Maraş’ta tam 42 yıl önce 19 Aralık 1978’de, devlet iktidarının bugün, bir siyaset yapma biçimi olarak çok daha makro ölçekte başvurduğu kutuplaştırmanın bir sonucu olarak “resmi rakamlara göre” 111 insanın yaşamını yitirdiği Maraş Katliamı gerçekleştirildi. Dönemin MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in Orta Anadolu’yu milliyetçileştirme stratejisi olan “Verimli Hilal” projesine göre Maraş, bu stratejiye dahil olan Malatya, Çorum, Erzincan, Elazığ, Sivas, Bingöl gibi kentler arasında en güneyde bulunuyordu. Malatya, Çorum ve Sivas’ta da Türkeş’in bu stratejisi çerçevesinde aynı dönemlerde, devlet destekli benzer katliamlar hayata geçirildi.
Kentte yaşayan Alevilere yönelik 19 Aralık’ta başlayan ve 26 Aralık’ta sona eren Maraş Katliamı’nın fitilini ateşleyen ise 19 Aralık akşamı, milliyetçi bir içeriğe sahip olan, “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filmin gösterildiği Çiçek Sineması’na patlayıcı madde atıldığı haberinin kentte hızla yayılmasıydı. Söz konusu bombanın, Maraş’ta Ülkücü Gençlik Derneği şube başkanı olan Mehmet Leblebici ve ikinci başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatıyla daha sonra MHP ve BBP gibi ırkçı-faşist partilerde yer alarak milletvekili seçilen Ökkeş Kenger ( katliam sonrası soyadını “Şendiller” olarak değiştirecekti) tarafından atıldığı ortaya çıktı. Sinemaya bomba atılmasından birkaç gün önce Alevilerin evleri işaretlendi ve bazı cami hutbelerinde bir Alevi öldürenin cennete gideceği yönünde konuşmalar yapıldı.
19 Aralık akşam saatlerinde Maraş merkezindeki sendika ve siyasi partilerin binaları saldırıya uğrarken, devlet destekli sivil faşist çetelerin bir sonraki gün hedefinde Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Yörükselim Mahallesi vardı. Gıjgın Dede adlı bir Alevi dedesinin katledildiği gün, aynı mahallede bir kahvehaneye bomba atıldı. Sonraki gün ise devrimci kimlikleri ile bilinen iki öğretmen yaşamını yitirdi. 22 Aralık’ta katledilen iki devrimcinin cenazesine, devletin kolluk güçlerinin gözetiminde saldıran faşist çeteler katliamlarının dozunu artırdı. Saldırıların sonucunda ortaya çıkan tablo, katliamda yaşamını yitirenlerin sayısına dair, devletin resmi rakamlarını yalanlıyordu. Katliamın tanıklarından Aziz Tunç’un kaleme aldığı “Maraş Kıyımı” kitabında yer alan bilgiler, 19-26 Aralık tarihleri arasında yaşamını yitirenlerin önemli bir bölümünün topluca defnedildikleri ve defin yerinin tam olarak neresi olduğunun bilinmediği yönünde.
Maraş Katliamı yaşandığı sırada iktidarda olan, Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki CHP hükümetinin içişleri bakanı İrfan Özaydınlı, katliamın sorumlusu olarak devrimcileri gösterdi. Özaydınlı, bu açıklaması nedeniyle kendisine gösterilen sert tepkiler sonrası istifa etti.
Katliamın müdahil avukatları Ceyhun Can 10 Eylül 1979’da, Halil Sıtkı Güllüoğlu 3 Şubat 1980’de ve Ahmet Albay 3 Mayıs 1980’de uğradıkları suikastler sonucu yaşamını yitirdiler. Maraş Katliamı sonrası açılan davalardaki göstermelik “yargılamalar” 1991’e kadar sürerken, mahkeme kararları Yargıtay tarafından bozuldu, bunun sonucunda “yargılama” sonucu ceza alanların cezaları da 1991 yılında Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile ertelendi ve bir kısmı hapiste olan katillerin tamamı devlet tarafından “aklandı.”
Devletin katliam geleneğinde 1915,Zilan,Dersim, 6-7 Eylül 1955, Çorum, Malatya, Sivas-Madımak katliamları gibi bir yere sahip olan Maraş Katliamı’na neden olan siyasi söylem ve uygulamalar, aradan geçen 42 yıldan sonra artarak sürüyor. O gün Maraş’ta, Alevilerin katledilmeleri karşılığında cennet vaad edenler, bugün belki de tahayyüllerindeki soykırımın bir aşamasına geçmek adına muhalifleri “haşerat” olarak tanımlayıp, esasen bir hayvan katletme tanımı olan “itlaftan” söz diyor. Üzerinden 42 yıl geçmiş olsa bile ve göreve gelen iktidarlar farklı siyasi aidiyetlere mensup olsalar da devletin dili,politikaları, uygulamaları ve 19-26 Aralık 1978 sonrası “pratikleri” bu topraklarda Maraş ve benzerlerinin yaşanmasına fazlasıyla olanak sağlıyor.