karşılanacağını önceden biliyordu. Özünde bunlar mevcut durumunun onaylanmasından ibaretti.
Aynı biçimde Lenin (Ocak 1918’de) Kurucu Meclis’in feshini de Sovyetler Konseyi önünde haklı çıkarmayı gerekli gördü.
Devrimin ilklerden biri olan bu icraat birkaç ayrıntılı bilgiyi hak ediyor.
KURUCU MECLİSİN FESHİ. – Okur, anarşistlerin, sosyal ve devrimci anlayışlarının bütünüyle tam bir uygunluk içinde, Kurucu Meclisin karşı çıktıklarını biliyor.
Petrograd merkezli haftalık yayın organlarındaki başyazıda bakış açılarını nasıl geliştirdiklerine bir bakalım (Golos Truda, 18 Kasım-1 Aralık 1917 tarihli sayı: 19):
İşçi, köylü, asker, bahriyeli yoldaşlar ve tüm emekçiler. Kurucu Meclis seçimlerinin tam ortasındayız. Pek olasıdır ki kısa süre sonra Kurucu Meclis toplanacak ve oturumlarına başlayacak. Bolşevikler de dahil, tüm politik partiler Devrimin, ülkenin ve emekçi halkın bundan sonraki akıbetini bu merkezi organın ellerine bırakıyorlar. Bu koşullarda sizi iki olası tehlikeye karşı uyarmak bizim görevimizdir.
Birinci tehlike: Bolşeviklerin Kurucu Meclis’te güçlü bir çoğunluk elde edememesi (veya hatta azınlıkta kalmaları).
Bu durumda, Kurucu Meclis yine kararsız, alacalı bulacalı, sosyal-burjuva bir politik kurum olacaktır. Tıpkı Moskova “Devlet Konferansı’’, Petrograd “Demokratik Konferansı’’, “Geçici Cumhuriyet Konseyi’’ vb. tarzında saçma bir gevezeler meclisi olacaktır. Boş tartışmalar ve çatışmalar içine batıp gidecektir. Hakiki devrimi frenleyecektir.
Bu tehlikeyi abartmak istemiyorsak bunun biricik nedeni bu durumda kitlelerin elde silahlarıyla Devrim’i bir kez daha kurtarıp onu ileriye, doğru yola iteceklerini ummamızdır.
Ancak, bu tehlike konusunda şunu söylemeliyiz ki, emekçi kitlelerin bu türden yeni bir telaşa kesinlikle gereksinimi yoktur. Kitleler bunu es geçebilirler ve geçmelidirler. Aptalca bir kurumu yaratıp sürdürmek için harcanacak enerji ve para ne işe yarayacak? (Bu arada da emekçilerin Devrimi bir kez daha duraklayacak!) “Devrimi (bilmem kaçıncı kez) kurtarmak’’ ve onu bir “ölü nokta’’dan çıkarmak için bu aptalca ve zararlı kurumla daha sonra mücadele etmek için yeniden güç ve kan harcamanın ne gibi bir yararı olacak? Bu güçler ve çabalar Devrimin, halkın ve ülkenin yüksek yararına, emekçi kitleleri doğrudan bir biçimde ve bizzat tabanda köylerde, kentlerde, işletmeleri vb. örgütlemeye; bu örgütleri politika veya şu veya bu partiye üyelik temelinde değil, emek temelinde, doğal ve dolaysız bir biçimde, özgür köy ve kent komünleri ve federasyonları halinde birbirine bağlamaya, sonuçta birtakım bölgesel birleşmelere vb. ulaştırmaya harcanabilir. Bu güçler ve çabalar, işletmelere ve hammadde ve yakıt tedarikini acilen ve enerjik bir biçimde örgütlemeye, iletişim yollarını iyileştirmeye, mübadeleleri ve genel olarak yeni ekonominin bütününü düzenlemeye, nihayet gericiliğin kalıntılarına (özellikle Güneyde son derece tehlikeli Kaledin hareketine) karşı doğrudan bir mücadele yürütmeye ayrılabilir.
