Yaşadığımız coğrafyada devrimci muhalefet üzerindeki baskının giderek arttığı bir süreçten geçiyoruz. Buna rağmen devrimci anarşizmin kara bayrağını Ankara’da yükselten Karala ile Ankara’daki devrimci anarşizmi, mücadeleyi, politik ve toplumsal atmosferi konuştuğumuz röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Meydan Gazetesi: Ankara’da anarşizmin nasıl bir tarihi var? Karala örgütlenmesinin ana motivasyonu nedir? Örgütlenme sürecinden bahsedebilir misiniz?
Karala: Aslında Ankara’da anarşistlerin varlığını 90’ların başına kadar çeşitli alanlarda görebiliyoruz. Geçmişte işçi mücadelesinden öğrenci hareketlerine anarşistlerin varlığına rastlayabiliyoruz. Ancak örgütlü bir anarşizm anlayışından bahsetmek için ne yazık ki çok da gerilere gidemiyoruz. Ankara’da anarşizmin tarihinden bahsederken Ali Kitapcı’ya değinmek gerekiyor. Uzun yıllar boyunca kentte verilen mücadelelerin içerisinde olmuş, toplumsal mücadelenin ana eksenlerinden biri olan sendikal hareketin içerisinde bir anarşist olarak mücadele etmiş ve 10 Ekim Katliamı’nda yaşamını yitiren yoldaşımızdır.
Biz 2 sene önce, katliamın 3. yılında dergimizin ilk sayısını Ali Kitapcı’ya atfederek anarşizmi toplumsallaştırmak, Ankara’da devrimci anarşizm mücadelesini başlatmak için yola çıktık. Bu noktada en temel motivasyon kaynağımız, Ankara’da gerçekleştirilen bu katliama cevap veriyor oluşumuzdur. Devlet 10 Ekim’de bir anarşisti öldürdü ve biz devrimci anarşistler bin anarşist olarak onların karşısına çıkma hedefiyle var olduk. Bu temelde de 2 yıldır, İberya’da eşek üstünde köy köy gezerek devrimci anarşizm mücadelesini büyüten yoldaşlarımızdan ödünç aldığımızı ödünç veriyor, Ankara’yı sokak sokak gezerek devrimci anarşizmi örgütlüyoruz.
Kasım 2019’dan beri aktif olan bir büromuz var, burası Ankara’da örgütlü mücadelenin sürdürüldüğü, anarşizme ilişkin çeşitli aktarımların gerçekleştirildiği bir alan. Ankara’da hem Bakunin’in, Kropotkin’in, Emma Goldman’ın düşüncesini ve eylemini anlattığımız etkinliklerle hem de devletin tüm saldırılarına rağmen sokaklarda gerçekleştirdiğimiz eylemliliklerle örgütleniyoruz.
Ankara, “başkent” gibi devletsi ve merkezi bir nitelendirme taşımasının yanı sıra üniversite gençliği mücadelesinin de köklü geleneğine sahip bir metropol. Bununla birlikte OHAL döneminde Yüksel’deki eylemler sürecinde olduğu gibi son zamanlarda da sokağın hareketlendiğine şahit olduk. Karala, Ankara’da devrimci mücadelenin yükseltilmesine dair nasıl bir öngörüde bulunabilir?
Evet, Ankara devletin merkezi olan ve tüm kurumlarının bir arada bulunduğu bir kent. Bu da buradaki yaşamın kendisini doğrudan etkiliyor. Devletin merkezi olması nedeniyle en sert reflekslere sahip olduğu yer ama devrimci mücadelenin de çok güçlü bir geleneğe sahip olduğu bir kent. Yaşadığımız coğrafyada devletin ezilenlere yönelik tüm saldırılarının kararlaştırıldığı yer olduğu gibi, devrimci mücadelenin de filizlendiği yer. Devlet hem yıllarca buradan yönetmiş hem de yıllarca ODTÜ’den, Cebeci kampüsünden, DTCF’den çıkan devrimci hareketlerle karşı karşıya kalmış.
Bu nedenle şehirde ortaya çıkan her türlü hareket, anında devletin hedefi haline geliyor. Öğrenci hareketinin temel talepleri, işçi mücadelesinin hak arayışları, kadın cinayetlerine karşı çıkarılan her ses devlet tarafından anında bastırılmaya çalışılıyor. Birçok kentte herhangi bir olağanüstü duruma neden olmayan ve zaten olmaması da gereken en basit eylemler bile kriminalize ediliyor.
