Mülkiyet sahte Tanrıların sonuncusudur.
Pierre-Joseph Proudhon
Avrupa’nın bahsedildiği gibi özgürlükler dünyası olmadığı iyice ortaya çıkıyor. Ekonomik tedbirler adı altındaki yoksullaştırma politikaları, göçmenlere destek gibi gösterilen toplama kampları, savaş istekleri ve yükselen faşizm birkaç örnekten biri. Her coğrafyada olduğu gibi orada da direnenler var ve o coğrafyadakiler direnişi “işgal evleri” ile de gerçekleştiriyorlar. Devletler ise bunlardan bazılarını seçerek sadece onlara saldırıyor. Bunun nedeni ne olabilir?
Mülkiyet Hırsızlıktır
Mülkiyet kapitalizmin ve devletin varlığının olmazsa olmaz koşulu ve yeniden üretiminin en önemli dayanaklarından biridir. Devlet bunun farkında olarak tahakkümü altındaki bütün mülklere el koyar ve insanları bu mülklerde yaşamaya zorlayarak sisteme bağımlı kılar. İşgal evleri de özellikle Avrupa’da göçmenlerle dayanışmak gibi en yaygın işlevlerinin yanı sıra temelde bu bağımlı kılınmaya ve mülkiyete karşı yaratılmış özgül bir direniş biçimidir. Devletler de işgal evlerinin, kendi mülkiyete ve otoriteye dayalı sistemlerine karşı oluşturduğu tehlikenin farkındalar.
Son yıllarda özellikle Avrupa’dan ardı ardına işgal evi tahliyeleri ve polis baskınları haberleri geliyor. Devletler işgalleri altındaki coğrafyalarda en ufak bir özgür alanın bile olmasına dayanamıyor.
Aklımıza gelen ilk örneklerden biri Yunanistan’daki Libertatia işgal evinin öncesinde -bütün devletlerin gerektiğinde kullanmaktan çekinmediği- faşistler tarafından saldırıya uğrayıp kundaklanmasından sonra polis tarafından zor kullanılarak tahliye edilmesi oluyor. Anarşistler tarafından yürütülen bu işgal evi bir yandan toplumsal alandan dışlanan bir yandan da politik olarak oldukça sallantılı bir yerde duran göçmenlerle dayanışma gösteriyor, aynı zamanda kaderine yenik düşmüş bir binayı yıkımdan koruyarak soylulaştırmaya karşı direniyor. Yani bir yandan kapitalizmin yarattığı mülkiyetçiliğe karşı gelirken bir yandan da devletin yoksulları kentlerden kovması anlamına gelen soylulaştırmaya karşı geliyor. Libertatia işgal evinin faaliyetleri bunlarla da sınırlı değil. Eylemliliklerin örgütlenmesi, film gösterimleri, politik tartışmalar ve baskı gören bütün devrimci yapılarla kurulan dayanışma ağları geriye kalan faaliyetlerinden sadece birkaçı.
Başka bir yakın örnek de yine işgal evi kültürünün yaygın olduğu Yunanistan’dan geliyor. Mundo Nuevo (Yeni Dünya) işgal evi de Syriza zamanı baskı politikalarından nasibini alanlardan. O dönemin kapitalistleşme ve neoliberal politikalara uyum süreci boyunca sayısız polis saldırılarına uğradılar. İşgalcilere bu durum sorulduğunda şu cevabı veriyorlardı: “Eskiden kurşun sağdan geliyordu şimdi ise soldan geliyor. Aralarındaki tek fark bu.” Yeni bir dünyayı yaratmak isteyenlerin karşılaştığı bu manzara; bize önemli olanın partilerin ideolojileri değil kapitalizmin kendi ekonomik anlayışı dışında devletin de kendi dünyası dışında bir yaşamın örülmesine engel olma çabaları olduğunu hatırlatıyor. İşgal evindeki devrimci anarşistlerin uyuşturucu karşıtı mücadelesi herkes tarafından bilinmesine rağmen bu işgal evinin tahliyesinin de “uyuşturucu ile mücadele için yapılar kurma” bahanesiyle gerçekleştirilmeye çalışıldığını hatırlatmakta fayda var.
Almanya’daki en eski işgal evi olarak bilinen ve kendini anarşist-queer-feminist olarak tanımlayan Liebig-34 de benzer alanlarda faaliyet gösteriyordu. 1999 yılından bu yana -9 Ekim günü çitlerini söken, kapılarını parçalayan polis tarafından yapılan baskına kadar- sisteme dahil olamayan ezilenler için yaşam alanı yaratmaktan fazlasını yapıyorlardı. O günden beri Almanya’nın sokakları insanların öfkeleriyle alev alev yanmakta. Diğer işgal evi tahliyelerinde gördüğümüz durumu burada da görüyoruz: Bir yanda devletlerin kolluğu polisler var, diğer yanda dayanışma ve paylaşma kültürünü yaratan, savunan anarşistler.
Mülkiyetin ne olduğu, işgal evlerinin bununla ve devletli sistemle olan ilişkisinin nasıl ilerlediğini biliyoruz. Devletin baskısının işgal evlerinin politizasyonu ve devrimciliğiyle doğru orantılı şekilde arttığını söyleyebiliriz. Çünkü devlet, en güçlü temellerinden biri olan mülkiyet algısının devrimi toplumda örgütleyenler tarafından yıkılmasının kendisinin sonunu getirebileceğinin farkında. Bu baskılara verilebilecek en güzel cevabı ise Yunanistan’dan anarşistler şöyle vermişti: “Libertatia’nın inşası sadece Libertatia’yı ilgilendirmiyor. Tam tersi bütün antifaşist, anarşist ve devrimci hareketi ilgilendiriyor. İşgal evlerinin savunulması genele yayılmış baskı koşulları ortamında güçlü bir sembolizm yaratarak faşist şiddete ve devletin baskılarına karşı çok güçlü bir mesaj gönderiyor.”
Burak Aktaş
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.