İkinci tehlike: Bolşeviklerin Kurucu Meclis’te güçlü bir çoğunluğa sahip olmaları.
Bu durumda, “muhalefet’’in kolayca üstünden gelip herhangi bir zorlukla karşılaşmaksızın onu ezdikten sonra Bolşevikler, katı ve sağlam bir biçimde ülkenin ve durumunun yasal efendileri, “nüfusun çoğunluğu’’ tarafından açıkça kabul edilmiş efendileri haline geleceklerdir. Bolşeviklerin Kurucu Meclis’le elde etmeyi bekledikleri tam da budur. Ona bu nedenle gerek duyuyorlar. Kurucu Meclis onların iktidarını pekiştirmek ve “yasallaştırmak’’ durumundadır.
Yoldaşlar bu tehlike birincisinden daha önemli, daha ciddidir.
Uyanık olun!
İktidarları pekişip yasallaşınca, sosyal-demokrat, politikacı, devletçi, yani merkeziyetçi ve otoriter politikacılar olan Bolşevikler ülkenin ve halkın yaşamını, merkezden dayatılan hükümetsel diktatoryal araçlarla düzenlemeye başlayacaklardır. Sovyetler ve diğer yerel örgütleriniz adım adım merkezi hükümetin iradesini uygulayan basit organlar haline gelecektir. Emekçi kitlelerin normal yapıcı emeği yerine, aşağıdan özgürce bir birleşme yerine, yukarıdan hareket edecek ve demir yumruğuyla her şeyi ezmeye başlayacak otoriter, politik ve devletçi bir aygıtın oluşumuna tanık olunacaktır. Sovyetler ve diğer organlar boyun eğecek ve uygulayacaktır. Buna “disiplin’’ adı verilecektir. “Lanet olsun merkezi iktidarla mutabık olmayana ve ona boyun eğmeyi yararlı görmeyene!” Nüfusun “genel onayı’’ndan güç alan bu iktidar onları tabi olmaya zorlayacaktır.
Uyanık olun yoldaşlar! Gözlerinizi dört açın ve hatırlayın.
Bolşeviklerin iktidarı kesin ve konumları sağlam hale geldikçe, eylemleri gitgide daha otoriter bir yola girecek, yani politik ve merkezi iktidarlarının gerçekleşmesi ve savunulması daha net ve kesin hale gelecektir. Yerel örgütlere ve Sovyetlere gitgide daha kesin emirler vermeye başlayacaklardır. Direniş halinde silahlı kuvvet kullanmaktan geri durmaksızın, istedikleri politikayı yukarıdan yürütmeye koyulacaklardır.
Başarıları pekiştikçe bu tehlike daha kesin hale gelecektir, zira eylemleri çok daha emin ve katı olacaktır. Her yeni başarı -göreceksiniz!- başlarını daha da döndürecektir. Başarılarındaki her yeni gün, hakiki Devrim’i bu büyük tehlikeye daha çok yaklaştıracaktır. Başarılarının birikmesi tehlikenin ciddileşmesi anlamına gelecektir.
Nitekim bunu daha şimdiden fark edebilirsiniz.
Yeni otoritenin son emirlerini ve düzenlemelerini dikkatli bir biçimde inceleyin. Daha şimdiden, Bolşevik seçkinlerin, kendini dayatan merkez aracılığıyla politik ve otoriter bir tarzda halkın yaşamını düzenleme eğilimlerinin net bir biçimde farkına varabilirsiniz. Daha şimdiden seçkinler ülkeye kesin emirler veriyorlar. Daha şimdiden, “Bütün İktidar Sovyetlere’’ sloganını, iktidar Petrograd’daki merkezi otoriteye, Sovyetlerin ve diğer yerel organların basit birer yürütücü organ halinde tabi olması gereken otoriteye, biçiminde kavradıkları görülüyor.