Polis tarafından özellikle gençliğe yönelik sürdürülen bir kaçırma politikası söz konusu. Kentte örgütlü mücadele eden veya edecek olan herkes bu kaçırma, tehdit etme politikalarıyla karşı karşıya kalıyor.
Bütün bunlar bize şunu gösteriyor; bir devlet kendi yasalarında bile meşru gördüğünü iddia ettiği sıradan bir sokak eylemini dahi zor gücüyle bastırmaya çalışıyorsa o sıradan sokak eyleminde devleti temelden sarsan bir dinamik var demektir.
Bu noktada bizim üzerimize düşen de devletin ısrarla kapatmaya çalıştığı sokakta, ısrarla mücadele etmektir. Ne şekilde engellemeye çalışırsa çalışsın biz bu mücadeleyi yükselteceğiz. Zaten kentteki 2 yıllık süreç göz önüne alındığında da giderek yükselen bir toplumsal mücadeleyi görebiliyoruz.
Coğrafyanın her yerinde olduğu gibi Ankara’da da, devlet iktidarının kapitalist politikaları çerçevesinde birçok yerde AVM açıldığını biliyoruz. AVM’lerin, aynı zamanda genç işçi sömürüsünün belirginleştiği tüketim mekanları olduğu gerçeğinden hareketle, Karala’nın bu alana dair tasarrufları nelerdir?
Ankara’da adı A ile başlayan ve sayısını bile bilmediğimiz onlarca AVM var. Kapitalizmin sureti olan bu merkezler; işçiler, özellikle genç işçiler için sömürünün de merkezi. Sömürü varsa mücadele de mutlaka vardır tabii ki. Biz de bu alanda Genç İşçi Derneği ile birlikte örgütlenme çalışmaları yürütüyoruz. Daha önce bu alışveriş merkezlerinin yakınlarına ve şehrin merkezi noktalarına GİDER’in afişlerini astık.
Zaten bizim aramızda da bu alışveriş merkezlerinde veya hizmet sektörünün farklı alanlarında çalışan birçok arkadaş var. Bu süreçte bizimle irtibat kuran genç işçilerle birlikte iş yerlerinde karşılaşılan çeşitli hak ihlalleri ve sömürüye karşı mücadele etmeye devam ediyoruz.
Bu alışveriş merkezleri nasıl sömürünün merkezleriyse, aynı zamanda mücadelenin de merkezleri olmalıdır. Bizler bunu yaratabilmek için, patronların karşısında yalnız kalmamak için bu sömürü merkezlerinde örgütlenmeye devam ediyoruz.
20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara Gar Katliamları’nın yıl dönümlerinde Karala’nın sokakta belirginleştiği görüldü. Her iki yıl dönümü öncesi, eylemlilik süreçlerini nasıl örgütlediniz? Eylemlerde ve genel anlamda polisin size karşı özel bir baskısı var gibi, bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Biz bu katliamları doğrudan devlet tarafından planlanan katliamlar olarak görüyoruz. Her iki süreçte de Dikmen’de, Tuzluçayır’da, Keçiören’de, Seyranbağları’nda, Cebeci’de, Kızılay’da, Esat’ta, Yenidoğan’da, Batıkent’te kısacası şehrin her yerinde herkesi katliamların 5. yılı anmalarına, sokağa, hesap sormaya çağırdık.
Şehrin tüm sokaklarına katledilen yoldaşlarımızın isimlerini, fotoğraflarını astık; yazılamalar yaptık. Gençlik örgütleriyle birlikte mahallelerde yürüyüşler düzenledik, bildiriler dağıttık. Bu süreçte pek çok arkadaşımız polis tarafından gerek telefonla aranarak gerek yolu kesilerek sindirilmeye çalışıldı. Öğrenci olan arkadaşlarımız burslarıyla, işçi olan arkadaşlarımız işleriyle tehdit edildi.
Suruç Katliamı’nı anmak için şehirde uzun süredir yapılmayan bir şeyi yaparak Kızılay Meydanı’na, Güvenpark’a çıktık. Burada eyleme katılan tüm yoldaşlarımız gözaltına alındı. Polis şiddeti sonucu iki yoldaşımızda kaburga kırıkları, bir yoldaşımızda yüz felci oluştu.
Ankara Katliamı’nı anmak için katliamın yapıldığı meydana yürümek üzere toplandığımızda da yoldaşlarımız gözaltına alındı. Burada polis amiri, açıkça bir yoldaşımıza yönelik “Seni bu sokaklarda gezdirmem!” diyerek tehditler savurdu. Biz bunu her iki eylem öncesi şehrin tüm sokaklarını adımladığımız için söylediğini biliyoruz.