Bunlar Bolşevik seçkinlerin henüz kitlelere bağımlılıklarını güçlü bir biçimde hissettikleri ve elbette onlarda düş kırıklığı yaratmaktan çekindikleri şu anda, başarıları henüz güvence altında olmayıp bütünüyle kitlelerin onlara karşı tutumuna bağlı olduğu şu anda oluyor. Başarıları gerçekleşmiş bir olgu haline geldiğinde ve kitleler onları coşkulu ve sağlam bir güvenle çevirdiklerinde daha neler olacak?
İşçi, köylü ve asker yoldaşlar! Bu tehlikeyi hiçbir zaman gözden kaçırmayın!
Yeni Otorite’nin, yeni efendinin, merkezi devletin ve sahtekârların, politik parti ve şeflerinin şiddetine ve boyunduruğuna karşı bulunduğunuz her yerde hakiki Devrim’i ve örgütlerinizin ve eyleminizin gerçek özgürlüğünü savunmaya hazır olun.
Bolşeviklerin başarılarının -bu başarılar onların başlarını döndürüp onları birer sahtekâr haline dönüştürdüğü takdirde- kendilerinin mezarı haline geleceği tarzda hareket etmeye hazır olun.
Yalnızca bizzat sizin özgür yerel örgütleriniz ve onların federasyonları aracılığıyla yeni hayatınızı kurmak ve yaratmak zorunda olduğunuzu ve bunu yalnızca bizzat kendinizin yapabileceğini unutmayın!
Bolşevikler size sık sık aynı şeyi söylüyorlar. Elbette son tahlilde söyledikleri gibi davranırlarsa ne âlâ!
Ne var ki yoldaşlar, durumların sempatisine ve güvenlerine bağlı tüm yeni efendiler başlangıçta tatlı bir dil kullanırlar. İlk günlerde Kerenski’nin ağzından da bal damlıyordu; kötü kalbi sonradan kendini gösterdi. Sözlere ve söylevlere değil, davranışlara ve edimlere dikkat edip kaydedin. İnsanların size söyledikleri ile yaptıkları arasında en küçük bir çelişkiyi tespit eder etmez, kendinizi korumaya alın!
Sözlere güvenmeyin yoldaşlar!
Sadece edimlere ve olgulara güvenin!
Kurucu Meclise, partilere, onların şeflerine güvenmeyin!
Sadece bizzat siz, yani partiler değil tabandaki yerel örgütleriniz, emekçilerin örgütleri ve daha sonra da doğrudan ve doğal (yerel vb.) birleşmeniz yeni yaşamın kurucuları ve efendileri olmalı, Kurucu Meclis değil, merkezi bir hükümet değil, partiler ve şefler değil!
Aynı haftalık yayın organının bir başka makalesinde (2-15 Aralık 1917 tarihli sayı 21, “Kurucu Meclisin Yerine’’) anarşistler şöyle diyordu:
Herkesin bildiği gibi biz anarşistler, Kurucu Meclis’i yalnızca yararsız değil, ama Devrim davasına açıkça zararlı görerek ona karşı çıkıyoruz. Ne var ki bakış açımızı belirleyen nedenlerin farkına varanlar henüz pek az sayıda. Oysa esas olan tam da budur: Bizim Kurucu Meclis’e yalnızca karşı çıkış olgumuz değil, bizi bunu yapmaya götüren nedenlerdir.
Kurucu Meclis’i kapris, sabit fikir veya karşı çıkmış olma anlayışıyla reddetmiyoruz. Zaten onu “kayıtsız şartsız’’ reddetmekle kalmıyoruz: Bu redde tamamen mantıksal bir tarzda varıyoruz.
Gerçekten de Sosyal Devrim döneminde emekçiler için önemli olanın yeni yaşamı, yukarıdan, otoriter bir politik merkez aracılığıyla değil; aşağıdan, bizzat ve dolaysız ekonomik organlarının yardımıyla tertip edebilir olmaları olarak görüyoruz.
Kurucu Meclis’i reddediyoruz, zira onun yerine bambaşka bir “kurucu’’ kurum, doğal bir biçimde, aşağıdan birleşmiş bir emek organizması koyuyoruz. Dolayısıyla, Kurucu Meclis’i reddediyoruz zira onun yerine başka bir şey öneriyoruz. Bu diğer şeyin Kurucu Meclis tarafından rahatsız edilmesini istemiyoruz.
Bolşevikler bir yandan emekçilerin doğrudan ve sınıfsal örgütlenmesini (Sovyetler, vb.) kabul ediyorlar, ama diğer yandan Kurucu Meclis’i, bu aptalca ve yararsız organizmayı koruyorlar.
Bu ikiliği çelişkili, zararlı, alabildiğine tehlikeli görüyoruz. Bu Bolşeviklerin, gerçek sosyal-demokratlar olarak, “politika’’ ve “ekonomi’’, “otorite’’ ve otoritesizlik, “parti’’ ve “sınıf’’ sorunlarında genel olarak bocalamalarının kaçınılmaz sonucudur. Ölü önyargıları kesin ve tam olarak reddetmeyi göze alamıyorlar, zira bu onlar için yüzme bilmeden denize atlamak anlamına gelecektir.
Çelişkiler içinde bocalamak, bir proleter Devrim sırasında ana ödevlerini iktidarın örgütlenişi olarak gören insanlar için kaçınılmazdır! Bu “iktidar örgütlenişi’’ni reddediyoruz, zira tam da onun yerine “Devrim’in örgütlenişi’’ni koyuyoruz. “İktidarın örgütlenişi’’ mantıksal olarak Kurucu Meclis’e varıyor.
“Devrim’in örgütlenişi’’ de mantıksal olarak başka bir kurtuluşa varıyor; bu kurtuluşta Kurucu Meclis’e yer yok, bu kurtuluşta Kurucu Meclis ket vurucu. İşte Kurucu Meclis’i bu nedenlerle reddediyoruz.
Bolşevikler, ta başından ona egemen olmak veya çoğunluğu Bolşevik olmazsa (o ortamda olanaklı bir şey olan) dağıtmak kararıyla Kurucu Meclis’i toplamayı tercih ettiler.
Dolayısıyla Kurucu Meclis Ocak 1918’de toplandı. Üç aydır iktidarda olan Bolşevik Parti’nin tüm çabalarına rağmen Meclis çoğunluğu Bolşevik karşıtı oldu. Bu sonuç anarşistlerin kaygılarını tamamen haklı çıkardı. “Emekçiler, diyordu anarşistler, politik komedilerle uğraşmaksızın, ekonomik ve sosyal kuruluş işlerini sükûnet içinde sürdürürlerse, nüfusun büyük çoğunluğu, başka bir törene gerek olmaksızın sonuçta onları izleyecektir. Oysa şimdi sırtta bu yararsız iş taşınıyor…’’
Yine de ve “çalışmaları’’ donuk ve genel bir kayıtsızlık atmosferinde (herkes, gerçekten de, bu kurumun yararsızlığını ve kırılganlığını görüyordu) devam eden bu Kurucu Meclis’in çarpıcı yararsızlığına rağmen, Bolşevik hükümet onu dağıtmakta tereddüt gösteriyordu.
Kurucu Meclis’in, nihayet dağıtılması için bir anarşistin neredeyse tamamen rastlantısal bir müdahalesi gerekti. Pek bilinmeyen bu tarihsel olay şöyle oldu.
Tarihin cilvesi, gerçekten de bir anarşistin, bir Kronştadt bahriyelisinin, Anatoliy Jelezniyakov’un Bolşevik hükümet tarafından Kurucu Meclis merkezinin muhafız birliğinin başına atanmasını istedi.
Günlerdir, Kurucu Meclis’te politik parti önderlerinin hiçbir yararı olmayan, gece yarılarına kadar bitmek bilmez söylevleri, muhafız birliğini yoruyor ve umutsuzluğa sevk ediyordu.