Gözaltılarda bize yönelik ısrarla uygulanan şiddet politikasının sokakta ısrarla mücadeleyi savunduğumuz, her koşulda gün geçtikçe örgütlendiğimiz için yapıldığını, aslında anarşist olduğumuz için yapıldığını biliyoruz. Biliyoruz çünkü devlet, en çok devletin başkentinde devletin kendisini hedef alan anarşistlerden korkuyor. Devlet anarşistlerden korkuyor çünkü devletin başkentinde devletin katil olduğu gerçeğini sokak sokak anarşistler haykırıyor.
6 ayı aşkın süredir devam etmekte olan korona krizi, Ankara yerelinde, ezilenlerin yaşamlarını nasıl etkiledi?
Aslında devletin yarattığı bu krizin yaşadığımız coğrafyanın her yerinde olduğu gibi Ankara’da da ezilenleri hedef aldığını gözlemledik. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı süreçte Ostim’de, Şaşmaz’da, Siteler’de fabrikalar çalışmaya devam etti; işçiler her gün toplu taşıma araçlarıyla bu fabrikalara gitmeyi sürdürmek zorunda bırakıldılar.
Ankara’da vaka sayılarının diğer kentlere oranla 3-4 kat arttığı bir süreç söz konusu olmuştu. Bu süreçte Bilkent Şehir Hastanesi açıldığı için kapatılan ve hepsi aynı yerde bulunan 3 büyük hastane tekrar açıldı. Bu hastanelerin önünde geçtiğimiz hafta İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin Ankara’daki sağlık emekçilerinin koronavirüs sürecinde karşılaştığı durumları açıklayan raporu okuması polis tarafından engellendi ve sağlık emekçilerine burada bir saldırı gerçekleşti.
Bunun dışında Ankara’da hizmet sektörü çok yoğun. Bu sektörde birçok işletmenin uzun süre kapalı kalması, birçoğunun hala kapalı olması büyük bir işsizlik sorunu yarattı. Bu noktada ezilen mahallelerde bu süreçte dayanışma ilişkileri kurmaya çalıştık.
Ankara, nüfusu ağırlıklı olarak memur ve öğrencilerden oluşan bir şehir. Korona krizinde de üniversite ve liselerin kapatılması şehri doğrudan etkiledi.
Ankara “başkent” gibi devletin cisimleştiği bir yer olma niteliğinin yanı sıra devrimci anarşizm mücadelesinin bir “yereli” olma işaretlerini nasıl gösteriyor?
Biz Ankara’da 2 yıldır örgütlü bir şekilde mücadele ediyoruz. Bir düşüncenin bir kentte yaygınlaşması için baktığınız zaman öyle çok uzun bir süre sayılmaz. Ancak artık Ankara’nın her sokağında anarşizmi görebiliyoruz. Bu 2 yılda Ankara’da anarşizme duyulan ciddi bir merakın ve örgütlü mücadele isteğinin olduğunu gördük.
Bu mücadele, OHAL’le birlikte Ankara’da sokağın hareketsizleştirilmesine yönelik politikaları boşa düşürdü. Artık Ankara’da adaletsizliklere, baskılara, katliamlara sessiz kalmayan ve kendi eylemliliklerini yaratabilen bir sokak hareketi var. Gerek gençlik örgütleriyle gerek kentteki işçi hareketleriyle birlikte ördüğümüz süreçlerle mücadeleyi sürdürüyoruz.
Yakın döneme kadar Ankara’da anarşizm sadece üniversite kampüsleri içerisine sıkıştırılmıştı. Bu süre içerisinde biz bu durumu değiştirdik. Mahallelerdeki liselere yönelik çalışmalar yapıyoruz. Kentin her yerinde, her alanda anarşizmi örgütlüyoruz. Artık Ankara’nın ortasında devrimci anarşizm mücadelesini toplumsallaştırmak için mücadele eden bir örgütlenme var. Ve bu mücadele gün geçtikçe büyüyor.
Cevaplarınız için teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak Meydan gazetesine hem bu röportaj için hem de 2 yıldır bizimle kurdukları dayanışma ilişkisi için teşekkür edelim. Tüm baskı politikalarına karşı mücadeleyi daha fazla büyüteceğimizi bir kez daha belirtiyoruz. Ankara’da yaşayan herkesi mücadeleye çağırıyoruz. Yaşasın devrimci anarşizm!
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.