Bir gece, Bolşevikler ve Sol Sosyalist-Devrimciler sağın temsilcilerine yönelik gözdağı veren bir açıklamadan sonra durumu terk ettiklerinde ve söylevler birbirini izlerken birliğin başındaki Jelezniyakov görüşmelerin sürdüğü salona girdi, başkanlık koltuğuna yaklaşarak başkana (sağ Sosyalist-Devrimci V. Çernov’a) şöyle dedi: “Oturumu kapatın, lütfen, adamlarım yoruldu!’’
Sarsılan, öfkelenen başkan protesto etti: “Size muhafız birliğinin yorulduğunu söylüyorum’’, diye ısrar etti Jelezniyakov. “Sizden toplantı salonunu terk etmenizi rica ediyorum. Zaten bu gevezeler meclisinden gına geldi! Yeterince gevezelik ettiniz! Haydi çıkın!’’
Kurucu Meclis bunu yerine getirdi.
Bolşevik hükümet bu olaydan yararlanarak Kurucu Meclis merkezini askeri olarak işgal etti ve ertesi gün fesih kararnamesini yayınladı. Ülke kayıtsız kaldı. Daha sonra hükümet bu edimi Sovyetler Yürütme Konseyi önünde haklı gösterdi. Dolayısıyla her şey “hükümet’’in iradesini, ilk kez, “yönetilenler’’in, yeni halkın iradesiyle çelişkiye düştüğü güne kadar “uygun biçimde’’ ilerledi. O zaman da her şey değişti. Bu Şubat 1918’de Alman taarruzu vesilesiyle meydana geldi.
BREST-LİTOVSK BARIŞI.- Ekim Devrimi’nin ertesinde Rusya’ya karşı savaşan Alman kumandanlığı tereddüt ediyor, olayların gelişimini bekliyor ve doğan durumdan en çok yararı sağlama manevraları yürütüyordu.
Şubat 1918’de, kendini hazır hisseden Alman kumandanlığı kararını verdi ve devrimci Rusya’ya karşı bir taarruz başlattı.
Tutum almak gerekiyordu. Rus ordusu savaşamayacak halde olduğundan her türlü direniş olanaksızdı. Duruma bir çözüm bulunması gerekiyordu. Bu çözüm, aynı zamanda, Devrim’in ilk sorununu, savaş sorununu da çözüme kavuşturmalıydı.
Bu durumda olanaklı iki çözüm vardı:
a) Cepheyi terk etmek: Alman ordusunun devrim içindeki muazzam ülkede macera peşinde koşmasına izin vermek; tecrit olmasını kışkırtmak, onu tedarik üslerinden kopartmak, ona karşı bir partizan savaşı yürütmek, onun moralini bozmak, onu parçalamak, vb. böylece Sosyal Devrim’i savunmak amacıyla onu ülkenin derinliklerine çekmek; daha önce 1812’de başarıyla uygulanmış ve Rusya gibi muazzam büyüklükteki bir ülkede her zaman için geçerli kalan çözüm.
b) Alman kumandanlığıyla görüşmelere girişmek. Ona barış teklifinde bulunmak, koşulları ne olursa olsun bunu ele alıp kabul etmek.
Danışılan işçi örgütlerinin, sol Sosyalist-Devrimcilerin, Maksimalistlerin, anarşistlerin hemen hemen tümü birinci çözümden yanaydı. Onlara göre yalnızca bu davranış tarzı Sosyal Devrime yakışırdı; yalnızca bu, generallerinden ve yöneticilerinden bıkmış Alman halkıyla görüşmeye olanak verirdi; yalnızca bu Rusya’daki devrime muazzam bir atılım sağlayabilir ve bunun sonucunda Almanya’da ve başka yerlerde Devrim’in başlaması umudunu verebilirdi. Özcesi, daha önce belirttiğimiz gibi, bu çözümün -bir tür gerçekten etkileyici doğrudan eylem-, verili koşullarda ve Rusya gibi bir ülkede, Devrim’i savunmanın biricik doğru yönetimi olduğu kabul ediliyordu.
Bu konuda Golos Truda’da (24 Şubat 1918 tarihli sayı: 27) Devrimci Anlayış Üzerine başlıklı bir makalede şöyle deniyordu:
İşte Devrim’in belirleyici bir dönemecindeyiz. Öldürücü olabilecek bir kriz kapıda. Çalan saat çarpıcı bir netlikte ve istisnaî bir trajiklikte. Durum nihayet açık. Sorun ivedi olarak çözüme kavuşturulmalıdır. Birkaç saat içinde hükümetin Almanya’yla barış imzalayıp imzalamadığını öğreneceğiz. Rus Devrimi’nin tüm geleceği ve dünya olaylarının bundan sonraki akışı bu güne, bu dakikaya bağlı. Almanya’nın teklif ettiği koşulların ne gizli saklı yanı var ne de itiraz kaydı.
Gerek politik partilerin birçok ünlü üyesinin, gerekse hükümet üyelerinin fikirleri artık biliniyor. Hiçbir yerde görüş birliği yok. Bolşevikler içinde de görüş ayrılıkları var. Sol Sosyalist-Devrimcilerde de. Halk Komiserleri Konseyi’nde de. Petrograd Sovyeti’nde de, Yürütme Konseyinde de. Kitlelerde de, atölyelerde de, fabrikalarda da ve de kışlalarda. Taşranın fikriyse henüz yeterince bilinmiyor…
(Yukarıda söylediğimiz gibi: Gerek sol Sosyalist-Devrimcilerin, gerekse Petrograd’daki ve taşradaki emekçi kitlelerin görüşü, isteyen süreçte Alman generalleriyle barış antlaşması imzalanmasına karşı olarak belirlendi.)
Alman ültimatomunun süresi 48 saattir. Bu koşullarda, istense de istenmese de, kesinlikle hükümet çevrelerinde sorun tartışılacak, karar hızla verilecek. En korkuncu da bu…
Bizim kendi görüşümüze gelince, okurlarımız bunu biliyorlar. Başından itibaren “barış görüşmeleri’’ne karşıyız. Bugün de antlaşma imzalanmasına karşı çıkıyoruz. Bir partizan birliği direnişinin hemen ve aktif örgütlenişinden yanayız. Hükümetin barış talep eden telgrafının iptal edilmesi gerektiğini düşünüyoruz: Meydan okuma kabul edilmeli ve Devrim’in akıbeti doğrudan doğruya ve açık bir biçimde dünya proleterlerinin eline verilmelidir.
Lenin barışın imzalanmasında ısrar ediyor. Aldığımız bilgiler doğruysa, büyük bir çoğunluk onun arkasından gidecek. Antlaşma imzalanacak.
Bu olasılığı aşırı trajik bulmamamıza izin veren, bu Devrim’in nihai yenilmezliğine olan samimi inancımızdır. Ne var ki barışı bu tarzda yapmak, Devrim’i uzun bir zaman içinde güçsüzleştirerek, aşağılayarak, çarpıtarak ona ağır bir darbe indirecektir; buna kesinlikle inanıyoruz.
Lenin’in gerekçelerini, özellikle Devrimci Lafazanlık Üzerine (Pravda no: 31) başlıklı makalesinden gayet iyi biliyoruz. Bu gerekçeler bizi ikna etmedi.
Yazar, bundan sonra Lenin’in gerekçelerinin sıkı bir eleştirisini yapıyor ve bitirirken buna karşı kendi gerekçesini şöyle ortaya koyuyor:
Önerilen barışın kabul edilmesinin Devrim’i yavaşlatacağı, onu aşağılayacağı, uzun süre güçsüz, kansız, renksiz kılacağı kesin kanaatine sahibiz… Barışın kabul edilmesi Devrim’e boyun eğdirecek, diz çöktürecek, onun kanatlarını kesecek, onu yerlerde süründürmek zorunda bırakacak… Zira devrimci anlayış, mücadelenin büyük coşkusu, dünyanın kurtuluşu büyük fikrinin harika uçuşu Devrim’den kopartılıp alınacaktır.
Dünya için ise ışık sönecektir.
Komünist Parti Merkez Komitesinin çoğunluğu, başlangıçta birince çözümden yana tutum aldı. Ne var ki Lenin bu gözü pek karardan korktu. Hakiki bir diktatör olarak, kesin emirlerle ve kulis oyunlarıyla birtakım şefler ve politikacılar tarafından yürütülmediği takdirde kitlelerin hiçbir eylemine güven duymuyordu. Almanların önerdiği barış reddedilirse Devrim için ölüm tehlikesi var olduğunu ileri sürdü. Düzenli bir ordu kurmaya olanak verecek bir “geri çekilme’’ gereğini ilan etti.
Devrim’den bu yana ilk kez Lenin kitlelerin görüşüne ve hatta kendi yoldaşlarının görüşüne meydan okuyordu. Yoldaşlarına, olacaklardan sorumluluk taşımayacağı ve kendi iradesi uygulanmazsa hemen istifa edeceği tehdidinde bulundu. Yoldaşları da, “Devrim’in büyük önderi’’ni kaybetmekten korkuya kapıldılar. Geri adım attılar. Kitlelerin görüşü bile bile ayaklar altına alındı. Barış imzalandı.
Böylece ilk kez “proletarya diktatörlüğü’’, proletaryaya üstün geldi. İlk kez Bolşevik iktidar kitlelere korku salmayı, kendi iradesini onunkinin yerine geçirmeyi, diğerlerinin görüşünü hiçe sayarak kendi başına hareket etmeyi başardı.
Brest-Litovsk barışı emekçi halka Bolşevik hükümet tarafından dayatıldı. Halk, savaşı bambaşka bir tarzda bitirmeyi düşünüyordu. Ne var ki hükümet her şeyi ayarlamayı kendisi üstlendi. Gelişmeleri hızlandırdı, olayları zorladı ve böylece kitlelerin direncini kırdı. Sonuçta onları susturmayı, boyun eğmelerini, zorunlu pasifliklerini sağlamayı başardı.
Bu civcivli saatlerde ünlü Bolşevik N. Buharin (bilahare ünlü Moskova Mahkemeleri sırasında infaz edildi) ile rastlantıyla karşılaşmamı hatırlıyorum. Onunla eskiden, New York’ta tanışmıştık. Rusya’da hiç karşılaşmamıştık. Örgütümüzle ilgili bir iş için gittiğim Smolnıy’deki (o sırada Petrodrag’da Bolşevik hükümetin merkezi) koridorlardan birinden hızla geçerken Buharin’i koridorun bir köşesinde bir grup Bolşevik’in ortasında elini kolunu sallayarak tartışırken fark ettim. Beni tanıdı ve işaret etti. Yanına gittim. Söze herhangi bir giriş yapmaya gerek görmeksizin, heyecanlı bir biçimde barış sorununda Lenin’in tutumundan şikayet etmeye koyuldu. Lenin’le tamamen farklı görüşte olmasına üzülüyordu. Bu noktada, sol Sosyalist-Devrimcilerle, anarşistlerle ve genel olarak kitlelerle tam bir görüş birliği içinde olduğunu vurguladı. Öfkeyle Lenin’in hiçbir şey duymak istemediğini, Lenin’in “başkalarının görüşünü hiçbir biçimde ciddiye almadığını’’, “iradesini ve hatasını herkese dayatmaya çalıştığını ve iktidarı bırakmakla tehdit ederek partiye korku saldığını’’ dile getirdi. Buharin’e göre Lenin’in hatası Devrim bakımından ölümcüldü. Onu korkutan da buydu.
– “Ama”, dedim ona, “Lenin’le aynı fikirde değilseniz, bunu dile getirip ısrar etmeniz gerekir. Zaten yalnız da değilsiniz. Ayrıca tek başına bile olsanız, sanıyorum, Lenin kadar bir görüşe sahip olma, bunu kabul ettirme, yaygınlaştırarak savunma hakkına sahipsiniz.”
– “Yok”, diye kesti sözümü, “böyle düşünmeyin: Bunun ne anlama geleceğini bir tasavvur edin: Lenin’e karşı mücadele etmek? Bu korkunç olur. Bu otomatik olarak benim partiden ihracımı getirir. Bu, tüm geçmişimize, tüm disiplinimize, mücadele yoldaşlarımıza karşı bir başkaldırı anlamına gelir. Partide bir bölünmeye yol açmak, diğer muhalifleri beraberimde götürmek, Lenin’in partisiyle mücadele edecek başka bir parti kurmak zorunda kalırım. Bak dostum, sen beni yeterince tanırsın: Ben parti şefi olacak ve Lenin’e ve Bolşevik Parti’ye savaş açacak güçte miyim? Hayır, kendimizi kandırmayalım. Bende şef olma kumaşı yok. Ayrıca olsaydı bile… Hayır, hayır, yapamam, bunu yapamam.”
Çok duygulanmıştı. Başını ellerinin arasına aldı. Neredeyse ağlayacaktı. Acelem olduğundan ve tartışmayı uzatmanın bir yararı olmayacağını hissederek onu umutsuzluğuyla baş başa bırakıp ayrıldım.
Bilindiği gibi, daha sonra Lenin’in tezine -belki de sadece görünürde- katıldı.
Yeni hükümet ile yönetilen halk arasındaki ciddi görüş ayrılığı bu oldu. Kendini dayatan iktidar lehine çözümlendi.
Bu ilk sahtekârlık oldu. Bu sadece ilk adımdı, ama en zoru. Bundan sonra olaylar “Tek başlarına’’ ilerlemek durumundaydı. Emekçi kitlelerin iradesinin üzerinden bir kez cezalandırılmaksızın atlanınca, eylem inisiyatifi bir kez ele geçirilince, yeni iktidar, Devrim’in etrafına, deyim yerindeyse, bir kement attı. Sonrasında kitleleri peşinden sürüklenmeye mecbur bırakmak ve sonuçta buna alıştırmak için, kitlelere her türlü inisiyatifi onun ellerine bıraktırmak için, kitleleri onun otoritesine tümüyle boyun eğdirmek için ve nihayet tüm Devrim’i bir diktatörlük boyutlarına indirgemek için kemendi sıkması yeterli olacaktı.
Nitekim fiilen de bu oldu. Zira kaçınılmaz olarak her hükümetin tutumu budur. Devletçi, merkeziyetçi, politik ve hükümetsel ilkeye elini sürmeyen her Devrim’in yolu kaçınılmaz olarak budur.
Bu yol bir yokuştur. Bu yokuşa bir kez girildi mi, kayma kendiliğinden olur. Artık onu hiçbir şey durduramaz. Başlarda ne yönetenler, ne de yönetilenler bunun farkına varır. Yönetenler (samimi oldukları sürece) rollerini yerine getirdiklerine ve gerekli, kurtuluşçu bir işi sürdürdüklerine inanırlar. Büyülenmiş, iyice sıkıştırılmış, tabi olmuş yönetilenler izler… Nihayet birinciler ve özellikle de ikinciler hatayı anladıklarında vakit artık çok geçtir. Geri dönmek olanaksızdır. Hatta herhangi bir şeyi değiştirmek bile olanaksızdır. Ölümcül yokuşta aşırı yol alınmıştır. Yönetilenler gözü pek bir biçimde haykırsalar ve bu tehlikeli yokuştan geri döndürmek üzere yönetenlere karşı çıksalar da artık çok geçtir!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.